İbrahim Erdem Karabulut’un bugün ki yazısı şöyle:

Milli Olan İstihbarat Ülkeyi Kurtarır...

Milli olmak, Millileşmek, Bağımsız İstihbarat hatta adının gerçekte milli olması ile çıkılan yolda başarıyı yakalamamak mümkün değildir.

Son birkaç yıl içerisinde hızla milli olma yolunda adımların atılması, İstihbarat paylaşımlarının doğru yapılması ile ülkemizde 40 yılı aşan PKK ve benzeri terör örgütlerinin belinin kırıldığı açıkça ortaya çıkmıştır.

Milli olmanın gereğinin ne kadar önemli olduğunu kavramak için 22 yaşında İstanbul'u feth eden Fatih Sultan Mehmet Han’ın yedi ayrı lisanı ana dili gibi konuşmasında aramak gerekir. Son Türk imparatorluğu olan Osmanlıda Abdulhamit Hanın Milli olmak, milli istihbarata bakış açısını bilmek gerekir.

İstanbul’u işgal eden Haçlı zihniyeti için “geldikleri gibi giderler” diyerek Ülkesi için istihbaratın ne kadar önemli olduğunu ifade eden Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ü ve özellikle “Nutuk” adlı kitabı okuyarak verilen ince mesajları anlamak gerek.

Cumhuriyetin ilanıyla içimizde kalan Haçlı zihniyetinin rol oynaması ile atılan ve atılacak bütün adımlar sekteye uğratılarak Milli olma adımları yıllarca engellenmiştir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk “benim naciz vücudum elbet birgün toprak olacak, fakat kurduğumuz Cumhuriyet ilelebet yaşayacaktır” ifadelerinde İstihbarat ve Milli olmanın getireceği avantajları hesap ederek konuşmuştur.

Milli olunması için son dönemde vermeye çalıştığı ciddi uğraşlar ise yine rahatsızlığından istifa edilerek uygulanmamış olması Milli olma adımlarını uzun süre ertelemiştir.

Eğitimin milli olmasıyla atılan adımların hala milli olmaktan uzak olduğunu görmek için birkaç örnek vermeden önce millileşmenin 1950 ila 1960 arası atılan hamlelerin boşa çıkması için yapılanları anlamak gerek.

Adnan Menderes’in milli olma adımlarının önünün kesilmesi idamlarla ve kanlı bir ihtilal ile durdurulmuştur. Tarihlerin 1960 yılını gösterdiği bu dönem bir yeni nesil gençliğin yok olmasını sağlamış 1970 ila 1972 yılları arasında ise milli olmak için atılmış adımların bıraktığı izlerin yok edilerek toparlanması engellenmiştir.

1974 Yılının ise Kıbrıs barış harekatı ile Türk milletinin kendisinin bir binlerce yıllık devlet geleneğinden geldiğini hatırlaması dünya düzenine hakim olanların kabus görmesine vesile olmuş, haklı mücadelemizin tıpkı şu günlerde Azerbaycan Türk cumhuriyetinin işgal altındaki topraklarını kurtarmak için verdiği mücadelede çıkan çatlak sesler olduğu gibi 1974 ve 1980 arası ülkemize dünyanın uyguladığı ambargodan kurtulmak mümkün olmamıştır.

30 yılı aşkın süredir işgal altındaki Azerbaycan toprağı olan dağlık Karabağ için siyasi arenada verilen mücadele sonucunda hiçbir netice alınmadığı gibi Uluslararası hukuk bu konuda kör ve sağır kalarak hukuksuzluğun en uç noktasını uygulamış olsa da cevap verecek bir irade ortaya çıkamamıştır.

Tarihler 1980 yılını gösterdiğinde ise 1074 Kıbrıs barış harekâtını yürüten ordumuz daha henüz karargahlarına yerleşmeden bu kez kendi ülkesinde ihtilal (Darbe) yaparak AB ve ABD ye hizmet ederek milli olma adımlarını yok etmiştir.

Hatta unutulmayan o söz Amerika'da “Bizim çocuklar Türkiye’de darbe yaptı” şeklinde söylenmiştir.

