Yazı şu şekilde:

Sizinle, anlamının Türkiye’nin dönüştürülmesinde her geçen yıl daha da yerine oturduğu başımdan geçen bir öyküyü paylaşmak istiyorum.

Erdoğan Başbakan oluşunun ilk yılı henüz dolmuştu kamuya açık alanlarda başörtüsü yasağının kaldırılması tartışmasının yeniden alevlendirildiği günlerdi.

Tam da o günlerde Almanya’da bulunduğum kentte ünlü Alman-Fransız gazeteci, yazar, medya adamı Peter Scholl- Latour konferans için gelecekti, eşim ve bana da “siz de orada bulunmak istemez misiniz” diye nazik bir davet söz konusuydu.

Arzularsam söyleşi de yapabilecektim.

Kabul ettik, ne de olsa ismi Orta Doğu uzmanı ve İslam Bilimci olarak da nam salmış ünlü Scholl Latour’un aramızda kitaplarını okumayanımız yoktu.

Yaptığı televizyon programlarından Türkiye’yi çok iyi bildiğini gözlemliyorduk.

İlginç olabilirdi, önyargısızdık!

Konferans başlamadan görüşmeler için gazetecilere ayrılmış odaya alındım, yanıma fotoğraf ve kayıt yapmasını rica ettiğim eşim vardı.

Konuşmaya “Başbakan Erdoğan başörtüsünü ulemalara sormak istiyor, burada anayasayı devre dışı bırakma gibi bir eğilim görüyor musunuz, gözlemleriniz nedir, rejim açısından bir tehlike var mı” mealinde cümlelerle başlamıştım ki…

Peter Scholl Latour birden köpürdü, neredeyse üstüme yürüyecek şekilde ağzından köpükler saçarak “Siz laik Kemalistsiniz” gibi itham eden sözler söylemeye başladı.

Ses tonu bağırma noktasına gelmişti: “Ben Erdoğan’ı uzun zamandır tanıyorum, onun sofrasında bir çok kez bulundum. Türkiye’yi yeniden İslamlaştıracağız (re- islamize edeceğiz)… Sizi geldiğiniz yere geri göndereceğiz”…

Üniversiteye bağlı bir eğitim öğretim hastahanesinin cerrahi bölümünün başkanı ve Almanya’da ilk karaciğer nakli ameliyatlarına imza atanların arasında bulunan cerrahi profesörü eşim ve ben bu zamana kadar hiç karşılışmadığımız bir durumdaydık, neye uğradığımızı şaşırdık, bir dayak yemediğimiz kalmıştı… Konuyu yıldırım hızıyla muhasebe edip “Bu ses tonuyla benimle konuşamazsınız” dediğimi hatırlıyorum. Arkasından “Ne olduğunuz anlaşıldı” mealinde tepki vererek, fotoğraf çantasını defteri kalemi toplayıp eşimle orayı terkettik. Koridorda Scholl-Latour’un hâlâ arkamızdan bağırdığını işitiyorduk.

Daha sonra sakinlikle Scholl Latour’un her cümlesini mercek altına aldım.

Bu sözde İslam Bilgisi dersleri görmüş Scholl Latour’un laik, Kemalist Türklerle sorunu vardı, Türkleri Türkiye’de istemiyordu, Türklerin geldikleri yere Asya’ya geri gönderilmesi fikrini savunuyordu. Zaten Müslüman olan Türklerin İslamlaştırılması derken de şu son yirmi yılda tanıklığını yaptığımız gibi Anadolu halkının cemaatler üstünden çağdaş eğitimden yoksun bırakılmasını, din maskesiyle gerici karanlık odaklara mahkum edilmesini, vatandaşlık bilincinden uzaklaştırılıp ümmetleştirilmesini kastediyordu. Re-islamizasyon dedikleri formülle din üstünden kara cahillik örgütlenecek, Türklük bilinci yok edilip, Türk milletinin egeminliğe sahip çıkma refleksleri köreltilecekti. Bir toplumu cahilleştirip, geriye yuvarlama ve işgal projesinin adıydı yeniden müslümanlaştırma!

Scholl Latour öfkeye kapılıp öyle şeyler ifşa etmişti ki, siyasal İslam kumpasıyla modern Türkiye’nin başına getirilen her belayı hızla okumanın kopyasını vermişti adeta.

Aradan geçen yirmi sene zarfına Scholl Latour’un söylediklerinin tek kelimesi aklımdan çıkmadı, her cümlesi Türkiye’de siyasal İslam rejiminin gittikçe gaddarlaşan uygulamalarında tercümesini fazlasıyla buldu, birebir yaşadık.

Bir tek şey hariç, Scholl-Latour’un dediği gibi henüz Asya’ya gönderemediler, ancak daha beterini yaptılar! Asya’nın, Orta Doğu’nun en cahil ve geri kalmış milyonlarını Türkiye’ye doldurdular! Türkleri azınlığa düşürecek, egemenlik sorununa yol açan demografik tuzaklar kurdular.

