Alanya Kültür merkezinde yapılan konferans öncesinde, İdlib’de şehit düşen kahraman askerlerimiz ve tüm şehitlerimiz için kuran tilaveti yapıldı, dualar edildi. Ardından, saygı duruşu istiklal marşının okunmasından sonra konuşmalara geçildi. Açılış konuşmasını Alanya Sivil İnisiyatif Başkanı Nadir Namal yaptı. Program’a, birçok STK kuruluşu da katıldı. Ülkücü fikir ve siyaset adamı Araştırmacı Yazar Hakkı Öznur iki saat süren konuşmasında şunları söyledi:

MUHSİN BAŞKAN ASKERİ VESAYETLE, DARBECİLERLE, CUNTALARLA MÜCADELE ETTİ

Şehit lider milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu 40 yıllık siyasi yaşamı boyunca askeri vesayete, bürokratik vesayetlere, parti vesayetine, yargı vesayetine , parti devletine hep karşı olmuştur. Darbecilerle darbe peşinde koşanlarla cuntalarla daima mücadele etmiş demokrasiyi ve milli iradeyi savunmuştur

Şehit Liderimiz Yazıcıoğlu 55 yıllık yaşamında hep ‘Anadolu kimliği’ ile hareket etti. Millî ve manevi değerleri savundu, milletin değerlerine sahip çıktı. Milletin inançlarına, değerlerine saldıran, savaş açanlara karşı, hep milletinin yanında yer aldı.

Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” davasında idamla yargılandı. Kendi tabiriyle 4 kez idam sehpasından dönmüştü. İdamını isteyen ABD uşağı 12 Eylülcülere meydan okudu. Zulme rıza göstermedi, zalimlere boyun eğmedi. Devletine, milletine küsmedi. İnandığı davadan, ideallerden taviz vermedi.

Şehit liderimiz bir konuşmasında “Ne kaderime küstüm ne devletime küstüm! Çünkü inanmak iman etmek varsa bir şeye bedel neyse katlanıp; Yarabbi kahrında hoş lütfûnda dedik” demişti. Davasına, inanmış bir iman ve ahlak adamı söyler bu sözleri.

ABD/NATO icazetli, destekli 12 Eylül faşist darbesi sonrası tutuklanmış, Ankara Mamak’ta, Askeriye’ye ait C – 5 adlı işkence merkezinde insanlık dışı işkencelerden geçirilmiş, idamla yargılanmış 7,5 yıllık mahpusluk hayatının, 5 yılını hücrelerde geçiren Muhsin Yazıcıoğlu’na göre darbecilik, komitacılık eski bir hastalıktı. Ona göre, “darbeciliğin ahlakı yoktur.” 27 Mayıs 1960’tan beri darbecilik adeta “yasallaştırılmaya” çalışılmıştı. Yazıcıoğlu, 1993, 28 Şubat süreci ve e – muhtıra 27 Nisan 2007 dâhil olmak üzere, geçmişten günümüze darbeler, darbe söylentileri ile ilgili olarak, şu tarihi öneme sahip sözleri söylüyor, analizleri yapıyor:

“Türkiye, askeri – bürokratik vesayet altında bu günlere geldi. Askeri vesayet halen devam ediyor, ülke normalleşemedi, sivilleşemedi, demokratikleşemedi. Yapılan darbe ve müdahalelerin arkasında ABD /NATO’ vardır.

Darbeler bir projedir. Militer siyaset tehlikeli bir siyasettir. Tankların ve süngülerin gölgesinde demokrasi olmaz ve gelişmez. Genelkurmay siyasi parti değildir. Politbüro değildir. Ordu siyasi parti değildir. TSK, siyasi parti gibi davranamaz. Asker partisi, Ordu Partisi, çoğulcu demokrasilerde olmaz. Demokrasinin özüne, ruhuna aykırıdır. Asker, bir siyasi partinin yan kuruluşu gibi veya onun partizanı gibi tavır ve tutum takınamaz.

