Öznur, yazısında, 28 Şubat sürecini, Refah-Yol hükümetine yönelik iç ve dış baskıları, Genelkurmay’ın siyasete açıktan müdahalesini, ordu içindeki BAAS’çı zihniyeti, militarist yapıları, askeri vesayetin emrindeki, BEŞ’li çeteyi, kartel medyasını, halksız demokrasiyi savunan milli irade ve demokrasi düşmanı, sahte demokratları, “postallı” demokratları, “garnizon” demokratlarını anlatmıştır.

Yazısında, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun tarihi rolüne ve önemine dikkat çekmiş; ilkeli ve dik duruşuyla tarih yazdığını, demokrasiye ve milli iradeye sahip çıkarak Türkiye’yi; BAAS’çı darbeden kurtardığını anlatmıştır.

Hakkı Öznur’un 28 Şubat sürecini anlatan yazılı açıklamasının tam metni:

28 Şubat 1997 kararlarının arkasından 25 yıl geçti. 28 Şubat kararları antidemokratikti. Askeri vesayet, milli iradenin tercihiyle Meclis’e gelen, hükümeti kuran sivil yönetime her türlü baskıyı yapıyordu. Yakın politik tarihe askeri vesayet tarafından “Postmodern Darbe” olarak nitelenen 28 Şubat sürecinin, öncesinin, sürecin ve sonrasının çok iyi bilinmesi lazım.

9 Mart 1971’de darbe yapmaya kalkan devrimci sol cuntalar 28 Şubat sürecinde karşımıza çıkmıştır. MDD’ci / BAAS’çı çizginin takipçileri 28 Şubat sürecinde sivil siyasete müdahale etmişler, BAAS’çı otoriter dikta rejimi kurmak istemişlerdir. Sivil iradeye boyun eğdirmişler ancak askeri bir müdahaleyi gerçekleştirememişlerdir.

BBP lideri, milletin adamı, Muhsin Yazıcıoğlu, “1993 örtülü darbe” sürecinde, “28 Şubat” ve e-muhtıra döneminde askeri vesayetle, vesayetçi çevrelerle mücadele etmiş, demokrasiye sahip çıkmıştır. Darbe şartlarını olgunlaştırmak isteyen, Gladyo ile NATO ile ABD ile ilişkili vesayetçi çevrelerin oyunlarını bozmuş ve deşifre etmiştir.

Şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu, Amerikancı darbeler zincirine, ordu içindeki cuntalara, demokrasi dışı arayışlarda bulunan vesayetçi çevrelere, odaklara millet adına, demokrasi adına karşı çıkmıştır. Her türlü vesayetçi çevrelerle mücadele etmiştir.

Her zaman hak, hukuk, adalet çizgisinde siyaset yapan daima, demokrasiyi, adaleti ve özgürlükleri savunan Muhsin Yazıcıoğlu, 28 Şubat sürecinde, BAAS tipi dikta rejimi kurmak isteyen. “demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen Ordu içindeki BAAS zihniyetli cuntalara ve onların işbirlikçilerine millet adına meydan okumuş, oyunlarını bozmuş bir büyük liderdir.

Milletin adamı ve vicdanı olan Yazıcıoğlu “Namlusunu milletine çevirmiş bir tankı asla alkışlamam”, “Türkiye, İran olmayacak, Cezayir olmayacak, Suriye yapılmasına da biz asla müsaade etmeyeceğiz” diyerek, ABD, İsrail muhibbanı Çevik Bir ve şürekâsına, askeri vesayete bürokratik oligarşiye ve beşli çeteye karşı çıkmıştır.

Muhsin Yazıcıoğlu’na göre 28 Şubat, en ince ayrıntılarına kadar düşünülmüş, küresel bir operasyondu. Muhsin Yazıcıoğlu, askeri vesayete ve onun her türlü iş birlikçilerine şunları söylüyordu: “Ben 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat bunun moderni, bunun postmoderni hangisi olursa olsun hepsine karşıyım. Türkiye artık darbeler ülkesi olmayacak. Cuntalar ülkesi olmayacak. Mafya ülkesi olmayacak. Buna karşı hep beraber demokrasinin, temel insan haklarının yanında yer almak zorundayız.”

adamı “ŞEHİT LİDER” Muhsin Yazıcıoğlu, 40 yıllık siyasi yaşamı boyunca askeri vesayete, bürokratik vesayetlere, parti vesayetine, yargı vesayetine, hep karşı olmuştur. Adaleti, demokrasiyi ve özgürlükleri savunmuştur. Tek adam, tek parti rejimi peşinde koşan zihniyetleri ülke ve demokrasi açısından tehlikeli olarak görmüş ve her türlü otoriter anlayışa ve otokratik siyasete karşı çıkmıştır. Sivil ve demokratik siyaseti savunan Yazıcıoğlu siyasi yaşamı boyunca darbecilerle, darbe peşinde koşanlarla, cuntalarla, bürokratik oligarşi ile her türlü kriptolarla daima mücadele etmiş, demokrasiyi ve milli iradeyi savunmuştur.

