Hakkı Öznur açıklamasında, milletimizi derinden üzen İzmir’deki skandal provokasyonlara, devam eden ‘darbe’ tartışmalarına da değinmiştir. Öznur, “Ezan, Kur’an, cami, bayrak, vatan, millet, devlet, İstiklal Marşı kırmızı çizgimizdir” demiştir. Yine açıklamasında, “darbelerin panzehiri tam demokrasi” demiştir. Darbeleri, darbecileri, darbelere destek veren odakları lanetlemiş, “tahriklere kapılmayalım, provokasyonlara gelmeyelim” uyarısında bulunmuştur. NATO merkezli Gladyo’nun ülkemiz üzerindeki kirli ve karanlık oyunlarına dikkat çekmiştir. Hakkı Öznur’un yayınladığı açıklamanın tam metni:
EZAN, KUR’AN, CAMİ, BAYRAK, VATAN, MİLLET, DEVLET, İSTİKLAL MARŞI KIRMIZI ÇİZGİLERİMİZDİR
İzmir’de merkezi sistemle ezan okunan camilerin frekanslarına giren, merkezi sisteminin telsiz frekansının şifresini kıran bu alçaklar, bu provokatörler birçok caminin hoparlörlerinden İtalyan partizanlarının, sosyalistlerinin şarkısı Çav Bella'yı çalmışlardır.
Cami hoparlörlerinde ‘Çav Bella’ şarkısının ardından sözleri Aşık Mahsuni Şerif’e ait, Selda Bağcan’ın seslendirdiği “Yuh Yuh” şarkısının çalınması, provokasyonların devamıdır.
Son anlarını yaşadığımız rahmet günlerinde, minarelerden iki gün üst üste şarkı çalınması tam bir provokasyondur. Kışkırtıcı ajan–provokatörler mutlaka bulunmalı ve provokasyonların arkasındaki karanlık odaklar ortaya çıkarılmalıdır.
Mübarek Ramazan ayının sonunda milletçe bayrama hazırlanırken, bu yapılan alçaklıklar hepimizi derinden üzmüştür. Milletçe en fazla birlik beraberlik içinde olmamız gereken günlerde, toplumu birbirine düşürmeye, kutuplaştırmaya, cepheleştirmeye, çatıştırmaya yönelik bu alçakça provokasyonlara toplumun bütün kesimleri en sert tepkiyi göstermek zorundadır.
Özellikle ajan-provokatörlerin bu mübarek günlerde bu işe tevessül etmeleri, niyetlerini açıkça ortaya koyuyor. Hedefleri aziz milletimizin dirliğini, birliğini, kardeşliğini bozmaktır.
Türk yurdunda ezanlar susturulamaz. Cami minarelerinden müzik yayını yapılması, kızıl marşın çalınması ahlaksızlıktır, terbiyesizliktir, saygısızlıktır, şerefsizliktir.
Bu ülkede ezan sesinden, sela sesinden rahatsızlık duyan güruha milletimiz ve özellikle ezan, bayrak, vatan, konusunda hassas olan sağduyulu İzmirli vatandaşlarımız hak ettikleri tepkiyi verecektir.
Bu aziz milletin kırmızı çizgisi ezandır, Kur’an’dır, bayraktır, vatandır. Ezan, Kur’an, cami, bayrak, vatan, millet, devlet, İstiklal Marşı bizim kırmızı çizgilerimizdir. Ezan, bağımsızlığımızın, istiklalimizin ayrılmaz simgesidir. Ezan, dünyanın her yerinden mazlumların tek silahı, manevî çivisi ve tüm Müslümanların kırmızı çizgisidir.
Ezan susmaz, bayrak inmez! Camilerimize yapılan saldırıları lanetliyoruz. Bu çirkin, alçak saldırılar asla kabul edilemez. Mübarek Ramazan ayında Müslümanları derinden yaralayan, bu planlı, programlı provokasyonlara Türk milleti asla gelmez!
Ezana, Kur’an’a, camiye, İstiklal Marşı’na düşman olan karanlık zihniyet, bu millete, bu milletin değerlerine düşmandır. Ezan sesinden, seccadeden, camilerden rahatsız olanlar küresel emperyalizm ve onların yerli iş birlikçileridir.