Demokrasilerde ordunun yeri ve konumu bellidir, görev alanının dışına çıkamaz. Askerin görevi, sivil siyasete karışma veya sivil hükümetlere operasyon yapmak, emretmek, talimat vermek değildir. Ordu, siyasete alet olmamalıdır. Yıpranmamalı, yıpratılmamalıdır.

“NAMLUSUNU MİLLETİNE ÇEVİRMİŞ BİR TANKI ASLA ALKIŞLAMAM”

Muhsin Yazıcıoğlu, milli iradeyi ortadan kaldırmaya yönelik demokrasi dışı arayışlarda bulunan ve 28 Şubat 1997’de bir dikta rejimi kurma çabasına girenlere karşı ilkeli bir duruş sergilemiş; “Namlusunu milletine çevirmiş bir tankı asla alkışlamam”. “Türkiye, İran olmayacak, Cezayir olmayacak, Suriye yapılmasına da biz asla müsaade etmeyeceğiz” diyerek, karşı çıkmıştır.

Milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu için önemli, olan iktidar vizesi değil, yüce Rabbimizin rızasıydı. Muhsin Yazıcıoğlu hiçbir zaman benliğini, nefsini davanın önüne geçirmemiştir. “Ben siyaseti Allah rızası ve içinden çıkmış olduğum Türk Milleti için yaptım" sözünü Muhsin Yazıcıoğlu ağzından asla eksik etmemiştir.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun “Haksız bir dava uğruna sultanlık yapacağıma, gerekirse haklı davada tek başıma yürürüm!” sözü bizim bağlı olduğumuz en temel esaslardan biridir

Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, “Kimseye diyet ödemedik! Biz milletle varız, milletimizle var olmaya devam edeceğiz” demiştir.

Muhsin Yazıcıoğlu “Ben size bir şey vaat ediyorum: Adalet!” demiştir. Adalet, demokrasi ve özgürlük çağrıları yapmış her zaman “Haksızlarla beraber olmaktansa yalnız da olsak hakkı savunuruz “ demiştir.

Muhsin Başkan bir ahlak adamıdır, dava adamıdır, ilke adamıdır, adam gibi adamdır.

KÜRESEL GÜÇLER REFAH- YOL HÜKÜMETİNİ DÜŞÜRMEYE ÇALIŞTI

28 Şubat 1997 kararlarının arkasından 23 yıl geçti. 28 Şubat kararları anti demokratikti. Askeri vesayet, milli iradenin tercihiyle meclise gelen, hükümeti kuran sivil yönetime her türlü baskıyı yapıyordu. Yakın politik tarihe askeri vesayet tarafından “Post Modern Darbe” olarak nitelenen 28 Şubat sürecinin çok iyi bilinmesi lazım. Süreç kısaca şöyle başladı: Refah – Yol hükümeti 8 Temmuz 1996’da 265 ret oyuna karşılık, 278 kabul oyu aldı. BBP evet oyu verdi.Hükümette DYP’li olup da güvenoyu vermeyenler vardı. Refah – Yol hükümeti güvenoyu aldıktan hemen sonra görevine başladı. Bu hükümet kuruluşuna müteakiben içeride ve dışarıda saldırılarla karşı karşıya kaldı.

Tekelci sermaye ve oligarşik güçler Refah – Yol hükümetinin yıkılması için kampanyalar başlattılar. “Sivil ihtilal kuvvetleri” çalışmaya başladı. Hükümetin ekonomide kısa dönemdeki başarıları ve izlemiş olduğu bazı doğru siyasetler, çıkar çevrelerinin işine gelmedi. Yüksek faiz lobisi ve dış odaklar Refah – Yol hükümetinin yıkılması için Atina’da bir araya gelerek düğmeye bastılar. Ardından hükümeti sarsmak için tarikatlar, Aczimendiler, kalkancılar, kurban, türban, Kudüs gecesi, İran gezisi vb… gibi önceden hazırlanan senaryolar uygulanmaya konuldu. Bazı servisler tarafından özel olarak hazırlanan senaryolar piyasaya sürüldü. Medyada manipülatif şekilde kullanıldı. Refah – Yol hükümetine karşı çıkan ordu, merkez medya, burjuvazi ve CHP, dört koldan antidemokratik girişimlerde bulundular. TSK, “İrtica, PKK’dan daha tehlikeli” dedi.