İstihbaratın milli olmasıyla birçok konuda adım atılabileceğini ön gören dönemin MHP lideri Alparslan Türkeş’in millileşme çabaları için her attığı adıma engel konulduğu açıkça görülürken, Milli nizam, Milli gelenek, Milli irade, Milli selamet gibi ifadeleri sıkça kullanan Prof.Dr. Necmettin Erbakan için akla hayale gelmeyecek engellemeler ile atacağı adımlar inanılmaz kumpaslarla engellenmiştir.

Her şey Türk için, Türk tarafından Türk’e göre diyen Alparslan Türkeş hala çözülemeyen bir zehirlenme ile yaşamına son verilirken Milli irade hayalleri ile yola çıkan Prof. Dr. Necmettin Erbakan evine hapis edilerek siyasette rüşvetten ceza diye mantık dışı bir uygulama ile siyasetten uzaklaştırılmıştır.

Tüm bu olumsuzluklar içerisinde “Muhtaç olduğun kudret asil kanında mevcuttur” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği yolda adım atan bir kadro ortaya çıktığında ise AB ve ABD denen ülkelerin boş durmadığı açıkça görülmektedir.

Milli görüş geleneği içerisinde çıkarak Tek vatan, Tek bayrak, Tek devlet, Tek millet diyerek haykıran bir iradeye akıllara durgunluk veren operasyonlara imza atıldığı görüldü.

Ülkede en saygın, en yaygın olan gazete toplamda 500 olan meclisimizdeki millet vekilinin 311 kişinin oylamada el kaldırmasına matematik profesörlerini şaşkına çeviren alçakça bir ifade kullanarak “311 el kaosa kalktı” manşetini kullandı.

Ülkenin kılcal damarlarına yerleşmiş olan “Lavrensler” sürekli iş başında olması hiç okunamıyordu.

Tabi bunları okuyabilmek için milli bir eğitimden geçmek gerekti. Adı milli olan ama milli ve maneviyattan uzak bir eğitim alan neslin kim milli ifade kullanıyor, kim gayri milli ifade kullanıyor anlaması mümkün değildi.

Ne 22 yaşında 7 dil bilen bir Fatih vardı ne Geldikleri gibi giderler diyen bir bilge lider vardı. Günün şartlarına göre milli adımlara kafa yoranlara ise hala Anadolu'muzda kullanılan “Ülkeyi sen mi kurtaracaksın” ifadesi ile dalga geçiliyordu.

Milli olmaktan uzaklaştırılan bir milletin çocukları “Devletin malı deniz yemeyen keriz” ifadesini kullanıyordu.

Ülke her taraftan kuşatılmış Türk milleti gizli bir esaret altında kıvranırken ses çıkaracak bir kişinin çıkması ise adeta imkansızlaşıyordu.

Anadolu topraklarında İmam kılıklı ajanlar hala rollerini oynuyor “Müslüman kız çocuğunu okutmamalı” fetvasını verirken, Başını açmayan kız çocuğunun ise okula gidememesi için Milli olmayan eğitim ise, müfredatı buna göre uyguluyor, bu ajanların haklılığını gösterecek adımlarla adeta destekliyordu.

Tüm bu çıkmazları aşabilmek için ne kadar kararlı, şuurlu, imanlı, itikatlı milli olunursa olunsun çözüm için atılan her adım çözümsüzlükle sonuçlanıyordu.

Yaklaşık 20 yıldır ülkeyi yöneten siyasi irade bu konuda adım atmaya çalışsa da her dönem, her hükümette olduğu gibi yürütme içine sızan “Lawrensler” hiç boş durmuyordu.

Yürütmenin başındaki kişinin korumalarından, emir subayına kadar yerleşmiş ajanların olduğu net olarak görülüyor, önlem alınamıyordu.

Kendi seçtikleri Cumhurbaşkanı olan kişi tarafından seçenlerin suratına anayasa kitapçığı fırlatılırken ekonomik kayıpların sıkıntılarını bu asil millet vermeye devam ediyordu.

Son yürütmenin lideri için kurulan tuzaklar bir bir ortaya çıkarken 17- 25 aralıklar yaşanıyor, milli istihbaratın başındaki adamın tutuklanmasını isteyen bir irade hukuku uygulayacağını ifade ettiğini haykırıyordu.