Karanlık odaklar tarafından İzmir, bilinçli olarak seçilmiştir. Neden Çav Bella? Neden İzmir? Neden mübarek Ramazan ayı? MİT, emniyet, yargı bu provokasyonu mutlaka ortaya çıkarmalıdır.
Devletimiz, bu provokatörleri, kışkırtıcı ajanları bulmalıdır. Toplumu ayrıştırmak, bölmek suçunun hesabını sormalıdır.
Devletimiz, bu provokatörleri, kışkırtıcı ajanları bulmalıdır. Toplumu ayrıştırmak, bölmek suçunun hesabını sormalıdır.
Camilerimize yapılan saldırılar, kutsal bir değerimize değil aynı zamanda birliğimize, dirliğimize, kardeşliğimize, toplumsal barış ve huzurumuza karşı sergilenmiş saldırılardır.
RUHLARINI İBLİSE SATAN PROVOKATÖRLER
Ruhlarını iblise satan müptezeller, küstahlar asla kutsal değerlerimize el ve dil uzatamaz. ‘Gök kubbede ezanlar dinmesin, ay yıldızlı al bayrak gönderden inmesin’ diye mücadelemiz sürecektir.
Ezan-ı Muhammedi varlık nedenimizdir. Hayallerinde ezan yerine başka ses duymak isteyen, İslam düşmanları, ezan düşmanları, Kur’an düşmanları bu ülkede, bu topraklarda, bu coğrafyada, kirli ve karanlık emellerine asla ulaşamazlar.
Ezanlar susmayacak! Aziz, kahraman şehitlerimizin yükselttiği bayrak yurdumuzun üstünde şan ve şerefle ebediyen dalgalanmaya devam edecektir! Allah birlik beraberliğinizi bozmasın!
İlhamını Kur’an’dan alan, İstiklal Marşı'nı yazan, Kur'an şairi, iman şairi Mehmed Akif Ersoy’un söylemiyle “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” sözlerini bize tekrar hatırlatan bu provokasyonu şiddetle kınıyoruz. Bu hainlerin üzerine kararlılıkla gidilip, bu olayın önü ve arkası ortaya mutlaka çıkarılmalıdır.
Milletin adamı, Şehit Lider Muhsin Yazıcıoğlu:
"Ben Türk'üm Türk esir olmaz!
Ben Türk'üm Türk bayraksız olmaz!
Ben Türk'üm Türk devletsiz olmaz!
Ben Türk'üm Türk ezansız olmaz!
Ben Türk'üm Türk hürriyetsiz olmaz!" diyerek kırmızı çizgilerimizi net olarak ortaya koymuştur.
52 YILDIR AYNI PROVOKASYONLAR DEVAM EDİYOR
Sabotajların, provokasyonların, suikastlerin merkezi, merkez üssü Nato merkezli gladyodur. Milletimizin birliğini, beraberliğini, kardeşliğini bozmaya yönelik bu provokasyonlar yeni değildir.
Yakın politik tarihimize bakıldığında kutsallar ve değerler üzerinden yapılan provokasyonları açık olarak görürüz.
12 Eylül 1980 öncesi yine ülkemizde mezhep ve etnik çatışması (Alevi – Sünni, Türk – Kürt) çıkartmak için bir sürü provokasyonlar meydana getirilmişti. NATO merkezli Gladyo, beşinci kol gruplar ve iş birlikçileri kanlı provokasyonlara bilerek neden olmuşlardı.
ABD/NATO ile ilişkili, gladyoyla bağlantılı, devletin kılcal damalarına kadar girmiş ajanlar, kriptolar, uzantıları ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için sansasyonel cinayetler, bombalı katliamlar ve kitlesel provokasyonlar meydana getirmişlerdir. Malatya, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum olaylarını tertip etmişlerdir. Bu kanlı olaylarda, CIA ve Pentagon okullarında yetişen, adlarına “barış gönüllüleri” denilen ajanların var olduğu ise yıllar sonra ortaya çıkmıştır.