9 Ocak 1997 tarihinde, 28 Şubatçıların sesi Hürriyet gazetesine konuşan bir askeri yetkili “gerekirse silah kullanacağız” diyordu. Basında çıkan, demokrasiyi tehdit eden sivil siyasete müdahaleye dönük haberler üzerine şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, Başbakan Erbakan’a “Demokrasi dışı arayışlar devam ediyor. Genelkurmay’a hangi askeri yetkilinin silah kullanacağını sorun. Genelkurmay Başkanlığı size bağlı bir kurum, sivil siyasete müdahale eden bu şahsı bulun, bununla irtibatlı askerleri bulun. Bunlarla ilgili soruşturma açın. Tahkikat başlatın diye yazı yazın, emir verin yoksa bunlar hükümeti yıkmak için her şey yaparlar” diyerek tavır koymasını istemişti.

Fakat dönemin başbakanı rahmetli Necmettin Erbakan hoca irade ortaya koyamıyor ve durumu geçiştiriyordu.Sistemli olarak yapılan çalışmalar doğrultusunda, “fırtına hareketi” önce 4 Şubat 1997’de Sincan’da tanklar yürütülerek başladı. Ardından bilinçli bir şekilde medyada “darbe geliyor, muhtıra yakında” haberleri tahrikçi bir şekilde verildi. Ortam, askerlerin medyada bilerek verilen sivil iradeye yönelik açıklamalarıyla daha da sertleşirken, artık 28 Şubat’a iyice yol alınacaktı. Gölcük toplantısında alınan kararlar doğrultusunda sivil siyasete müdahale eden askeri bürokrasi Refah – Yol hükümetine gözdağı vermek için anayasal bir suç işleyerek 4 Şubat 1997’de Sincan’da tankları yürüttü.

MUHSİN YAZICIOĞLU: NAMLUSUNU MİLLETİNE ÇEVİRMİŞ BİR TANKI ASLA ALKIŞLAMAM

4 Şubat 1997’de Sincan’da yürütülen tanklar için Genelkurmay Karargahı’na en sert tepkiyi şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu gösterdi. Bilge lider, milletin adamı. Demokrasi savunucusu, Muhsin Yazıcıoğlu, tankların sokağa çıktığı gün bayram eden ve askeri tahrik eden zinde güçleri “Demokraside çözüm asker çağırmak değildir” diyerek uyarıyordu. Tankları alkışlayan antidemokratik çevreleri “Türkiye’yi maceraya sürüklemek isteyen” karanlık çevreler olmakla itham etti ve onlarla mücadele etti. 5 Şubat 1997 tarihli Gündüz gazetesinde askerin siyasete müdahalesini eleştiren sözleri şöyleydi: “Bu çevrelere sesleniyorum. Rüzgar eken fırtına biçer ve bu fırtınadan mutlaka kendileri zarar görür.”

Muhsin Yazıcıoğlu iki gün sonra başka bir açıklamasında “Namlusunu milletine çevirmiş bir tankı asla alkışlamam” dedi. Bu sözleri de, 7 Şubat 1997 tarihli Gündüz gazetesinde manşetten verildi.

28 Şubat sürecinde liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, bütün bunları kapsayan bir terkiple askeri vesayete meydan okumuştu. Hatta bu meydan okumayı biraz daha ileri götürerek, 4 Şubat 1997’de Sincan’da tank yürüten, milli irade ve demokrasi düşmanı, ulusalcı militarizme, oligarşik güçlere; “Askerin yeri kışladır. Ordu sivil siyasete müdahale etmemelidir, ‘ordu göreve diyen’ darbeci zihniyet, demokrasi ve millet düşmanıdır.” diye haykırmış, cesareti ve dik duruşuyla milletin gönlünde taht kurmuştu.

