Akşener’in açıklamaları şu şekilde:

Maalesef Türkiye, Cami açılışında bile, milleti bölmeyi başaran bir zihniyetle yönetiliyor.

Bu kirli zihniyet ne zaman sıkışsa,

milletimizi değerleri üzerinden bölmeye, ayrıştırmaya çalışıyor.

Nifak tohumları ekip, milletimizi birbirine düşürüyor.

Tek önceliği koltukları olanlar, kirli siyasi hesaplarının gereği,

bu toplumsal ayrışmadan, bu gerilimden besleniyorlar.

Bunun son örneğini Taksim Camii açılışında yaşadık.

Taksim Camii bir ihtiyaçtı, inşa edildi ve açılışı yapıldı.

İstanbul’umuza hayırlı olsun.

Emeği geçenlerden de Allah razı olsun.

Allah oradaki ibadetlerimizi kabul etsin.

Ancak, Sayın Erdoğan ve ekibinin,

herkesin eşit, bir ve beraber olduğu, Allah’ın evinde bile,

düşmanlıklar üretme hastalığını kabul edemeyiz.

Sayın Erdoğan;

Camii, müminler ibadet etsin diye yapılır.

Taraftarına zafer, muhalifine mağlubiyet yaşatacaksın diye yapılmaz.

Allah’ın evi, böyle kirli hesapların mekanı haline getirilmez, getirilemez.

Camilerimiz hepimizindir.

Taksim Camii’nde ibadet eden vatandaşlarımızı, kendi siyasi hesaplarına alet edemezsin.

Cami yapıldığı için mutlu olan vatandaşlarımızı, ön şart olarak,

senin gibi düşünmeyenlere, düşman olmaya zorlayamazsın.

Müminlere, nifaktan uzak durmalarını emreden Yüce Allah’ın evinde,

vatandaşlarımızın arasına nifak tohumları ekemezsin.

Ayıptır, günahtır.

Dava arkadaşlarım;

Ne yazık ki, bu zihniyetin yansımalarını Ayasofya Camimizde bile yaşıyoruz.

Sırf Sayın Erdoğan’a yaranacaklar diye,

Ak Parti mahalle temsilcisi kılıklı, sözde din adamları,

kutsal mabedimizde, Cumhuriyetimizin kurucusuna lanet okuyor.

Allah bunu yapanları da, yapılmasına göz yumanları da ıslah etsin.

Yazıklar olsun.

Bir yanda,

“Benim naçiz vücudum, elbet bir gün toprak olacaktır.

Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen,

kendini milletine ve devletine adayan o kutlu duruş;

Diğer yanda ise,

Vefatından 83 yıl sonra bile, hala aziz hatırasına utanmazca saldıran vefasızlık.

İşte bütün mesele budur.

Bu çirkin anlayışın, milletimize ve memleketimize verecek bir şeyi olamaz.

Bu vesileyle, buradan,

zerre utanmadan, Allah’ın huzurunda nefret kusanlara,

camiye gıybet sokanlara,

Gündem değiştirmek için, ecdadına lanet okuyacak kadar küçülenlere inat;

İstiklal ordularının başkumandanı,

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, bir kez daha, minnet ve rahmetle anıyorum.

Ruhu şad, mekânı Peygamber efendimize komşu olsun inşallah.

Değerli milletvekilleri;

Bir insanın şahsi menfaatleri, Allah korkusunun önüne geçerse,

o insan her şeyi yapar, her yaptığını da mübah görür.

Şahsi ikballeri için, nifaktan, gıybetten, kul hakkı yemekten çekinmeyenler,

günahta da sınır tanımazlar.

İhtiyaç olur iftira ederler, ihtiyaç olur istiskal ederler, ihtiyaç olur yalan söylerler.

Nitekim, temel görevi, iktidarın yalanlarına gerçeklik uydurmak olan, Türkiye İstatistik Kurumu,

hafta başında, aziz milletimize büyük bir müjde verdi.

Dedi ki;

“Türkiye, 2021’in ilk çeyreğinde, yüzde 7 büyüdü.”

Gözümüz aydın, büyümüşüz.

Açıklamayı yapan TÜİK olduğu için,

biz de doğal olarak, bu büyümeyi bir inceleyelim dedik.

Açıklanan verilere göre,

sabit sermaye yatırımları, büyümeye pozitif etki yapmış.

Beş çeyrek negatiften sonra, net ihracat da,

az da olsa pozitif katkı yapmış.

Buraya kadar her şey güzel.

Elbette bunları sevindirici buluyoruz.

Ama bazı şeyleri sorgulamak zorundayız.

Mesela, milletimiz bu büyümeyi hissedebilmiş mi?

Hayır.

Mesela, yüzde 7 büyümeye rağmen, esnafımız, çiftçimiz neden hala perişan?

Kem küm.

Mesela, son bir yılda işsiz sayımız, neden 2 buçuk milyon kişi artarak, 10 milyona ulaşmış?

Cevap yok.

Dava arkadaşlarım;

Bizden çok daha düşük oranda büyüdükleri halde,

birçok ülke, pandeminin olumsuzluklarını, bizden çok daha hafif yaşıyor.