Gladyo, 12 Eylül sonrasında ülkemizde, çalışmalarını aksatmadan devam ettirmiştir. 1993 sürecinin; suikastlar, provokasyonlar, faili meçhul cinayetler, devlet içinde illegal yapılanmalar ve demokrasi dışı arayışlarla, 12 Eylül 1980 öncesinden farkı yoktu. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, emekli ve muvazzaf subaylar, profesyonelce işlenmiş siyasi cinayetlere kurban gittiler.
1993 sürecinde karanlık suikastler, Sivas olayları (Madımak yangını) ve Başbağlar katliamı, Gazi mahallesi olaylarıyla laik -antilaik, Alevi – Sünni çatışması çıkarıp, toplumu cepheleştirmek ve kamplaştırmak istemişlerdir.
Provokasyonlar 2013 yılında Gezi vb. olaylarla yine devam etmiştir. En son İzmir’de yaşanan bu provokasyonlar ülkemiz üzerindeki kirli ve karanlık oyunların devam ettiğini göstermektedir.
BOP doğrultusunda etnik ve mezhep savaşları çıkarmak istiyorlar. Ülkemizde bir Alevi – Sünni çatışması çıkarmak emperyalizmin amaçları arasındadır. Türkiye’de Türk – Kürt, Alevi – Sünni kardeşliği ebedidir. Bu kardeşliği, birliği ve beraberliği kimse bozamaz.
Demokrasi değil, sokaklar test ediliyor, küresel merkez dezenformasyonları, kaotik ortam için kirli, hain ve karanlık planlarını uygulamaya çalışıyor. Türkiye üzerinde küresel bir kuşatma var.
NATO merkezli 'Gladio' ile bağlantılı illegal hukuk dışı derin ve karanlık örgütler böyle bir kritik süreçte kitle hareketlerini kontrolden çıkarmak, yönetmek ve yönlendirmekte ustadır. Bu tür karanlık yapıların varlığı halen devam ettikleri bir Türkiye gerçeğidir. Ajan provokatörlere dikkat etmek, vatanını milletini seven her insanımızın tarihi görevidir.
CUMHURİYET TARİHİMİZ DARBELERLE, KALKIŞMALARLA VE MUHTIRALARLA DOLU
Türkiye’nin demokrasi ve demokratikleşme serüveni, uğradığı 5 ayrı askeri darbe/müdahale, 28 Şubat’ta gördüğümüz “post modern darbe”, 27 Nisan 2007’de bir gece yarısı gelen “e – muhtıra” ve 15 Temmuz 2016 kalkışması ile hâlâ sancılı bir şekilde devam ediyor.
Yakın çağ siyasi tarihimize baktığımızda ülke 27 Mayıs, 12 Eylül gibi iki askeri darbe, 12 Mart’ta da yarı darbe (memorandum) gördü. 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963’te Albay Talat Aydemir’in liderliğinde kalkışma girişimlerini yaşadık. Yine, 15 Temmuz 2016 günü, TSK içinde yuvalanan her türlü klikler, cuntalar, bir kalkışmaya kalktılar.
Türkiye’de darbeci geleneğin kökleri İttihat ve Terakki’ye kadar uzanır. İttihat ve Terakki’den günümüze hala ordu içinde darbeci bir damar bulunmaktadır. Kimi zaman bu damara basılarak çeşitli biçimlerle darbeler, müdahaleler yapılmıştır.
İttihat ve Terakki ile başlayan vesayet, Cumhuriyet döneminde, 1946’ya kadar tek parti vesayeti biçiminde, 1946’dan itibaren de çok partili siyasal hayat üzerinde varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Vesayeti tehlikeye girdiği durumlarda, askeri darbeyle, muhtıralarla varlığını meşrulaştırma çabası içinde olmuştur.
Askeri vesayet, sivil siyasete her vesileyle açıkça müdahale ederek, otoriter eğilimlerini açığa vurmuştur. Askeri vesayetin ortaya çıkmasını sağlayan en güçlü ve yaygın neden, ülkedeki siyasal kurumların zayıflığıdır. Askeri vesayeti geri dönülemeyecek ölçüde ortadan kaldırabilmiş değiliz.