BÜROKRATİK OLİGARŞİ BASKIYLA 28 ŞUBAT KARARLARINI ALDIRTTILAR

Org. Çevik Bir gibi, 28 Şubat’ın önemli aktörlerinden Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya da, 28 Şubat 1997 kararlarından 4 gün önce, “dinci akımlar, PKK’dan daha tehlikeli” diyordu. Genelkurmay karargâhı, sivil iktidara, “psikolojik savaş” operasyonları yaptı. Katı laikçi Oramiral Güven Erkaya, hükümete en radikal çıkışları yapan, MGK toplantılarında Başbakan Necmettin Erbakan ve diğer bakanlara haddini aşan ve en sert sözleri sarfeden, Refah-Yol hükümetinden nefret eden bir orgeneraldi.

Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak ve diğer Refah-Yol karşıtı kadronun beyni, kimi çevrelere göre BÇG’nin de mimarı olan Güven Erkayay’dı. Anayasa gereği, sivil otoriteye bağlı olan askeri bürokrasi, ne anayasa, ne hukuk, dinledi. Bazı generaller (Doğu Silahçıoğlu, Osman Özbek, Doğu Aktulga vb.), görev alanlarının dışına çıkıp, hükümeti aşağılayıp siyasete müdahale ettiler.

Bu süreçte Deniz Kuvvetleri bünyesinde “Batı Çalışma Grubu” BÇK adıyla hukuk dışı illegal yapılanmalar meydana getirildi. İnsanlar fişlendi. Topluma gözdağı verilmeye çalışıldı.

Başbakan Erbakan 28 Şubat kararlarına direnemeyip, imzalamakla yetindi. Hükümet, MGK’ya boyun eğmişti. Bu atmosferde tek yürekli ses, sivil ve demokratik çıkış şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’ndan geldi. Muhsin Başkan kararları “örtülü darbe” olarak nitelendirdi. Muhsin Başkan bu kararlar ancak demokrasi ve özgürlükle düşmanı dikta rejimlerinde uygulanır diyerek karşı çıktı.

BBP lideri Başbakan Erbakan’a anti demokratik 28 Şubat kararlarını imzalamamasını ve kararları baskıyla imzalatmaya çalışan generalleri emekli etmesini, aksi taktirde bu hükümetin fazla uzun ömürlü olmayacağını baş başa yaptıkları görüşmede yüzüne söyledi.

Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, RP lideri Başbakan Necmettin Erbakan’a, açıkça, demokrasiye müdahale eden, sivil siyasete karışan, faşist 28 Şubat kararlarını, baskıyla dikte ettiren komutanları emekli etmesini, yoksa hükümetin ömrünün uzun olmayacağını söyledi. Tansu Çiller de, Erbakan’a Yazıcıoğlu’nun söylediklerini söyledi. Erbakan ise, hem Yazıcıoğlu’na, hem ortağı Çiller’e Cumhurbaşkanı Demirel’in komutanların emekliye sevk edilmesine sıcak bakmayacağını ve karşı çıkacağını söyledi.

MUHSİN YAZICIOĞLU: TÜRKİYE, İRAN OLMAYACAK, CEZAYİR OLMAYACAK. SURİYE YAPILMASINA DA BİZ ASLA MÜSAADE ETMEYECEĞİZ

12 Haziran 1997 günü Başbakanlık konutunda bir araya gelen Başbakan Necmettin Erbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, aldıkları askeri müdahale duyumlarını konuşuyorlardı. DYP lideri ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’e göre, 13 Haziran’da askerler, darbe yapacaktı.

Muhsin Başkan bu toplantının hemen ardından Başbakanlık binası önünde bekleyen gazetecilerin darbe sorularını cevaplandırırken, bir takım yerlere anında ulaşan, adrese teslim öyle bir söz söylüyordu ki, demokrasi ve milli irade düşmanı ordu içinde MDD’ci (Milli Demokratik Devrim), mezhepçi zihniyetin oyununu bozuyor hamlelerini boşa çıkarıyordu.