Çünkü o ülkelerde, hükümetler ciddi hibe destekleri verdiler.

Yani vatandaşlarının sağlık ve huzurunu,

büyüme istatistiklerinin önüne koydular.

Bizde ise iktidar, sırf büyüyeceğiz diye,

hem yarım tedbirlerle insanlarımızın sağlığı tehlikeye attı,

hem de direkt yardım yapmayarak insanlarımızı geçim sıkıntılarıyla baş başa bıraktı.

Sırf istatistikler yüksek gelsin diye,

sosyal devlet olmanın gereğini maalesef yapmadı.

Bu çarpık anlayışın etkilerini, büyüme rakamlarını incelediğimizde görebiliyoruz.

Milli gelirimizi, gelir yöntemiyle incelendiğimizde,

ücret ödemelerinin, gayri safi yurt içi hasıla içindeki payının,

2014 yılının ilk çeyreğinden beri, en düşük seviyeye geldiğini görüyoruz.

Bir başka deyişle, ücretli çalışanlar,

pastadan son yedi yılın, en küçük payını almışlar.

Ayrıca bu büyümenin, krediyle finanse edildiğini de atlamamak gerekiyor.

İlk çeyrek sonu itibarıyla, son bir yılda, toplam banka kredileri, 830 milyar lira,

tüketici kredileri de, 223 milyar lira artmış.

Yani, iktidarın dört elle sarıldığı bu büyüme, esasında borçla gerçekleşmiş.

Yani, zenginleşmemişiz, tam tersine borçlanmışız.

Sözüm ona beklentileri aşan, bu olağanüstü büyümenin,

milletimizce hissedilememesinin sebebi işte budur.

Sipariş istatistik destekli sözde büyüme ile, gerçek kalkınma arasındaki fark, işte budur.

Değerli milletvekilleri;

İktidarın, bu “dostlar alışverişte görsün” siyasetinin sonuçlarını,

ekonomiden pandemiye, eğitimden tarıma kadar her alanda yaşıyoruz.

Geçtiğimiz Pazartesi günü, Sayın Erdoğan,

pandemi tedbirlerindeki yeni dönem için kürsüdeydi.

Milletçe cevabını beklediğimiz birçok soru vardı.

Bu soruların çoğuna, artık adet olduğu üzere yine cevap bulamadık.

Net bir aşı takvimi oluşturulmuş mu?

Oluşturulmamış.

Turizm hareketliliği ve konaklamalarla ilgili ne gibi kısıtlamalar var?

Belli değil.

Yurt Dışına çıkışlardan, 65 yaş üstü insanlarımızın durumundan, telafi eğitiminden bahsedildi mi?

Hayır.

Öğretmenlerin kadro beklentilerine bir cevap var mı?

Yok.

Toplu etkinlikler ve konserlerin bahsi geçti mi?

Hayır.

Süre ve sayılarla ilgili bir izahat var mı?

O da yok.

Ne var?

Her zamanki gibi bolca hamaset, birkaç tane de yarım yamalak tedbir var.

Mesela ben bir şeyi çok merak ediyorum:

Bu kapanma kararlarının bilimsel bir temeli var mıdır?

Bilim kurulunun bu konuda bir çalışması olmuş mudur?

Yani bilim kurulu,

“Saat 10’dan sonra dışarı çıkma yasağının getirilmesi, virüsün yayılmasını engeller.” demiş midir?

Yoksa, bu kararlar göz kararıyla, Sayın Erdoğan’ın kendi keyfine göre,

“dostlar alışverişte görsün” diye aldığı kararlar mıdır?

İktidarın artık bir şeyin farkına varması gerekiyor.

Bir karar alma yetkisine sahip olmak, alınan kararı,

hiçbir açıklama yapmadan, hiçbir mantığa dayandırmadan,

kafaya göre uygulamak anlamına gelmez.

Modern bir devlette, her kararın rasyonel bir açıklaması olmak zorundadır.

Türkiye Cumhuriyeti, göz kararı ile,

Sayın Erdoğan’ın paşa gönlüne göre yönetilecek bir devlet değildir.

Böyle iş bilmezlik olmaz.

Böyle devlet insanlığı olmaz.

Böyle pandemi yönetilmez.

Sayın Erdoğan;

İş yapıyor gibi görünmek için, şekilden şekile girmekten artık vazgeç.

Aldığın abuk sabuk kararlarla, zor durumdaki insanlarımızı daha da zor duruma düşürme.

Ya işini yap, ya da sandığı getir, biz de memleketi hak ettiği gibi yönetelim.

Dava arkadaşlarım;

Bugün Milletin Kürsüsü’nde 2 misafirimiz var.

Misafirlerimizden ilki,

Daha önce de Milletin Kürsüsü’nde ağırladığımız,

İktidarın, pandemi sürecini yönetemeyişinin, en büyük mağdurlarından olan,

sanat camiamızı temsil ediyor.

Şimdi kürsüye, hepimizin tanıdığı,

Ülkemizin yetiştirdiği önemli sanatçılarımızdan birini davet etmek istiyorum.

Burhan Şeşen Bey, buyurun, söz de kürsü de sizindir.

Ayrıntılar geliyor...

Editör: TE Bilişim