GENELKURMAY SİVİL SİYASETE MÜDAHALE ETTİ

24 Aralık 1995 genel seçimleri öncesi ordu yine kaynıyordu. Ekim 1995 yılında ordunun bir muhtıra hazırlıkları yaptığı Genelkurmay Karargâhı’na yakın laik-Kemalist çevrelerde dile getiriliyordu. Genelkurmay Karargâhı ve TÜSİAD, yaptırdıkları kamuoyu yoklamalarında Refah Partisi’nin 1. parti çıktığını görünce endişeye kapılmışlardı. Hem askerler hem patronlar bu durumdan rahatsız olmuşlardı. TÜSİAD, bu durum üzerine klasik merkez sağ seçmene “oylarınızı bölmeyin” çağrısı yapıyordu. Ancak çıkan seçim sonuçları, TÜSİAD ve askerleri derinden rahatsız etmişti.

TÜSİAD Başkanı Halis Komili ve bazı TÜSİAD üyeleri, Tansu Çiller’e “Mesut Yılmaz’a söyleyelim. Siz de özveride bulunun, üçüncü bir ismin başbakanlığında koalisyon için uğraşın” diyorlardı. Yabancı sermaye de ANA-YOL’u istiyordu. Merkez medyanın yayın organlarından Sabah gazetesinin 23 Ocak 1996 tarihli manşeti, her şeyi izah ediyordu: “Yabancı sermaye ANA-YOL’u bekliyor.”

Erbakan hükümeti kuramayınca, Demirel, yeni görevi 3 Şubat günü ANAP lideri Mesut Yılmaz’a verdi. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, TÜSİAD patronları ve merkez medya, ANAP-DYP koalisyon hükümetinin kurulması için Mesut Yılmaz ve DYP lideri Tansu Çiller’e baskı yaptılar.

ASKERLER VE TÜSİAD BASKI YAPINCA MESUT YILMAZ ERBAKAN İLE KOALİSYON HÜKÜMETİNİ KURMAKTAN VAZGEÇTİ

Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanları, 7 Şubat 1996’da TBMM’ye gelerek ANAP’lı Meclis Başkanı Mustafa Kalemli’ye Mesut Yılmaz’a söylemesi için RP ile koalisyon hükümeti kurmamalarını, hükümeti DYP ile kurmaları mesajını verdiler. Aynı komutanlar TBMM’de “Laiklik ve Atatürkçülük” konuşmasından dolayı Mustafa Kalemli’ye tebriklerini sundular.

Bu süreçte ANAP ile RP arasında devam eden görüşmelerde anlaşma sağlanacaktı. 14 Şubat’ta RP lideri Erbakan, Mesut Yılmaz ile bir araya geldi. Erbakan bu görüşmede Yılmaz’ın başbakanlığına bile razı olmuştu. Hatta iki partinin kurmayları ön protokol bile hazırlamışlardı.

İki parti bakanlıklar da bile anlaşmıştı. İcracı bakanlıklarını 8’i ANAP, 9’u Refah’ın olacaktı. ANAP lideri Mesut Yılmaz, 21 Şubat 1996 günkü Hürriyet gazetesinde çıkan mülakatında “Refah’ın denenmesi gerektiğine inanıyorum” diyordu. Bu açıklama statükocu kesimleri, rahatsız etmişti. Bazı komutanlar, iş adamları tepkilerini ANAP’lı Meclis Başkanı Mustafa Kalemli ve bazı ANAP kurmaylarına iletiyorlardı. Gösterilen sert tepkiler Mesut Yılmaz’ı korkutacaktı. Yılmaz RP ile hükümet kurmaktan vazgeçecekti. 24 Şubat 1996’da ANAP-RP görüşmeleri sona erdi. Yılmaz, askerlerin baskıları sonucu RP ile koalisyon hükümeti kurmayacaklarını, RP lideri Necmettin Erbakan’a söyledi.

MUHSİN YAZICIOĞLU: ANADOLU’DA BİR SÖZ VAR. EL SIKIŞTIKTAN SONRA DÖNEKLİK OLMAZ!

RP lideri merhum Necmettin Erbakan, hoca Mesut Yılmaz’a “sen ne biçim adamsın” diye kızmıştı. Erbakan, son bir ümit olarak BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nu Meclis’te ziyaret ederek, Mesut Yılmaz’la görüşüp onu ANAP-RP hükümeti için ikna etmesini rica ediyordu. Erbakan Hoca’nın bu ricası üzerine ANAP lideri Mesut Yılmaz’la görüşen Muhsin Yazıcıoğlu, Yılmaz’a, bu hükümetin kurulmasının, ülkenin menfaatine olduğunu, demokrasi arayışların devam ettiğini, ülkenin istikrar ve huzura ihtiyacı olduğunu söylüyordu.

Mesut Yılmaz ise bu görüşmede Muhsin Başkan’a bu işin mümkün olmadığını, üzerinde büyük baskılar olduğunu, askerlerin, patronların, merkez medyanın, ANAP-RP hükümetini istemediğini anlatıyordu. Mesut Yılmaz, Muhsin Başkan’a; “ne yapayım askerler istemiyor.” diyordu. Muhsin Yazıcıoğlu ise; “Askerler ne karışır bu işe, siyaseti biz mi yapıyoruz, askerler mi?” diyordu.

Mesut Yılmaz, “O iş öyle kolay değil.” deyince Muhsin Başkan cevaben şu tarihi sözleri söylemiştir:

“Mesut Bey, Anadolu’da güzel bir söz var. El sıkıştıktan sonra döneklik olmaz. Sen Erbakan Hoca ile anlaşmışsın, hükümeti kurmak için son noktaya gelmişsiniz. Şimdi ise oyunbozanlık yapıyorsun. ‘Askerler istemiyor’ diye hükümeti kurmaktan vazgeçiyorsun. Böyle siyaset, böyle liderlik olmaz. Senin yapman gereken, hükümeti kurup, sana baskı yapan, siyasete müdahale eden generalleri hemen emekliye sevk etmektir. Ben 12 Eylül darbesini yaşamış biriyim. Bunlardan korkma. Bunlardan korkarsan, hükümet kuramazsın.”