Askeri darbe ile yönetime el koyup, BAAS’çı/Nusayrici bir dikta rejimi kurma çabalarına; “Türkiye, İran olmayacak, Cezayir olmayacak. Suriye yapılmasına da biz asla müsaade etmeyeceğiz” diyerek karşı çıkıyordu. BAAS rejimi peşinde koşan Laikçi – Faşistlere, Neomaoculara, kartel medyasına, askeri darbeye çağıran sivil ihtilal kuvvetlerine meydan okuyan tek liderdi.

Bu tarihi söz ve çıkış, Genelkurmay karargâhında bile yankı bulmuş, toplumun birçok kesiminden büyük destek almıştı. Muhsin Başkan, ilkeli siyaseti, dik duruşu ve yiğit tavrıyla 28 Şubat aktörlerinin, küresel baronların, karanlık, oyununu bozmuş, ordu içindeki cuntalara geri adım attırmış, birçok çevreye göre ise; 28 Şubat sürecinde Türkiye’yi mezhepçi Sol BAAS zihniyetli bir askeri darbeden kurtarmıştı.

Ordu içindeki mezhepçi cuntalar. 1997 Haziran’ında darbeyi yapmayı planlarken bir takım siyasiler ve bürokratlar darbe olacak diye yurtdışına çıkma hazırlıkları yaparken, Muhsin Başkan’ın ülkeye ve demokrasiye sahip çıkan tarihi çıkışı darbeyi tersine çevirecekti. Herkes darbeden korkarken, suspus olurken köşelerine çekilirken Muhsin Başkan ülkeyi felakete sürüklemek isteyen tek partili rejim kurmaya çalışan sol cuntalara hukuk dışı yapılara meydan okuyor, demokrasiden taviz vermiyordu. Şehit liderimizin bu yiğit ve Ülkücü tavrının bir süre sonra etkisi gözükecek ortalıkta eskisi gibi darbe simsarları darbe çağrıları yapamayacaktı.

Muhsin Başkan, Ordu içindeki cuntalardan rahatsız olan kesimlerin duygu ve düşüncelerini milletine karşı sorumlu bir siyaset ve devlet adamı olmanın gereği olarak 28 Şubat sürecinin mimarlarından olan Süleyman Demirel’in yüzüne karşı Köşk’te söylüyordu.

Patronlar Kulübü “TÜSİAD”ın da içinde yer aldığı, “Beşli Çete” denilen Genelkurmay Karargâhı ile irtibatlı “sivil ihtilal kuvvetlerinin” ve ordu içindeki mezhepçi cuntaların antidemokratik baskıları devam ediyordu. Kartel medyası iş dünyası ve onların Meclis’teki temsilcileri olan bazı siyasi partiler demokrasi dışı arayışları sürdürüyordu.

TÜRKİYE’Yİ BAAS’ÇI DARBEDEN MUHSİN YAZICIOĞLU KURTARDI

Ordu içindeki mezhepçi cuntalar 1997 Haziran’ında darbeyi yapmayı planlarken, bir takım siyasiler ve bürokratlar “Darbe olacak” diye yurtdışına çıkma hazırlıkları yaparken, Muhsin Başkan’ın ülkeye ve demokrasiye sahip çıkan tarihi çıkışı darbeyi tersine çevirecekti.

Herkes darbeden korkarken, suspus olurken, köşelerine çekilirken bilge lider Muhsin Yazıcıoğlu ülkeyi felakete sürüklemek isteyen tek partili rejim kurmaya çalışan sol cuntalara hukuk dışı yapılara meydan okuyor, demokrasiden taviz vermiyordu.