Tek parti döneminin otoriter – totaliter mantalitesiyle hareket eden, tek tip toplum, tek partili rejimden yana olan zihniyet, marjinal akımlar, demokrasinin önündeki en büyük engellerden biridir.
Tankların ve süngülerin gölgesinde demokrasi olmaz ve gelişmez. Genelkurmay siyasi parti değildir, politbüro değildir. Siyasi parti gibi davranamaz. Asker, bir siyasi partinin yan kuruluşu gibi veya onun partizanı gibi tavır ve tutum takınamaz.
Demokrasilerde ordunun yeri ve konumu bellidir, görev alanının dışına çıkamaz. Askerin görevi, sivil siyasete karışma veya sivil hükümetlere operasyon yapmak, emretmek, talimat vermek değildir. Ordu, siyasete alet olmamalıdır. Yıpranmamalı, yıpratılmamalıdır.
Askeri diktatörlüklerde, faşist ve komünist rejimlerde ordu, kendisini mutlak hâkim görür. Ancak, çoğulcu demokrasinin hâkim olduğu, demokratik rejimlerde ise ordu sivil iradeye bağlıdır, demokrasiye bağlıdır. Ordunun yeri ve konumu bellidir. Kendini milli iradenin üstünde göremez.
Askeri darbelerin ülkeye bir getirisi olmamıştır. Her militarist darbe, ülkeyi daha da geriye götürdü. Darbeler, muhtıralar neyi çözdü? Hiçbir şeyi… Çözüm, askeri militarizmde değil; çözüm, kesintisiz demokraside ve hukukun üstün olduğu sivil ve demokratik bir rejimdedir.
DARBECİLİK YASALLAŞTIRILMAYA ÇALIŞILMIŞTIR
97 yıllık Cumhuriyet tarihimiz darbelerle, kalkışmalarla, muhtıralarla doludur. Hala demokratikleşemeyen, hala darbe sendromlarını üzerinden atamayan bir ülkeyiz. Yaşadığımız coğrafyada her zaman böyle bir risk vardır.
27 Mayıs 1960’tan beri darbecilik adeta “yasallaştırılmaya” çalışılmıştır. Darbeler ve darbe girişimleri Türkiye’nin ilk defa karşı karşıya kaldığı bir durum değildir.
Türkiye’de yapılan tüm darbeler bürokratik vesayet odakları tarafından seçilmişlere yapılmıştır.
Askeri bürokratik vesayet, sadece demokrasi için daima potansiyel tehlikedir. Ordusu olan her yerde darbe ihtimali ve elinde silahı bulunduran güçlerin sivil siyasete seçilmiş siyasetçiye müdahale arzusu vardır.
Türkiye darbeciliğin, komitacılığın ve cuntacılığın bedellerini çok ağır ödemiş bir ülkedir. Darbecilik ve cuntacılık ahlaki yönü olmayan alçakça yöntemlerdir.
Türkiye, askeri – bürokratik vesayet altında bu günlere geldi. Askeri vesayetin yerini parti vesayeti aldı ülke normalleşemedi, sivilleşemedi, demokratikleşemedi.
DARBELERİN PANZEHİRİ TAM DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİDİR
Demokrasi ve özgürlük adına kara bir dönem yaşanıyor. Bu yapılanlar hukuksuzluğun şahikası. Bu hukuksuzluklar ancak istibdatla, otokrasi ile tek adamla yönetilen rejimlerde olur.
Darbelerin panzehiri otoriterleşme, hukuksuzluk değil, demokrasi ve özgürlüktür! Darbelerin ve yarattığı tahribatın panzehiri demokraside aranmalıdır. Darbelerin panzehiri demokrasi ve özgürlüklerin genişletilmesidir.
Darbelerin panzehiri koşulsuz demokrasi, hukukun işlerliğidir. Ancak bugün darbe ile mücadele demokrasi ile mücadeleye dönüştü.
Darbelerin panzehiri sivil anayasa, demokratik siyasetin ve toplumsal adaletin güçlendirilmesidir.
Darbeyle kalkışmalarla cuntalarla mücadele, güçlü bir demokrasiyle beraber şeffaf ve hesap verebilir, siyasi ve idari bir sistemin inşasıyla mümkündür.