Bunlar farklı zamanlarda, farklı yollarla devam ederken Milli istihbaratın operasyonları Savcı, Asker, Siyasetçi ve gazeteci kılıklı kişiler tarafından sabote edilerek ülkenin dünya kamuoyunda gözden düşmesi sağlanıyordu.

Ellerini her alanda güçlendirmiş olan satılık bu ajanlar kahraman gibi gösteriliyor top yekûn bir milletin yok edilmesi amaçlanıyordu.

Milli olmamanın sıkıntılarını milli olunmadığı sürece yaşayacağımız ortaya çıkmıştır.

Aksi taktirde milli görüş geleneğinden gelen Yürütme nasıl ki yıllarca ilmek ilmek dokunarak devletimizin kılcal damarlarına yerleşen Fetö örgütünden 15 Temmuz hain kalkışmayı yediyse bunun bir daha olmayacağı anlamı çıkarmak abesle iştigaldir.

Milli eğitime dönecek olursak milli bir eğitimin kurulacak en büyük silah sanayiinden, yapılan devasa adliye saraylarından, yapılan metro, duble yollar, havalimanlarından hülasa her şeyden daha önemli olduğunu kavramak gerek.

Eğitimsiz bir çocuğun eline dünyanın en özel bilgisayarını verdiğinde alacağın sonuç sadece koca bir sıfır olduğu gibi, eğitimsiz bir pilota dünyanın en iyi uçağını teslim ettiğinde alacağın sonuç aynıdır.

Keza Dünyanın en büyük en güzel sarayını yaptırdığın adalet sarayında eğitimden yoksun hâkim ve savcıların dağıtacağı adalet sadece adaletsizlikle sonuçlanır. Dünyanın en iyisini yaptığın otomobili ehliyetsiz bir şoföre emanet etmenin doğuracağı sonuç trafik magandalığından öteye geçmeyeceği ortada iken eğitim sisteminin millileşmediği bir ülkede başarıyı yakalamak adeta imkansızdır.

Eğitimimizin milli olmadığı gibi eğitim sisteminin millileşmemesinin önündeki engel ne corona covit 19 dur ne eğitimsiz öğretmen mazeretleridir.

Bu zihniyet meselesidir.

Bu kavrama, anlama meselesidir.

Bu sevda, ülke, vatan, bayrak, devlet meselesidir.

Ülkemizde yüz yılı aşkın süredir eğitimin en özel okulu olarak bilinen ve sadece lise olmaktan ibaret olan Galatasaray lisesi müdürlüğünü yapan Profesör ünvanlı eğitimci dahi haykırarak ülkemizde biz diplomalı cahiller ordusu yetiştiriyoruz demesini yürütme duymalıdır.

25-30 yaşlarındaki binlerce iki hatta gururla üçüncü üniversitemi okuyorum diyen gençlerimizin sıradan bir TV yarışmasında tel tel döküldüğünü artık görmek gerek.

Koluna Atatürk imzası atarak döğme yaptıran Atatürkçü gençlerin, Ben Türk milliyetçisiyim, Ben İslamcıyım diyen öğrenci hareketlerinin liderliğini yapan gençlerin sosyal yaşam, kültürel aktivite, tarih bilincinden yoksun bilgisinin sınırsız olduğunu ifade eden diplomalı cahillerimizden artık kurtarmak gerek.

Milli olmayan bir gençliğin aileye hiçbir katkısı olmayacağı gibi devlet, millet, bayrak sevdasının saman alevi gibi kısa zamanda söneceği gerçeğini kim inkâr edebilir.

İyi bir eğitimin aileden geçtiği gerçeği ortadayken yaşanan ekonomik sıkıntılardan dolayı ailenin neredeyse her ferdinin çalışmak zorunda olduğu bir ülkede aile ahlakı ve aile içi eğitimden, örf, adet, anane, gelenekten bahsetmek mümkün olabilecek bir durum değildir.

Milet'i kurtarmanın yolunun eğitimden geçtiğini her fırsatta ifade eden siyasi irade neden eğitim için gerekli adımları atmamaktadır? Öncelikli soru bu olmalıdır.