Muhsin Yazıcıoğlu’na göre 28 Şubat en ince ayrıntılarına kadar düşünülmüş küresel bir operasyondu. Demokrasiyi ve milli iradeyi savunan Muhsin Yazıcıoğlu’nun bu yiğit ve Ülkücü tavrı Türk siyasi hayatında etkisini hemen gösterecek vesayetçi çevreler, ortalıkta eskisi gibi darbe çağrıları yapamayacaktı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun, ülkenin geleceği ile tarihsel çıkışı etkili olmuş, Türkiye bir Laikçi/BAAS zihniyetli askeri darbeden dönmüştü.

ORG. ÇEVİK BİR : BU BİR POST MODERN DARBE

18 Haziran 1997 günü Refah Partisi lideri ve Başbakan Necmettin Erbakan, başbakanlığı hükümet ortağı olan yardımcısı DYP Lideri Tansu Çiller’e devretmek amacıyla istifa etti. Ancak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hükümet kurma görevini ANAP Lideri Mesut Yılmaz’a verdi. Yılmaz’ın güvenoyu alması mümkün değildi. Partisinin milletvekili oranı buna yetmiyordu.

Cumhurbaşkanı Demirel eski partisi DYP’nin içine el atacak, kendi adamları olan, sözünden çıkmayan milletvekillerinin partilerinden istifa etmesi için açık bir çalışma başlattı. Bir taraftan Demirel, öte taraftan askerler Mesut Yılmaz’a hükümet kuracak pozisyonu sağladılar. İstanbul’daki büyük sermaye gruplarının da kirli transfer pazarlıkları ile devreye girmesiyle önce DYP çözüldü. DYP milletvekili sayısı 135’ten 90’a düştü. Partiden birer birer milletvekilleri istifa ettiler. Ve Hükümet düştü.

Demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyen çevrelerin destekçisi “sivil ihtilal kuvvetleri” darbe simsarcısı 5’li çetenin (TÜSİAD, TOBB, TESK, DİSK, TÜRK-İŞ) çalışmaları, laikçi, jakoben, sivil üniformalıların faaliyetleri, garnizon demokratlarının gayretleri, bürokratik Statükocu güçlerin temsilcilerinin baskıları şantajları neticesinde Refah-Yol hükümeti yıkılacaktı. Devlet içerisinde oluşturulan, hukuk dışı BÇG’ler (Batı Çalışma Grubu), ardından düzenlenen Genelkurmay brifingleri ve meclis iradesine de yansıyan baskılar neticesinde Refah-Yol hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan istifa etmek zorunda kaldı.

Genelkurmay ve onunla paralel “sivil ihtilal kuvvetleri”nin baskıları, entrikaları ve mecliste kurulan mebus pazarı, transfer borsaları, kirli ve derin pazarlıklar ve çeşitli küresel kuşatmalarla 18 Haziran 1997’de yıkılan Refah-Yol Hükümeti için Org. Çevik Bir, “bu bir postmodern darbe” diyordu. Sivil hükümeti, operasyonlarla düşüren silahlı gücün bir numarası olan Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ise, hükümet düştükten sonra; “Nizamiye kapısından döndük” diyordu. Yani Başbakan Erbakan istifa etmeseydi, hükümeti de askeri darbeyle yıkacaktık demek istiyordu. Org. Karadayı, Refah-Yol Hükümetinin ardından, 30 Haziran 1997’de kurulan Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığındaki Ana-Sol-D Hükümeti için; “Onlara altın tepsi içinde iktidar teslim ettik” diyordu.

27 NİSAN 2007 E – MUHTIRASAINA İLK KARŞI ÇIKAN LİDER MUHSİN YAZICIOĞLUDUR

Muhsin Yazıcıoğlu, demokrasiye ve millet iradesine sahip çıkan bilge tavrını, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın kaleme aldığı, açıkça demokrasiye bir müdahale olan, 27 Nisan 2007’deki e – muhtıraya, hükümetten önce karşı çıkarak sürdürmüş ve antidemokratik e – muhtıraya ilk karşı çıkan siyasi lider olmuştur.