RP LİDERİ ERBAKAN: MESUT YILMAZ BİZE OYUN OYNADI

2 Mart 1996 günü Muhsin Yazıcıoğlu’nu meclisteki makamında ziyaret eden, RP lideri Necmettin Erbakan, ANA- REFAH koalisyonunu bozan Mesut Yılmaz’ı Muhsin Başkan’a şikâyet ederek , “Yılmaz bizi alet etti bize oyun oynadı aldattı Mesut Yılmaz iki yüzlü davranıyor” diyordu. Muhsin Yazıcıoğlu RP-ANAP koalisyonunun kurulmasını askerlerin engellediği yönündeki iddialara açıklık kazandırılmasını söyleyerek şu tarihi cümleleri sarf etmişti:

“Kimse millet iradesi dışında bir iradeyi Meclis’e dikte ettiremez. Genelkurmay, Cumhurbaşkanı, yetkililer, iddialarla ilgili açıklama yapmalıdır. Kimse ordumuzu iç siyasetin içine çekmez. Ordumuzu yıpratmaya kimsenin hakkı yoktur. Orduyla milleti karşı karşıya getirmeyin”.

YAZICIOĞLU: ANA-YOL HÜKÜMETİ SİLAH ZORUYLA KURULAN BİR ÇANKAYA HÜKÜMETİDİR

koalisyon hükümeti kurulmayınca, Genelkurmay ve burjuvazinin isteğiyle Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığında 3 Mart 1996 günü zoraki nikâh denilen ANA-YOL hükümetinin temeli atıldı. DSP’nin de desteklediği ANA-YOL hükümeti, 6 Mart 1996’da kuruldu. RP, böylece devre dışı kaldı. ANA-YOL hükümeti 12 Mart 1996 günü Meclis’ten güvenoyu aldı. 257 kabul, 207 red, çekimser 80 oyla hükümet, güvenoyu aldı. ANA-YOL hükümeti de fazla uzun ömürlü olmadı. Topu topu 3,5 ay, 110 gün sürmüştü. Çiller ve Yılmaz arasındaki çekişme, hükümetin yıkılmasına sebep oldu. Gensoruyla düşürülmek istemeyen Mesut Yılmaz, 6 Haziran 1996’da istifa etti, bir gün sonra hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı Demirel tarafından tekrar RP lideri Necmettin Erbakan'a verildi. Muhsin Yazıcıoğlu “ANA-YOL hükümeti, silah zoruyla kurulan bir Çankaya hükümetidir” diyordu.

İÇ VE DIŞ BASKILARA RAĞMEN REFAH-YOL HÜKÜMETİ KURULDU

RP lideri Necmettin Erbakan’ın, DYP lideri Tansu Çiller'le yaptığı görüşme neticesinde RP-DYP koalisyon hükümeti 28 Haziran 1996'da kuruldu. Bu hükümetin kurulması üzerine bürokratik oligarşi tekrar harekete geçerek hükümetin güvenoyu almaması için yoğun baskılara başladılar. TÜSİAD ve Genelkurmay, DYP lideri Tansu Çiller'e; “nasıl olur da irticanın temsilcisi RP ile hükümet kurarsınız” diyorlardı. Genelkurmay, TÜSİAD, merkez medya Refah-Yol hükümetine karşı saldırıya geçtiler.

DYP lideri Tansu Çiller ile ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın anlaşamaması üzerine yıkılan hükümet, TÜSİAD’ı derinden üzmüştü. Patronlar ve Genelkurmay, RP ile koalisyona karşıydı. RP-DYP hükümeti kuruldu kurulmasına ama güvenoyu alması için 7 milletvekiline ihtiyaç vardı. Yani Büyük Birlik Partisi’nin milletvekillerine… Büyük Birlik Partisi bir kez daha demokrasiden ve özgürlüklerden yana tavır alarak, sandıktan birinci parti çıkan RP’nin DYP ile kuracağı koalisyon hükümetine kerhen destek verdi. Bunun üç sebebi vardı:

1. Çoğulcu demokrasinin gereğini yerine getirmek,

2. Milli, İslami değerlere bağlı çevrelere, (özellikle fanatik RP tabanına) Müslümanların iktidarını engellediler dedirtmemek,

3. Oligarşik ve bürokratik dikta rejiminin devamından yana olan otoriter ve totaliter düşünceye sahip zihniyetlere karşı, sivil, demokratik, hukukun üstün olduğu iradeyi ortaya koymaktı.

MUHSİN YAZICIOĞLU: DEMOKRASİ DÜŞMANLARINA BOYUN EĞMEYİZ, HİÇBİR GÜÇ VE ODAK TANIMAYIZ

Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun askeri vesayete karşı çıkan, demokrasinin yanında yer alan tavrını içlerine sindiremeyen ANAP’lılar, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Refah-Yol hükümetine verdiği “evet” kararından vazgeçirmek için Meclis’te baskı yapmaya kalktılar. ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın özel olarak görevlendirdiği, Türkiye Cumhuriyetin 53. Hükümeti olan (ikinci Mesut Yılmaz hükümeti ya da ANA-YOL olarak bilinen” hükümette Devlet Bakanlığı görevi de yapan, ANAP Trabzon milletvekili Eyüp Aşık, Muhsin Yazıcıoğlu’ndan randevu talebinde bulundu.