Demokrasiden, anayasal özgürlüklerden korkanlar, otoriter zihniyete sahip çevrelerdir. Apoletli ya da sivil darbelerin önüne geçmenin yolu kesintisiz demokrasi ve hukuk devletidir.
Dolaylı ve doğrudan darbe imasında bulunan siyasal iktidar otoriter – parti devletini daha fazla güçlendirmenin peşindedir. Darbelerin panzehiri daha güçlü hukuk, demokrasi ve güçlü parlamenter demokratik sistemdir. Yaşadığımız yüz yılda hiçbir otoriter ve darbeci zihniyetin yeri yoktur, halkın iradesi esastır.
Demokrasinin tesisi ve hukukun egemen kılınması darbe ve darbecilere ‘Bir daha asla’ demenin yolu adalete, demokrasiye ve çoğulculuğa sahip çıkmaktan geçiyor. Darbe demek demokrasi düşmanlığı demektir. Darbe demek insan hak ve özgürlüklerinin yok sayılması demektir.
Askeri darbelerin panzehiri gerçek bir demokrasi, adil bir hukuk devleti, fikir ve ifade özgürlüğü, güçler ayrılığı ilkesi, güçlü bir parlamenter demokrasidir.
Demokrasiden bahsetmek, hukuk istemek hukukun üstünlüğünü savunmak “suç” olarak görülemez. Darbelere, otoriter yönetim anlayışlarına karşı demokrasiyi ve özgürlükleri savunmak zorundayız. Ülkemizin meselelerini demokratik siyasetle ve diyalogla çözmeliyiz.
SİYASAL İKTİDAR “DARBE HEYULASI” İLE GÜNDEM SAPTIRIYOR
Siyasi iktidar köşeye sıkıştıkça yapay gündemler yaratarak, dikkatleri başka yöne çevirmeye çalışıyor. Son darbe tartışmaları da bunlardan biri.
AKP’nin gündeminde “darbe” milletin gündeminde açlık, yoksulluk işsizlik ve ekonomik bunalım var. Sivil oligarklar, AKP, bu darbe kavramını işine geldiği için iç siyasette kullanıyor.
Mütemadiyen süren bu tartışmayla açıkça ve ahlaksızca bir perdeleme yapılıyor. AKP, pragmatik amaçları için darbe tartışmalarını devam ettiriyor. AKP, ‘darbe heyulası’ ile sistemini korumak istiyor. Ekonomiyi, işsizliği, üretimi değil, içi boş darbe laflarını konuşuyoruz.
Kışkırtıcı mesajlar, tahrik eden cümleler havada uçuşuyor. Darbe söylentileri, suikast paranoyası, meczupların rüyaları, komplo teorileri havada uçuşuyor. AKP trolleri, fitili çekilmiş bomba gibiler. Bir cinnet hali yaşanıyor.
Paranoyaların kol gezdiği bir siyaset sahnesindeyiz. Darbe peşinde koşmak, orduyu göreve çağırmak bu millete yapılacak en büyük ihanettir. Siyasal iktidar da böyle bir şeyin olmadığını çok iyi biliyor. Ancak yükselen toplumsal muhalefeti, darbe tartışmaları ile ve muhalefeti kriminalize ederek durdurmaya çalışıyor.
Darbe argümanını tepe tepe kullanan siyasal iktidarın ‘darbe söylemi stratejisi’ iktidarlarını ve 18 yıllık kazanımlarını kaybetmemek içindir.
Çöküşe geçen siyasal iktidar gündemi saptırmaktadır. İktidar güç ve iktidarını kaybetmemek için darbe tartışmalarını bilerek devam ettirmektedir.
Türkiye’de seçim dışında iktidar değişimini talep edenler vatan hainidir. Millet ve demokrasi düşmanıdır. AKP iktidarı devletin tüm imkanlarını, baskı araçlarını kullanarak muhalif tüm kesimlerin topyekûn tasfiye edilmesi için darbe imasında bulunmaktadır.