Hiçbir ülkenin taşıyamayacağı kadar sığınmacı ordularıyla Türkiye’yi istila ettiler, adeta çökerttiler.

Arap ve Kürt kimliklerini öne çıkararak Türk kimliğini göreceli konuma düşürdüler, Türk’ün egemenliğini sıfırladılar.

Avrupa Birliği ve NATO, sığınmacıları koruyan satın alınmış sözde aydın, siyasetçi, sivil toplum kuruluşları, vakıfları kullanarak, siyasal İslamcılıkla iyice zayıflattıkları Türkiye’nin üstünde tepindikçe tepinme nedenlerinin “ulus devlet Türkiye’yi” bitirme planı olduğunu halkımız geç de olsa artık anlamış bulunuyor. Sığınmacı ordularının istilasına itiraz eden Türk milletinin ağzı ırkçılık suçlamasıyla tıkanıyor, faşistlikle damgalanıyor. Sığınmacı akınıyla ile gelen büyük felaketi perdelemek için kılıfları hazır!

Emperyalizmin çökertmek için Türkiye’ye tankla tüfekle düzenli savaş açacak halleri yoktu, cemaatler ve gerici vakıflar gibi belirli odaklardan yaydıkları cehalet ve gericiliğin ölümcül virüsüyle Türkiye içten içe sinsince yok ediliyor. Toplumu birbirine yabancılaştırılmış, kurumları ele geçirilmiş Türkiye’nin hastalıkların pençesinde kendi kendini bitirmesini bekliyorlar.

2016’da hayatını kaybeden Arabistik ve İslam Akademisi mezunu “Allah İnananların Yanındır” “İslam’ın Kılıcı” “Allah’ın Atatürk Üzerindeki Gölgesi, Türkiye’nin Kürdistan ve Kosova Arasındaki Kritik Sınavı” gibi sayısız eserin yazarı, hayatına onlarca sıfatı sığdırmış çok ödüllü renkli kişilik Scholl Latour ile hesaplaşmak için yaşıyor olmasını çok isterdim. Milyonlarca satıldığı söylenen Suriye hakkındaki son kitabını henüz okumadım. Pek dillendirilmese de Amerika ile “derin ilişkileri” olduğu sonradan ortaya çıkan Scholl Latour belliki Büyük Ortadoğu Projesi’nin gizli aktörlerinden biriydi.

İran “İslam Devrimi’nin” dini lideri Humeyni ile de ilginç ilişkisi var. 1978’de Sadegh Tabatabai vasıtasıyla o zamanlar Paris’te sürgünde yaşayan Ayatullah Humeyni ile tanışıp, yakınlaşıyor.

İran’a film ekibiyle bir çok kez gitmiş Humeyni’ye mitinglerden vs film çekip getirmiş. Humeyni, İslam Devrimi’nde İran’a dönerken uçağına Scholl Latour’u da almış. Scholl-Latour 2009’da anılarını anlattığı bir televizyon programında: “Tabatabai yanıma geldi istersem büyük İmam’ın sabah namazında filmini çekebileceğimi söyledi. Alışılagelmiş bir durum değildi. Sonra garip bir şey oldu, Humeyni Tabatabai’ye bana verilmesini istediği sarı kalın bir kapalı uzattı. Tabatabai bana uçağın Tahran’a inişinde eğer tutuklanırsak veya öldürülürsek bu zarfı iyi saklayın. Herşey iyi giderse zarfı bize geri verin.”… “Uçak Tahran’a indiğinde milyonlar onu karşıladı, bir sorun çıkmadı, sarı zarfı onlara geri verdim. Sarı zarfın içinde meğer İran İslam Devleti’nin anyasası varmış.”

Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, İran’dan Arabistan’a, ta o zaman Ukrayna’dan Kırım’a kadar burnunu sokmadığı yer kalmayan, Erdoğan ile de yakın ilişkisi olan Scholl-Latour’a sorulacak sorulardan biri Amerikan derin devletinin Erdoğan’ın eline de hazırlanmış böyle sarı kaplı bir zarf verdiği konusunda bilgisinin olup olmadığıydı. Schollatour tüm sırlarıyla mezara gitti ancak erken ifşaatlarının ülkemizde vücüt bulmuş haliyle her gün karşı karşıyayız. Humeyni’nin sarı zarftaki İran İslam Devleti Anayasası bana, Sadat’ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bitirecek olan çekmecede bekletilen; laikliğin kaldırılması, TSK’nın dönüştürülmesi ve federasyon öneren dinci anayasasını anımsattı.

Ülkenin yıkımında birbirinden beslenen iktidar ve muhalefet arasında paramparça edilen Türkiye’ye giydirilmek istenen esaret gömleği on yıllar öncesinden Atlantik ötesinden böyle Batılı ajanlarla biçildiğini Türkiye artık biliyor!

Bu anımı sizlerle bir daha paylaşmak istedim.

Türk milleti ellerine ayaklarına geçirilen prangaları elbette kırıp atacak, tıpkı tarihte yaptığı gibi.

Umut ve Ümit’leri var ülkemizin.

Yeter ki saflar bilinsin.

Editör: TE Bilişim