Muhsin Yazıcıoğlu ise her zamanki zarif tutumu ile randevu talebini kabul etti. Görüşmeye gelen milletvekili Yazıcıoğlu’na, “Efendim sizin duruşunuz ve tavrınız, kamuoyunda herkes tarafından takdir ediliyor. Hakkınızda kimse kötü bir söz etmiyor. Fakat bir noktada sizden rahatsızlık duyuluyor. Yeni kurulacak hükümete güvenoyu vereceğiniz söyleniyor. Bu konuyu bir kez daha düşünür müsünüz?” demiştir.

Yazıcıoğlu ise “O, sizin şahsi görüşlerinizdir. Biz parti olarak yetkili kurullarımızla istişare yapar, alınan karar ne ise onu uygularız. Biz, milli iradeden yanayız. Demokrasinin köklü bir şekilde yerleşmesi için sandıktan çıkan iradeye de saygılıyız. Parti olarak ülkemizde istikrarın temini için her şeyi yapacağız” diye karşılık vermiştir.

MESUT YILMAZ’IN ‘DARBE OLUR’ MESAJINI MUHSİN YAZICIOĞLU’NA İLETTİLER

Aynı milletvekili ikinci kez liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu ile görüşerek “Yarınki güven oylamasında ‘evet’ derseniz eğer, sizin için sıkıntı olacak” şeklinde konuştu. Bu sözler üzerine Yazıcıoğlu, “Ne sıkıntı olacak? Biz düşündük, değerlendirdik, ülkemiz ve milletimiz için en doğru karar bu. Dolayısıyla biz tavrımızı orada ortaya koyacağız” demiştir. Bunun üzerine milletvekilinin bu kararlarının sonuçlarının ağır olacağını ima eden cümleleri üzerine Muhsin Başkan, “Kimse bizim aldığımız kararı değiştiremez, kimse bize dayatma yapamaz, milletin aleyhine iş yaptırtamaz. Biz, milletimiz ne diyorsa onu yaparız. Herkes demokrasiye saygı göstermelidir. Demokrasiyi tanımayanları, milli iradeyi tanımayanları, biz hiç tanımayız. Bizim hayatımız, şer odaklarıyla mücadeleyle geçti. Zalimlere, darbecilere, cuntacılara asla boyun eğmedik. Git seni gönderenlere bunları aynen söyle.” şeklinde cevap verdi.

Anavatan Partisi milletvekili Eyüp Aşık, Oltan Sungurlu ile ısrarla ‘evet’ oyu vermemelerini istedi. Mesut Yılmaz’ın ‘Destek vermeyin, Meclis açık kalsın’ şeklindeki ‘darbe’ imasını iletmişlerdi. Güven oylamasının olduğu günün öncesinde Anavatan Partisi Milletvekili Eyüp Aşık, Meclis’te Muhsin Yazıcıoğlu’nun oturduğu sıraya birkaç defa geldi. Israrla “Mesut Bey’in çok selamı var. Durum vahim, yara açılmış vaziyette. Ne olur tuz, biber ekmesin arkadaşlar. Aksi halde bu yara bir daha kapatılamaz. Milletin meclisi açık kalsın. Destek vermeyin ya da oylamada çekimser kalın” diyerek, darbe imasında bulundu.

MUHSİN YAZICIOĞLU: ALLAH’TAN BAŞKA KİMSEDEN KORKUMUZ YOK!

Sürecin en hararetli günlerinde askeri vesayet, tekelci sermaye, tekelci medya, oligarşik güçler, şehit liderimize gözdağı vermeye çalıştılar ama yiğit liderimiz, küresel güçlere ve onların yerli iş birlikçilerine şu tarihi sözleri söylemiştir:

“Benim adım Muhsin Yazıcıoğlu. Bana baskı sökmez. Ben kimseden emir ve talimat almam. Allah’tan başka kimseden korkumuz yok. Biz milli iradeye inanıyoruz. Milli iradenin dışında hiçbir iç ve dış odak tanımayız. Demokrasi dışı arayışlara şiddetle karşıyız. Demokrasinin arkasında durmaya ve demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz. Sizi gönderen patronlarınıza, paşalarınıza söyleyin, hiçbir güç odağı Muhsin Yazıcıoğlu’na milletin aleyhine, demokrasinin aleyhine bir iş yaptıramaz. Ben ve dava arkadaşlarım milletle siyaset yaparız. Sadece milletimize hizmet ederiz. Herkes bunu böyle bilsin. Bizi uşaklarıyla, piyonlarıyla maşalarıyla karıştırmasınlar!”

KÜRESEL GÜÇLER REFAH-YOL HÜKÜMETİNİ DÜŞÜRMEYE ÇALIŞTI

8 Temmuz 1996 Cumartesi günü Muhsin Yazıcıoğlu, Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada hükümete "kerhen destek" vereceklerini açıkladı. Refah-Yol hükümeti, 8 Temmuz 1996’da 265 ret oyuna karşılık, 278 kabul oyu aldı. BBP evet oyu verdi. Hükümette DYP’li olup da güvenoyu vermeyenler vardı. Refah-Yol hükümeti, güvenoyu aldıktan hemen sonra görevine başladı. Bu hükümet kuruluşuna müteakiben içeride ve dışarıda saldırılarla karşı karşıya kaldı.