Suni ve yersiz darbe tartışmaları ülkeyi germektedir. AKP Genel Başkanı Erdoğan ve AKP sözcüleri milletin karşısına çıkıp darbe tehdidinin kimden geldiğini, hangi kurum veya aktörlerin buna dahil olduğunu açıklamalıdırlar. Darbe iddiasını temellendirmeleri lazım. Darbeye kalkışmaya hazırlanan odaklar varsa siyasal iktidarın bunları ortaya çıkarıp derdest etmesi gerekmez mi?
Sürekli düşman üreten ve toplumu kutuplaştıran tavırların bu ülkeye faydası yok. Toplumu ‘bizden yana olanlar’ ve ‘karşımızda olanlar’ diye ikiye bölmüşlerdir. Ara vermeden düşman üretmeye ve toplumu kutuplaştırmaya devam ediyorlar.
AKP iktidarı kendine biat etmeyen herkesi düşman görüyor. Muhalif ya da eleştirel yaklaşımları ‘vatan hainliği’ ile suçluyor. Siyasal alanı tekelleştirmeye çalışan tekçi/otoriter bir iktidar var karşımızda. Siyasal iktidar, 28 Şubatçıların antidemokratik dilini ve pis jargonunu kullanıyor.
DARBEYİ GECE BEKÇİLERİ Mİ YAPACAK?
TSK, Genelkurmay, MİT, Emniyet, Yargı, medya kimin elinde? Silahlı güç kime bağlı? Elinde silah olan güç kim? Kimin taraftarları silahlı? Darbeyi kim yapacak? Darbeyi can derdine düşmüş, geçim derdine düşmüş millet mi, gece bekçileri mi, özel güvenlikçiler mi, zabıta memurları mı yapacak?
‘Darbe olasılığı’ konusunda AKP’nin paşası Milli Savunma Bakanı hiç konuşmuyor. 15 Temmuz 2016 kalkışma girişimini önceden haber alıp, altını tutamayan, kalkışmaya engel olamayan Hulusi Akar niye konuşmuyor? Niye sesi çıkmıyor?
Hulusi Akar kim? Hain kalkışma girişimini ‘Allah’ın lütfu’ olarak gelişmesini sağlayan kilit isimlerden birisidir.
AKP iktidarı “The man who knew too much” (Çok şey bilen adam). Hulusi Akar’ı Milli Savunma Bakanı olarak taltif etti. TSK’da temel bir kural vardı:
“Bir komutan emrindeki birliklerin yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumludur!”
Askeri vesayet bugün güç yitirdi gibi gözükebilir. Ama yarın küresel bir dış destek alırsa, yine bir müdahaleden kaçınmaz. Askeri vesayetin gücü mutlaka kırılmalıdır. Askeri bürokrasi sivil iradenin ve demokrasinin dışına çıkmamalıdır.
Yapılan darbe ve müdahalelerin arkasında ABD/NATO’nun olduğu herkesin bildiği bir konudur. Darbelerin, ABD bağlantısı açıktır. Müdahalelerin dış boyutunu kimse inkâr edemez. ABD, Türkiye’yi yarı sömürgesi gibi görüyor, görmeye de devam ediyor.
DEMOKRASİNİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELLER PARTİ DEVLETİ, PARTİ OLİGARŞİSİ
AKP, Türkiye’yi AKP = Devlet yani parti devleti gibi yönetmek istiyor. AKP “Ben devletim, ben kanunum.” diyor. Parti oligarşisi tek adam rejiminden daha tehlikelidir.
Parti - devlet bütünleşmesi otoriter rejimlerde olur. Bütün güç ve yetkilerin tek bir merciide toplanmasının temel hak ve hürriyetleri nasıl kısıtladığı, iktidarın hoşuna gitmeyen kişi ve çevrelerin nasıl sürekli tehdit altında yaşamak zorunda bırakıldığı konusunda ülkemizde büyük bir tarihi tecrübe var.
Meclisin adı var, noterden farkı yok. ‘Tek adam’ devletin tümüne hükmediyor. Bu otoriterleşmedir, güç zehirlenmesidir.
Türkiye'yi adeta demir perde ülkeleri haline dönüştürme çabası var. Parti devletine karşı çıkanları, biat etmeyenleri, itiraz edenleri yok etmeye ve susturmaya çalışmak, ancak parti devleti rejimlerinde olur.