E – muhtıra ile Türkiye sarsıldı. Siyasi partiler içinde ilk tepkiyi Büyük Birlik Partisi verdi. Genel Başkan Muhsin Yazıcıoğlu, "Bildiri TSK'ya zarar verdi!" diyordu.

BBP lideri 28 Şubat’ta olduğu gibi Türkiye’nin oligarklarına bir kez daha çok net bir tavır koymuş karşı çıkmıştır. Yazıcıoğlu bu milli iradeden yana olan demokratik çıkışıyla darbe peşinde koşan militarist kesimlerin önünü kesmiştir, oyunlarını bozmuştur.

Muhsin Başkan ordunun sivil siyasete karışmasına, müdahale etmesine şiddetle karşı çıkmış, askeri vesayetten yana olan demokrasi dışı arayışlarla daima mücadele etmiştir. Antidemokratik bir rejim peşinde koşan dikta rejimi heveslileriyle mücadelenin, demokrasi açısından son derece önemli olduğunu her yerde açıkça dile getirmiştir

ORDU SİYASETE BULAŞTI, BALKANLAR ELİMİZDEN ÇIKTI KOCA BİR İMPARATORLUĞU KAYBETTİK

Yakın tarihimize bir bakalım: Ordu siyasete müdahale ettiği için Balkanları kaybettik. Balkan bozgununu yaşadık. Selanik Kerkük ,Musul, Şam vb. çok yer elimizden gitti. Gazi Mustafa Kemal, daha genç bir subayken, İttihat ve Terakki Partisi’nin Selanik’teki 2. Kongresi’nde “asker siyasetten arındırılsın” diyordu.

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal 1924 yılında yapmış olduğu bir konuşmada yine, “Ordu behemehâl siyaset dışı kalmalıdır, siyasete asla bulaşmamalıdır” diyerek orduda görev yapan generalleri haklı olarak uyarıyordu.

Gazi Mustafa Kemal’in ölümünün ardından Ordu, maalesef, kışlasından çıktı, Gazi’nin vasiyetini çiğnedi.

MUHSİN YAZICIOĞLU: “ABD’NİN, İSRAİL’İN, KÜRESEL MAFYANIN ADAMI OLMAYI KABUL ETSEYDİM ÇOKTAN BAŞBAKANDIM”

Cennet mekan Muhsin Başkan şehadetinden önce seçim meydanlarında küresel projelere, nasıl alet olmadığını, dik durduğunu, boyun eğmediğini anlatmıştır. Sosyal medyada yayınlanmakta olan Afyon – Emirdağ konuşmasında tarihi öneme sahip şu sözleri söylemiştir:

“Eğer, Amerika’nın İsrail lobilerinin, AB fonlarının, küresel mafyanın, Türkiye’yi sömüren sermayenin, çetelerin adamı olmayı kabul etseydim başbakan yardımcısı olurdum, başbakan da olurdum, başka şeyler de olurdum. Ama ben sizinle yürümek istediğim için tenezzül bile etmedim, etmem de. Dış güçlerin dediklerini kabul etseydim, onların projelerinde yer alsaydım, başbakan da olurdum, iktidara da gelirdik. Ben milletin adamıyım iktidara geleceksem milletimin desteğiyle gelirim dış güçlerin, karanlık mihrakların desteğiyle değil.”

Muhsin Başkan’ın “gizli” ajandası yoktur. Açık, şeffaf ve milletiyle dava arkadaşlarıyla iç içe bir bütün olan milli bir liderdi. Muhsin Yazıcıoğlu için kişilerin, grupların bekası değil, devletin, milletin bekası, ülkenin yarınları önemlidir.

Muhsin Yazıcıoğlu “Ben size bir şey vaat ediyorum: Adalet!” demiştir. Adalet, demokrasi ve özgürlük çağrıları yapmış, her zaman “Haksızlarla beraber olmaktansa yalnız da olsak hakkı savunuruz “ demiştir.Türkiye’nin milli direnç merkeziydi, meclisin sigortasıydı. Milletin adamı, her zaman dik durmuş, doğru gitmiştir.

Editör: TE Bilişim