Tekelci sermaye ve oligarşik güçler, Refah-Yol hükümetinin yıkılması için kampanyalar başlattılar. “Sivil ihtilal kuvvetleri” çalışmaya başladı. Hükümetin ekonomide kısa dönemdeki başarıları ve izlemiş olduğu bazı doğru siyasetler, çıkar çevrelerinin işine gelmedi. Yüksek faiz lobisi ve dış odaklar, Refah-Yol hükümetinin yıkılması için Atina’da bir araya gelerek düğmeye bastılar. Ardından hükümeti sarsmak için tarikatlar, Aczimendiler, kalkancılar, kurban, türban, Kudüs gecesi, İran gezisi vb… gibi önceden hazırlanan senaryolar uygulanmaya konuldu. Bazı servisler tarafından özel olarak hazırlanan senaryolar, piyasaya sürüldü, Medyada manipülatif şekilde kullanıldı. Refah-Yol hükümetine karşı çıkan ordu, merkez medya, burjuvazi ve CHP, dört koldan antidemokratik girişimlerde bulundular. TSK, “İrtica, PKK’dan daha tehlikeli” dedi.

MUHSİN YAZICIOĞLU DEMOKRASİ DÜŞMANI GENERALLERLE İLGİLİ BAŞBAKAN ERBAKAN’I UYARDI

9 Ocak 1997 tarihinde, 28 Şubatçıların sesi Hürriyet gazetesine konuşan bir askeri yetkili, “gerekirse silah kullanacağız” diyordu. Basında çıkan, demokrasiyi tehdit eden, sivil siyasete müdahaleye dönük haberler üzerine Muhsin Yazıcıoğlu, Başbakan Erbakan’a, “Demokrasi dışı arayışlar devam ediyor. Genelkurmay’a hangi askeri yetkilinin silah kullanacağını sorun. Genelkurmay Başkanlığı size bağlı bir kurum, sivil siyasete müdahale eden bu şahsı bulun, bununla irtibatlı askerleri bulun. ‘Bunlarla ilgili soruşturma açın, tahkikat başlatın’ diye yazı yazın, emir verin yoksa bunlar hükümeti yıkmak için her şeyi yaparlar” diyerek tavır koymasını istemişti. Fakat dönemin Başbakanı rahmetli Necmettin Erbakan Hoca, irade ortaya koyamıyor ve durumu geçiştiriyordu.

Sistemli olarak yapılan çalışmalar doğrultusunda, “fırtına hareketi” önce 4 Şubat 1997’de Sincan’da tanklar yürütülerek başladı. Ardından bilinçli bir şekilde medyada “darbe geliyor, muhtıra yakında” haberleri tahrikçi bir şekilde verildi. Ortam, askerlerin medyada bilerek verilen sivil iradeye yönelik açıklamalarıyla daha da sertleşirken, artık 28 Şubat’a iyice yol alınacaktı. Gölcük toplantısında alınan kararlar doğrultusunda sivil siyasete müdahale eden askeri bürokrasi Refah-Yol hükümetine gözdağı vermek için anayasal bir suç işleyerek 4 Şubat 1997’de Sincan’da tankları yürüttü.

MUHSİN YAZICIOĞLU: NAMLUSUNU MİLLETİNE ÇEVİRMİŞ BİR TANKI ASLA ALKIŞLAMAM

4 Şubat 1997’de Sincan’da yürütülen tanklar için Genelkurmay Karargâhı’na en sert tepkiyi Muhsin Yazıcıoğlu gösterdi. Milletin adamı, demokrasi savunucusu Muhsin Yazıcıoğlu, tankların sokağa çıktığı gün bayram eden ve askeri tahrik eden zinde güçleri, “Demokraside çözüm, asker çağırmak değildir” diyerek uyarıyordu. Tankları alkışlayan antidemokratik çevreleri, Türkiye’yi maceraya sürüklemek isteyen karanlık çevreler olmakla itham etti ve onlarla mücadele etti. 5 Şubat 1997 tarihli Gündüz gazetesinde askerin siyasete müdahalesini eleştiren sözleri şöyleydi: “Bu çevrelere sesleniyorum. Rüzgâr eken, fırtına biçer ve bu fırtınadan mutlaka kendileri zarar görür.”

Muhsin Yazıcıoğlu iki gün sonra başka bir açıklamasında “Namlusunu milletine çevirmiş bir tankı asla alkışlamam” dedi. Bu sözleri de 7 Şubat 1997 tarihli Gündüz gazetesinde manşetten verildi.

4 Şubat 1997’de Sincan’da tank yürüten, milli irade ve demokrasi düşmanı, ulusalcı militarizme, oligarşik güçlere; “Askerin yeri kışladır. Ordu sivil siyasete müdahale etmemelidir, ‘ordu göreve’ diyen darbeci zihniyet, demokrasi ve millet düşmanıdır.” diye haykırmış, cesareti ve dik duruşuyla milletin gönlünde taht kurmuştu.

Demokrasiye müdahale eden, TSK içindeki mezhepçi cuntaların organize ettiği tankların yürüyüşünü 23 Şubat 1997’de Washington’da katıldığı bir baloda yaptığı konuşmada; “demokrasiye balans ayarı” olarak ifade eden Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir’in açıklamalarına en net tavrı yine milletin adamı olan Muhsin Yazıcıoğlu göstermiş ve “Demokrasiye balans ayarı yapmak, kimsenin haddi değildir. Bu ülkede demokrasi, asker, sivil herkese lazımdır. Demokrasiye balans ayarı yapmak, sivil otoritenin emrinde olan bir askeri bürokrata düşmez.” sözleri ile darbe peşinde koşan generallere tarihi bir cevap vermiştir.