Toplumun, muhaliflerin, diken üstünde olması demokrasilerde değil, ancak tek parti rejimlerinde, dikta rejimlerinde, totaliter rejimlerde olur.
AKP hükümeti devlet kurumları ile istediği gibi oynuyor, her yere müdahale ediyor. Devleti ele geçiren AKP iktidarı muhalif gördüğü her kesimin üzerine devlet gücünü, yargı gücünü, polis gücünü, istihbarat gücünü, medya gücünü, finans gücünü kullanarak gidiyor. Faşizan yöntemler uyguluyor.
AKP karşıtı toplumsal kesimlere muhalif çevrelere savaş ilan edilmiştir. Askeri vesayete de parti vesayetine de karşı çıkan muhalif çevreleri baskı altına almaya çalışmak, asla kabul edilemez ve bu durum antidemokratiktir.
DÜN ‘BÇG’, BUGÜN ‘SÇG’
9 Mart 1971’de, “Devrim Çalışma Grubu” (DÇG), 12 Eylül döneminde “Saltık Çalışma Grubu” (SÇG), 28 Şubat sürecinde “Batı Çalışma grubu” (BÇG), 2003 başlarında MDD’ci, Baascı zihniyete sahip “Doğan Çalışma Grubu” (DÇG), 2020’nin Türkiye’sinde ise “Saray Çalışma Grubu” (SÇG) var.
14 Mayıs 1950’de tek parti dönemi sona ermişti. “Yeter Söz Milletindir.” denilerek halk milli şef rejimine son vermişti. Ancak aradan 70 yıl sonra tek parti dönemini aratmayan antidemokratik uygulamalar yaşanıyor.
Otokratik siyaset, totaliter zihniyet kendisini onaylamayan hiçbir kurum, zümre istemiyor. Muhaliflerine 28 Şubat’tan kalma kara propaganda ve algı operasyonları yapıyor.
Askeri vesayetin yerini parti vesayeti aldı. Demokrasi üzerindeki her türlü vesayeti ortadan kaldırmakla övünen AKP, kendi vesayet düzenini kurmuştur. AKP, devletin bütün kurumlarına, yargıya, polise, istihbarata ve orduya egemendir.
AKP militer, sivil, bürokratik yapının temsilcisidir. Sivil ve popüler niteliği ağır basan bir otoriter rejim, siyaseti, ekonomiyi ve toplumu tüm yoğunluğu ile etkisi altına almaktadır.
CANAN KAFTANCIOĞLU VB. SİYASET YAPACAKLARI YER HDP, ESP, SYKP VB. BÖLÜCÜ VE MARKSİST PARTİLERDİR
Türk siyaseti vesâyet partisi ile hâkim parti kıskacında. CHP ve AKP, her iki parti de vesayet konusunda sabıkalıdır. CHP 28 Şubat sürecinde, 27 Nisan 2007 meşhur e-muhtıra sürecinde, askeri vesayete, MDD/Baas zihniyetli çevrelere verdiği destekle sicili bozuktur. Ancak AKP de CHP kadar sabıkalıdır. 15 Temmuz 2016 kalkışmasında devleti ele geçirmeye kalkan, devletin kılcal damarlarına kadar sızan TSK’da, Emniyet’te, Yargı’da olmak üzere devlet kurumlarına yerleşen, siyasallaşan, güç zehirlenmesi yaşayan, cemaat olmaktan çıkıp kriminal yapıya dönüşen yapıyla birlikte kumpaslar yapan, operasyonlar yapan, Gülenist harekete destek veren, iş birliği yapan AKP’dir. Cemaat, AKP’nin gayriresmi ortağıydı.
18 yıllık iktidarının 13 yılında cemaat ile açıkça ortaklık yapan iktidar, Tayyip Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik” sözüyle açıkça cemaati besleyip, büyüttüğünü itiraf etmiştir.