Milli bir eğitimden geçmemiş bir kişinin Milli bir istihbarat ferdi olması ihtimali çok düşüktür.

Millileşen bir eğitim sonucu milli istihbarat donatılmalıdır. Aksi takdirde pentagonu aratmayan saray yavrusu teşkilatta başarıyı daima sürdürebilmenin ihtimali yoktur.

Milli istihbarat teşkilatı gizliliği kadar akılcı hareketi ile milletiyle iç içe olarak başarıyı sağlayabilir. İstihbaratta çığır açan ülkeler milletinin her ferdi ile kontak halinde olarak başarıyı iç istihbaratta sağlarken, ben milli istihbaratta çalışmak istiyorum diye müracaat için milli istihbaratın kapısına dayanan vatandaş ile alay ederek gönderenlerin milli bir eğitimden geçmediğinin kanıtı gibidir.

Milli istihbarat kimliğini kullanarak kendisine yardım etmesini istediği devlet memurunu altı yıl kullanıp görev değişikliğinde ise ortada bırakmanın milli olma iradesi ile bağdaşmayacağı gibi milli olan kuruma verilen bir zarardan öte hiçbir faydası olmayacaktır.

Yıllarca PKK denen terör örgütünün liderinin Milli istihbarata müracaat ettiği ve kabul edilmediği şehir efsanesi değilse gelinen sonucun ne kadar önemli olduğunu kavrayacak milli insanları yetiştirmenin önemini kavramak ona göre hareket etmek gerekir.

Birinci eğitim, ikinci istihbarat ve istihbarata karşı koyma hamleleri için mutlaka milli iradenin milli olan bu kurumları düzenlemesi gerekir.

Milli olan kurumlara milli yetişmesi için sonradan verilen dolma bilgilerin “bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkar” ata sözü ile eş değer olduğu unutulmamalıdır.

Aklıma yıllarca kotrterör daire başkanlığı yapan ünlü İstihbaratçı Mehmet Eymür’ün Bir milli istihbarat elamanı olan Nejdet Küçüktaşkıner’in emekli olduktan sonra yaşadıkları hikayeyi buradan aktarmanın önemi gelmişken aktarayım.

Milli istihbarat elamanı olmaktan her daim gurur duyduğunu ifade eden benimde çok yakından tanıdığım Nejdet Küçüktaşkıner emekli olduktan sonra Aydınlık dergisi tarafından 1977 1 Mayıs olaylarının faili olarak gösterilir.

Burada aslolan ise Nejdet Küçüktaşkıner’in görevdeyken Doğu Perinçek’i ajan olduğu gerekçesiyle sorgulamasıdır.

Bu durumdan dolayı Aydılık dergisi yıllarca manşetlerine taşıdığı Küçüktaşkıner için 1 Mayıs 1977 olaylarının faili olarak gösterilir. Taşkıner’in emeklilik için aldığı çek Katliam için verilen çek olarak mahkemelere delil olarak nasıl elde edilmiş ise çekin aslı delil olarak sunulur.

Mit görevlisi Küçüktaşkıner Kurumuna defalarca yazar, müracaat eder fakat kurumu bir türlü emekliliğe ayrılan bu muhteşem MİT mensubuna o çekin emeklilik çeki olduğuna dair yazıyı vermez.

Çünkü o yazı verildiğinde çekin aslı nasıl Doğu Perinçek’in eline geçtiği anlaşılacaktır. İşte bu nedenler ve sızmaların önüne geçmek için mutlaka milli eğitimden geçilerek milli olunacağı unutulmamalı ve millileşmek yolunda derhal adımlar birinci öncelikli atılmalıdır.

Milli olma yolunda atılacak adımların başında Cumhurbaşkanlığı sarayında vefa danışmanlarından kurtulmak ile başlayıp, siyasette liderlerin Tarikat, Barikat, Şeyh, Gavs, gibi yerlerin telkinleriyle alınan vekillerden bir an önce kurtulmalıdır.

Meclis binası Millet vekilliğini meslek edinenlerden kurtarılmalı bir dönem yapılan vekillere milletin vereceği karne ile devamı gelecekse bir dönem daha belki yapılmalıdır. Mevcut vekillerin toplumun yılda iki kez değişiklik gösterdiği Siyasi, Ekonomik, Ticari ilişkilerden uzak yaşaması toplumla kopukluğun en bariz göstergesidir.