BÜROKRATİK OLİGARŞİ, BASKIYLA 28 ŞUBAT KARARLARINI ALDIRTTI

Org. Çevik Bir gibi 28 Şubat’ın önemli aktörlerinden Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya da 28 Şubat 1997 kararlarından 4 gün önce, “dinci akımlar, PKK’dan daha tehlikeli” diyordu. Genelkurmay Karargâhı, sivil iktidara psikolojik savaş operasyonları yaptı. Katı laikçi Oramiral Güven Erkaya, hükümete en radikal çıkışları yapan, MGK toplantılarında Başbakan Necmettin Erbakan ve diğer bakanlara haddini aşan ve en sert sözleri sarf eden, Refah-Yol hükümetinden nefret eden bir orgeneraldi.

Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak ve diğer Refah-Yol karşıtı kadronun beyni, kimi çevrelere göre BÇG’nin de mimarı olan Güven Erkaya’ydı. Anayasa gereği, sivil otoriteye bağlı olan askeri bürokrasi, ne anayasa, ne hukuk, dinledi. Bazı generaller (Doğu Silahçıoğlu, Osman Özbek, Doğu Aktulga vb.), görev alanlarının dışına çıkıp, hükümeti aşağılayıp siyasete müdahale ettiler. Bu süreçte Deniz Kuvvetleri bünyesinde “Batı Çalışma Grubu” (BÇG) adıyla hukuk dışı illegal yapılanmalar meydana getirildi. İnsanlar fişlendi. Topluma gözdağı verilmeye çalışıldı.

Hükümet, MGK’ya boyun eğmişti. Bu atmosferde tek yürekli ses, sivil ve demokratik çıkış şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’ndan geldi. Yazıcıoğlu kararları “örtülü darbe” olarak nitelendirdi. “Bu kararlar ancak demokrasi ve özgürlüklere düşman, otoriter, totaliter, dikta rejimlerinde uygulanır” diyerek karşı çıktı. 28 Şubat MGK kararları, vesayetçi çevreleri, milli ve manevi değerlere düşman “BEŞLİ ÇETE”yi sevindirmişti. 28 Şubat, doğrudan halka ve onun yaşam biçimine karşı yapılmıştır.

YAZICIOĞLU: SAYIN BAŞBAKAN, KOMUTA KADEMESİNİ DERHAL EMEKLİ ETMELİSİNİZ. YOKSA BUNLAR HÜKÜMETİ DÜŞÜRECEK

Muhsin Yazıcıoğlu, Başbakan Erbakan’a antidemokratik 28 Şubat kararlarını imzalatmaya çalışan generalleri emekli etmesini, aksi takdirde bu hükümetin fazla uzun ömürlü olmayacağını, baş başa yaptıkları görüşmede yüzüne söylemişti.

Muhsin Yazıcıoğlu, RP lideri Başbakan Necmettin Erbakan’a, açıkça, demokrasiye müdahale eden, sivil siyasete karışan, faşist 28 Şubat kararlarını baskıyla dikte ettiren komutanları emekli etmesini, yoksa hükümetin ömrünün uzun olmayacağını söyledi. Tansu Çiller de Erbakan’a Yazıcıoğlu’nun söylediklerini söyledi. Erbakan ise hem Yazıcıoğlu’na, hem ortağı Çiller’e Cumhurbaşkanı Demirel’in komutanların emekliye sevk edilmesine sıcak bakmayacağını ve karşı çıkacağını söyledi.

MUHSİN YAZICIOĞLU: TÜRKİYE, İRAN OLMAYACAK, CEZAYİR OLMAYACAK. SURİYE YAPILMASINA DA BİZ ASLA MÜSAADE ETMEYECEĞİZ!

Herkes darbeden korkarken, suspus olurken köşelerine çekilirken, milletin adamı “MUHSİN BAŞKAN”, ülkeyi felakete sürüklemek isteyen, tek partili rejim kurmaya çalışan Sol cuntalara, hukuk dışı yapılara meydan okuyor, demokrasiden taviz vermiyordu. Patronlar kulübü “TÜSİAD”ın da içinde yer aldığı, “Beşli Çete” denilen Genelkurmay karargâhı ile irtibatlı “sivil ihtilal kuvvetlerinin” ve ordu içindeki mezhepçi cuntaların antidemokratik baskıları devam ediyordu. Kartel medyası, iş dünyası ve onların Meclis’teki temsilcileri olan bazı siyasi partiler, demokrasi dışı arayışları sürdürüyordu.

12 Haziran 1997 günü Başbakanlık konutunda bir araya gelen Başbakan Necmettin Erbakan, yardımcısı Tansu Çiller ve şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, aldıkları askeri müdahale duyumlarını konuşuyorlardı. DYP lideri ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’e göre, 13 Haziran’da askerler, darbe yapacaktı.

Muhsin Başkan, bu toplantının hemen ardından Başbakanlık binası önünde bekleyen gazetecilerin darbe sorularını cevaplandırırken, birtakım yerlere anında ulaşan, adrese teslim öyle bir söz söylüyordu ki demokrasi ve milli irade düşmanı ordu içinde MDD’ci (Milli Demokratik Devrim), mezhepçi zihniyetin oyununu bozuyor, hamlelerini boşa çıkarıyordu. Askeri darbe ile yönetime el koyup, BAAS’çı/Nusayrici bir dikta rejimi kurma çabalarına; “Türkiye, İran olmayacak, Cezayir olmayacak. Suriye yapılmasına da biz asla müsaade etmeyeceğiz!” diyerek karşı çıkıyordu.

