Kılıçarslan yazısının sonuna Sezai Karakoç'un şiirini ekledi.

“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz

Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz

Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı

Günlere geldim bunu bana öğretmediniz 

Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı

Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim 

Bunu bana söylemediniz”

 İsmail Kılıçarslan bu şiiri neden ekledi bilinmez ama, yazısı şu şekilde;

"Dünyada yaratılmış herhangi bir tür arasında “eşitliğe dayalı bir ilişki” biçimine inanmam. Ne kadınla erkek arasında, ne ceylanla aslan arasında, ne fille zürafa arasında… Türler arası ilişkilerde iman ettiğim kavramlar “düzen” ve “adalet” kavramlarıdır. Aslanın ceylanı yemesi de adalet gereğidir; erkeğin kadına, kadının erkeğe şiddet uygulamaması da adalet gereğidir.

Şuna da inanırım: Toplumsal adaletin tesisi ancak dezavantajlı sosyokültürel gruplara yönelik hukuki ve/veya bilinç düzenlemeleriyle sağlanabilir. Ne demek bu? Engellilerin haklarını hukuki garanti altına almadan toplumsal adaletten söz edemeyiz, çocukların haklarını hukuki garanti altına almadan toplumsal adaletten söz edemeyiz.

Söz konusu kadın hakları olduğunda da durum benim açımdan aynıdır. Kadın hakları, çok çeşitli gerekçelerle hukuki garanti altına alınması gereken bir toplumsal adalet meselesidir.

Bir adım ileri gidip şu “bilinç” meselesini de açayım. Kadınların, çocukların, engellilerin ve genelde tüm dezavantajlı sosyokültürel insan öbeklerinin toplumsallığı için onlara pozitif ayrımcılık uygulanmasını da desteklerim. Kadına şiddet en sert şekilde cezalandırılmalı, engelli istihdamı bir “avantaj” meselesi olarak ele alınmalı, çocuk hakları birincil meselemiz olmalıdır.

Fakat adaletin de, toplumsal bilincin de tesisi için bütün bunlar yetmez. Adalet, aynı zamanda “dezavantajı olmayan sosyokültürel insan öbekleri” için de tahakkuk ettiğinde tecelli edebilir çünkü.

Ne demek istiyorum? Birkaç örnekle anlatayım. Hemen her boşanma davasında 12 yaş altı çocukların velayeti anneye veriliyor ve gerekçe aşağı yukarı şu kalıpla yazılıyor: “Bir çocuğun en az 12 yaşına kadar anne şefkati ve sevgisine ihtiyacı vardır. Mezkûr çocuk anne ilgi ve şefkatine yoğun olarak ihtiyaç duyacak yaşta olduğu için, alıştığı düzen ve ortam içinde bırakılması fiziksel ve ruhsal gelişimi açısından yerinde olacaktır.”

İşte toplumsal adalet böyle tesis edilmez. “Anne üstünlüğüne” dayalı hukuk yaklaşımının “kadın hakları” ile bir ilgisi yoktur. Bazı evliliklerde babalar, annelere göre pekala daha iyi, pekala daha yetkin şekilde çocuk yetiştirebilirler. Hatta bazı durumlarda çocukların sağlıklı şekilde yetiştirilebilmesi “anneden olabildiğince uzak tutulması” ile mümkün olabilir ancak.

Evlilikte ve çocuk gelişiminde babayı bir çeşit “saksı” olarak konumlayan hukuk dilimiz adalete değil adaletsizliğe, toplumsal düzene değil toplumsal kaosa yol açar.

Evladını çok seven bir babanın ciğerparesini “cezaevi görüş günü gibi” 15 günde bir görmesinin yol açacağı yıkımı bir anlığına hayal edin lütfen. Çocuğunun annesiyle anlaşamayıp ayrılan erkeği adeta çocuğu ile cezalandırmak değil midir bu? Dahası, belki de baba değil anne bitiriyor evliliği. Buna rağmen babaya “saksısın sen” muamelesi doğru değildir.

Bir diğer örnek nafaka meselesi… Mevcut haliyle erkeğin belini bükmek üzere ortaya konulmuş bir zulüm düzeneği gibi işliyor nafaka hukuku. Şimdilerde düzeltilmesi konuşuluyor hatta. Umarım düzelir bu mesele.

Diyeceğim odur ki “erkek hakları” diye bir başlığa da fena halde ihtiyacımız vardır bugün. Psikiyatrinin “duygusal şiddet fiziksel şiddetten daha önemli bir alandır” dediği dünyamızda şiddeti sadece elle kolla uygulanan ve sadece erkeklerin uyguladığı bir şey gibi kodlamak da yanlıştır, kadına “pozitif ayrımcılık” uygulamak adına erkek ve baba figürlerini örselemek de…

“Erkeğin üstünlüğü ile mücadele edeceğiz” diye yola çıkıp “kadının üstünlüğü” fikrine ilerlemek adaletle yakın-uzak ilgisi olmayan tuhaf bir adaletsizliği de beraberinde getirir.

Sanırım meselenin ek yeri “eşit ve mutsuz insanlar mı olacağız, adil ve mutlu insanlar mı?” cümlesinde düğümleniyor modern insan tekleri için.

Bu soruyu kadın-erkek ayrımını bir kenara bırakıp hep birlikte düşünmeye başlamak gerekir.

Üstat Sezai Karakoç bitirsin bugün yazıyı: “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz / Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz / Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı / Günlere geldim bunu bana öğretmediniz / Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı / Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim / Bunu bana söylemediniz”

Editör: TE Bilişim