CHP adına konuşan bazı yetkililerin ve özellikle İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun kullandığı sorunlu bir dildir. Siyasal iktidarın kullandığı ötekileştirici, kutuplaştırıcı dilden farklı değildir. Bazı CHP’liler demokratik bir dil ve söylem yerine gerilim siyaseti ile AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor ve işini kolaylaştırıyor. CHP marjinallerle, beşinci kol zihniyetine hizmet eden malum tiplerle yolunu ayırmadığı müddetçe milletin bütününden teveccüh göremez. Canan Kaftancıoğlu, Sezgin Tanrıkulu gibilerin siyaset yapacağı alan HDP alanıdır. Yerleri aslında CHP değil; HDP, ESP, SYKP, EMEP, Devrimci Parti vb. bölücü, Marksist-Leninist partilerdir.
FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜNÜN VE ÖZGÜR BASININ OLMADIĞI REJİMLER OTORİTER REJİMLERDİR
AKP hükümeti, demokrasiyi ve özgürlükleri savunan muhalif medyayı ve muhalif siyaseti baskıyla, korkutarak susturmaya çalışıyor. Bir ülkede ‘muhalif’ diye adlandırılan yazılı ve görsel basına hayat hakkı tanınmıyorsa, o ülkede basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü yok demektir. Temel hak ve hürriyetlerin olmadığı yerde de zaten demokrasi olmaz.
AKP iktidarı, sesini çıkaran muhalif medya kuruluşlarını batırıyor. Sesini çıkaran mecralara çöküyor, sonra batırıyor.
Demokrasiden bahsetmek, hukuk istemek, hukukun üstünlüğünü savunmak ‘suç’ olarak görülemez. Muhalif gazeteciler-yazarlar gözaltına alınıyor, kimisi tutuklanıyor. Çağımızda bütün otoriter rejimler, muhalif ve özgür medyadan rahatsız olmuşlardır.
SİVİL OLİGARKLAR, PARAMİLİTER YAPILARA DESTEK VERİYOR
Kötülüğün sıradanlaştığı zamanlardan geçiyoruz. AKP iktidarı kendisine muhalif olan bütün çevreleri susturmak ve onları yok etmek istiyor.
“Daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve adalet” diyen toplumsal kesimlerin güçlerin karşısına paramiliter örgütlenmeleri koymaya çalışmaktadır.
Hukuk devletinin yerini parti devleti almıştır. Sivilleri şiddetin içine çeken, onlara her türlü şiddeti meşrulaştıran uygulamalar, ülkeye verilecek en büyük zarardır. Bunun adı ‘paramiliter’ yapı oluşturmaktır.
‘Parlamenter’ değil ‘paramiliter demokrasi!’ Suikast timleri, paramiliter örgütler, kumpaslar, algı operasyonları her şey iktidarlarını korumak için.
AKP iktidarı ‘sivil’ olarak tanımladığı paramiliter güçleri devletin resmi – hukuki bir parçası haline getirmeye çalışmaktadır.
AKP iktidarı, ‘özgürlük, adalet, demokrasi’ diyen toplumsal kesimleri “bunlar darbeci, bunlar Erdoğan düşmanı” diye hedef gösteriyor. Bundan kendine vazife çıkartan silahlı, paramiliter çeteler sokaklara çıkıp, sağa sola saldırıp, cinayetler işlemekten, toplu katliamlar yapmaktan söz ediyorlarsa, bu cüreti siyasal iktidardan almaktalar.
Tek parti zihniyeti “paramiliter kuvvetleri” örgütlüyor. Diğer yandan da kendisine muhalif gördüğü toplumsal kesimleri, “Baltacı, Şebbiha, Pastar” yöntemleriyle yok etmek istiyor.
Ruhlarını iblise satan müptezeller, lümpen çeteler ölüm listelerinden söz ediyor. Savcılık ıslık çalıyor. AKP karşıtı Tweet atanı anında bulan kolluk güçleri, iç savaş çağrıları yapan, toplumsal kesimleri tehdit eden, günümüzün ‘şebbiha, nebbaş’ kılıklı, Hâricî zihniyete sahip Vahhabi/Selefi tekfirci gruplara mensup sapıkları, hastalıklı tipleri nasıl oluyorsa bulamıyor

Editör: TE Bilişim