Bu tarihi söz ve çıkış, toplumun birçok kesiminden büyük destek almıştı. Muhsin
Ordu içindeki mezhepçi cuntalar, 1997 Haziran’ında darbeyi yapmayı planlarken, birtakım siyasiler ve bürokratlar, ‘darbe olacak’ diye yurt dışına çıkma hazırlıkları yaparken, Muhsin Başkan’ın ülkeye ve demokrasiye sahip çıkan tarihi çıkışı, darbeyi tersine çevirecekti. Muhsin Yazıcıoğlu’nun, ülkenin geleceği ile tarihsel çıkışı etkili olmuş, Türkiye /BAAS zihniyetli askeri darbeden dönmüştü.

ABD/İSRAİL MUHİBBANI ORG. ÇEVİK BİR: BU BİR POSTMODERN DARBE

Demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyen çevrelerin destekçisi “sivil ihtilal kuvvetleri”, darbe simsarcısı 5’li çetenin (TÜSİAD, TOBB, TESK, DİSK, TÜRK-İŞ) çalışmaları, laikçi, jakoben, sivil üniformalıların faaliyetleri, garnizon demokratlarının gayretleri, bürokratik statükocu güçlerin temsilcilerinin baskıları, şantajları neticesinde Refah-Yol hükümeti yıkılacaktı. Devlet içerisinde oluşturulan, hukuk dışı BÇG’ler (Batı Çalışma Grubu), ardından düzenlenen Genelkurmay brifingleri ve Meclis iradesine de yansıyan baskılar neticesinde Refah-Yol hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan istifa etmek zorunda kaldı.

Genelkurmay ve onunla paralel “sivil ihtilal kuvvetleri”nin baskıları, entrikaları ve Meclis’te kurulan mebus pazarı, transfer borsaları, kirli ve derin pazarlıklar ve çeşitli küresel kuşatmalarla 18 Haziran 1997’de yıkılan Refah-Yol hükümeti için Org. Çevik Bir, “bu bir postmodern darbe” diyordu. Sivil hükümeti, operasyonlarla düşüren silahlı gücün bir numarası olan Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ise, hükümet düştükten sonra; “Nizamiye kapısından döndük” diyordu, yani “Başbakan Erbakan istifa etmeseydi, hükümeti de askeri darbeyle yıkacaktık” demek istiyordu. Org. Karadayı, Refah-Yol hükümetinin ardından, 30 Haziran 1997’de kurulan Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığındaki Ana-Sol-D hükümeti için; “Onlara altın tepsi içinde iktidar teslim ettik” diyordu.

28 ŞUBAT SÜRECİNDE “DARBE” Yİ YAPSALARDI DİKTA REJİMİNİ KURACAKLARDI

Otoriter zihniyetli, anti-parlamentarist, Sol darbeci çizgi 12 Mart muhtırası öncesi ideolojik olarak kendini daha net göstermiştir. Kökleri, 1930’ların Kadro dergisine dayanan bu sol çizgi, 1960’ların başında Yön Dergisi, 1969–1971 arasında da Devrim gazetesi etrafında örgütlenmişler, devrim planları hazırlamışlar, asker–sivil karışımı bir sol darbe yapmaya kalkmışlardı.

27 Mayıs 1960 sonrası (22 Şubat 1962-21 Mayıs 1963) iki kalkışmanın liderliğini yapan Albay Talat Aydemir’in zihniyetiyle 28 Şubat’ın aktörlerinden Çevik Bir, Güven Erkaya, Erol Özkasnak, Doğu Aktulga, Doğu Silâhçıoğlu’nun zihniyeti aynıdır.

1965-70 arasında TSK içinde kurulan Sol/MDD’ci cuntalarla 28 Şubat sürecinde Genelkurmay karargâhında Org. Çevik Bir ve Erol Özkasnak’ın kurduğu demokrasi ve milli irade düşmanı hukuk dışı yapılanma zihniyet olarak birbirinden farklı değildir. Milli Demokratik Devrim’ci (MDD) radikal subaylarla, 28 Şubat sürecinde “BATI ÇALIŞMA GRUBU” kuran radikal subaylar aynı siyasal zihniyete mensuplardır.

9 Mart 1971 günü, Hava Kuvvetleri karargâhında devrim toplantıları yapan, devrim kabinesi hazırlayan, “Devrimci Çalışma Meclisi”, demokrasiye ‘balyoz’ vurmak isteyen anti-Parlamentarist radikal subaylarla, 28 Şubat sürecinde “demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen Çevik Bir ve şürekâsı; demokrasi düşmanı, BAAS zihniyetli, karanlık çevrelerdir.

9 Mart cuntası, 28 Şubat’ta, E- muhtırada ( 27 Nisan 2007) hortlamıştır. 12 Mart öncesi Hava, Kara ve Deniz Kuvvetlerinde kurulan “BATUR ÇALIŞMA GRUBU” ile (12 Eylül öncesi) Temmuz 1978’de Genelkurmay’da kurulan “SALTIK ÇALIŞMA GRUBU” 28 Şubat’ta TSK içinde kurulan “BATI ÇALIŞMA GRUBU” ve devamında Birinci Orduda kurulan “DOĞU ÇALIŞMA GRUBU” arasında hiçbir fark yoktur.