Kendilerini vazgeçilmez sanan yüksek perdeden sürekli nara atarak millete oynayanları siyasi liderler kadrolarından derhal ayıklamalıdır.

Mecliste gerçekte başarı gösterenler kurulacak çeşitli ülke yararına yapılan çalışmalardan faydalanılacak komisyonlara vekil olmadan görevlendirilip ve ülke yararına projelerin yapılabilirliğinin çalışmasına destek vermelidir.

Halkın sesini dinleyen bir komisyon yoktur.

Halkın talebini dinleyen bir komisyon yoktur.

Halkın düşüncesini raporlayan bir komisyon yoktur.

Halktan bir vatandaşın icad, mucit ve toplum yararına üretilen bir konuyu inceleyen bir komisyon yoktur.

Meclise araştırılmış sürdürülebilirliğinde devlet ve millet yararı olunacağını inceleyen bir komisyon yoktur.

Ancak bir terör olayı olduğunda, bir yolsuzluk olduğunda oluşturulan komisyonlar mevcuttur.

Bu komisyonlardan kurtulmalı mevcut vekillerin danışman kadrosuyla aldıkları ayakkabı boyatmak, elbisesini ütülemekten ileri gitmeyen danışmanlar derhal uzaklaştırılmalıdır.

Meclisi iş takibi için her hafta iki üç kez ziyarete gelen isimler üzerinde bir çalışma yapılarak bu “kene” olma görevini meslek edinenlerden parlamento ayıklanmalıdır.

Mecliste milletin derdini dinleyecek söylediklerini raporlayacak, fertlerin şikayetlerini raporlayacak, kurum ve kuruluşların taleplerini değerlendirecek komisyonlar arttırılmalı toplum meclisiyle barıştırılmalıdır.

“Ankara’da dayısı var”

Bu algı artık kırılmalıdır. Ankara herkese, her ferde, her vatandaşa eşit olmalıdır.

Problemi, Talebi, Önerisi olan vatandaş gerek TBMM adına bütün illerde açılacak bir ofiste, gerek meclis içerisinde halk talep ofisi olarak açılacak bir büro görev yapmalı, bu milletin fertleri kendi devlet kurumlarında yaşadıkları olumlu, olumsuz konularda seslerini duyurabilmelidir.

El etek öperek devletin ilgili bir kurumuna atanan, alınan, göreve başlatılan bireylerin kendilerini artık ben devletim, asarım, keserim tutumunun eğitimsizlikten kaynaklandığı anlaşılmalıdır.

Aynı Hasta hane içerisinde bir sıradan hekim iken atandığı bir birimden sorumlu olunca kendisi gibi hekim olanlara adeta işkence çektirenlerin bunu adı görev ve görev yetkisi adı altında yapmasının eğitimli diplomalı cahil olduğundan kim kuşku duyar.

Dün aynı ilde iş için çalmadık kapı bırakmadığı bilinen birinin bugün devletin yeni açtığı bir kadro ile Çarşı ve Mahalle bekçisi olunca sokaktan geçen herkesi bir suçluymuş gibi görerek dur kimlik kontrolü tavrı ben artık devletim istediğimi yaparım, Savcı kimmiş? Hâkim neymiş? Vali olsan ne yazar? Devlet bana kimlik sorma yetkisi vermiş, çok konuşma göster kimliğini ifadesi cehaletin hangi kılıfına sığar.

İki hatta üç üniversite bitiren diplomalı cahiller ordumuzun ileride vereceği zararları şimdiden görmek gerek ve önlem almak gerekir.

Eski TRT belgesel filmleri izlendiğinde ilk okul mezunu kişilerin sokak röportajlarında verdiği cevapların ne kadar masumane ve edep haya içinde yapıldığını görünce yeni nesil üç yüksek okul diplomalı cahili koyacak yer bulmakta güçlük yaşıyoruz.

Milli irade millileşmenin adımını Milli eğitimde derhal atmalı, daha fazla yozlaşmanın, deforme olmanın önüne geçmelidir.

İbrahim Erdem Karabulut....

Editör: TE Bilişim