BAAS ZİHNİYETLİ FAŞİST “BÇG” MUHSİN YAZICIOĞLU’NU, NİZAM-I ALEM OCAKLARI’NI İZLEDİ, TAKİP ETTİ VE FİŞLEDİ

12 Eylül öncesi, Washington ile Pentagon ile CIA ile bağlantılı “Saltık Çalışma Grubu” vardı. 12 Eylül sonrasında da devlet içerisinde küresel emperyalizm ile istihbarat örgütleriyle ilişkili, bağlantılı, örgütlü yapıların olduğu bir gerçektir. 28 Şubat sürecinde ‘BAAS’ zihniyetli, millet ve demokrasi düşmanı karanlık bir güruh, ordu içinde cirit atıyor, hukuk dışı, faşist BÇG’yi (Batı Çalışma Grubu) kurmuştur. 2000-2006 arasında yine TSK içinde BAAS zihniyetli (Doğu Çalışma Grubu) kurulmuştur.

Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül 1980 öncesi POL-DER vb. devlet içindeki vatan hainleri tarafından 1993 sürecinde CIA, Mossad, İngiliz gizli servisi vb. istihbarat servislerince, 28 Şubat sürecinde Genelkurmay içinde “BÇG” olarak kurulan ABD, İsrail, İngiltere vb. küresel emperyalizm ile bağlantılı hukuk dışı yapılar tarafından yakından izleniyor ve takip ediliyordu.

12 Eylül öncesi Genelkurmay Karargahı’nda “Saltık Çalışma Grubu” bunlarla iş birliği halinde olan POL-DER adlı Marksist çetenin elemanlarından oluşan “Kaman Çalışma Grubu” (darbeden sonra da bir süre çalışmalarını devam ettirmiştir) Milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili özel çalışmalar yürütmüştür. Mamak’ta, C-5 işkence merkezinde Muhsin Yazıcıoğlu’na ve birçok dava arkadaşlarımıza işkenceler yapmıştır.

28 Şubat sürecinde TSK içindeki BAAS’cı zihniyete sahip, otoriter rejim kurmak isteyen vesayetçilerin ordu içinde kurdukları “BATI ÇALIŞMA GRUBU”, Yazıcıoğlu’nu demokrasiye sahip çıkan, “Türkiye, Suriye olmayacak” çıkışından rahatsız olmuşlar ve onu hedef seçmişlerdi.

ABD/İsrail muhibbi zihniyetin hâkim olduğu demokrasi düşmanı BÇG, şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu'nun ülkenin dört bir yanındaki gezilerini, düzenlenen toplantılarda, kongrelerde, şölenlerde vb. etkinliklerde demokrasiye sahip çıkan askeri vesayeti eleştiren, demokrasi dışı arayışlara karşı çıkan konuşmalarını fişlemişlerdi. Yine bu süreçte cuntalara bağlı çalışan istihbarat servisi, Nizam-ı Alem Ocakları'nı da milli yerli duruşu, dik duruşundan dolayı fişlemişlerdi.

MUHSİN YAZICIOĞLU: AKP 28 ŞUBAT’IN ÜRÜNÜDÜR,

14 Ağustos 2001 yılında kurulan AKP’nin kuruluşu kirli ve karanlıktır. Şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu, 2001-2009 yılları arasında yapmış olduğu birçok konuşmada şunları söylemiştir: “AKP 28 Şubat’ın ürünüdür. AKP, küresel finans kapitalin desteğiyle kurulmuştur. AKP, küresel bir projedir. Küresel para, oligarşinin kurdurduğu, dışa bağımlı küresel bir şirkettir. AKP, Amerika, İngiltere ve İsrail’in desteğiyle iş başına gelen Atlantikçi bir partidir. Kuruluşu kirli ve karanlık olan AKP’nin her safhasında Neoconlar, CIA istasyon şefleri, TÜSİAD patronları, medya patronları yer almış, açık destek vermişlerdir.”

28 Şubat sürecine direnen, meydan okuyan lider, şehit Muhsin Yazıcıoğlu, havasını atan ise AKP Genel Başkanı Erdoğan ve AKP’de siyaset yapanlar. Şunu unutmayalım: ANAP, Özal, 12 Eylül’ün ürünü, Erdoğan ve AKP ise 28 Şubat’ın ürünü. 11 Ekim 2006 Çarşamba günü yayınlanan “Referans” adlı gazetenin manşetinde Muhsin Yazıcıoğlu’nun şu tarihi sözü vardı: “Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı Tamamen 28 Şubat’ın Ürünüdür”.

Gazetenin 17. sayfası Muhsin Yazıcıoğlu ile yapılan röportaja ayrılmıştı. Muhsin Yazıcıoğlu AKP’nin küresel sermayenin iş birlikçisi olduğunu şu tarihi sözlerle ortaya koymuştur: “AKP, dışarının buyruğu altındadır. Dış odakların sayesinde iktidar olmuştur. Döne döne siyaset yapanlar, her renge ve her boyaya girenler, her duruma göre yeni bir gömlek değiştirenler, bukalemunlar gibi siyaset yapanlar, güç odaklarının önünde eğilip, kapılar arkasında kirli sermayeyle, kirli medyayla, kirli bürokrasiyle ve dış odaklarla anlaşmak suretiyle iktidar olabilirler ve olmuşlardır da... Ama hiçbir zaman millete hizmet edememişlerdir”

Editör: TE Bilişim