Oldukça uzuna ve alıntılar yapılarak hazırlanan yazı "Başkanlık Sistemi" başlığını taşıyor.

Derviş Koç'un hazırladığı yazı halen www.ulkuocaklari.org.tr'de yayında olup aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.ulkuocaklari.org.tr/baskanlik-sistemi.html

Bu yazıya göre başkanlık sistemi Ülkemiz için uygun bir sistem değil ve sakıncalı.

Yazıya göre Rejim Bunalımları ordunun müdahalesi ile darbe girişimlerine sebep olduğu gibi dünyada bolca da örneği var.

Yazının sonuç kısmında " Türkiye’nin siyasi koşulları ve başkanlık sisteminin muhtemel avantaj ve dezavantajları ışığında sağlıklı bir değerlendirme yapıldığında, başkanlık sisteminin Türkiye’de uygulanmasının son derece isabetsiz ve riskli bir tercih olacağı ortadadır. Hâlihazırda sahip olduğumuz sistemin kimi aksaklık ve tıkanıklıkları olduğu doğrudur. Ancak bunun çözümü, mevcut problemleri kat kat fazlalaştıracak başkanlık sistemi gibi yanlış bir tercihte bulunmaktan değil, parlamenter sistemin sınırları içerisinde kalınarak bazı iyileştirmeler yapılmasından geçmektedir. Bir gün gelip de iktidara sahip olanların “padişahlık” veya “tek adamlık” hevesleri uğruna bir milletin geleceği heba edilmemelidir." denilmesi  MHPnin şuanda ki savunduğu söylemler açısından son derece önemli.

Yazının tamamını sayfamızın aşağısında vereceğiz. Lakin ana başlıklara değinecek olursak;

Başkanlık sistemi nedir?
Başkanlık sistemini; yürütme organının başı ve aynı zamanda devlet başkanı olan başkanın belirli bir süre için halk tarafından seçildiği ve yasama organının başkanı düşüremediği, başkanın da yasama organını feshedemediği bir siyasi rejim olarak tanımlayabiliriz. Buna göre başkanlık sistemi, “başkan” merkezli bir rejimdir. Parlamenter sistemde yürütme erki, hükümet başkanlığı (başbakan) ve devlet başkanlığı (cumhurbaşkanı) gibi iki ayrı makamın varlığı sebebiyle ikili bir karakter arz ederken; başkanlık rejiminde başkan, hem hükümet hem de devlet başkanıdır. Başkanlık sisteminin temel özellikleri, başkan merkezli bir rejim ve kuvvetler ayrılığının en keskin uygulaması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Başkan Merkezli Rejim
Başkanlık sisteminin “başkan merkezli” yapısı gereği başkan, yürütme gücünü tekelinde bulundurur. Bu yüzden başkan, yalnızca yürütme organının başı değil, bizatihi “yürütmenin kendisi” şeklinde tarif edilmelidir. Parlamenter sistemde başbakan, hükümeti, yani bakanlar kurulunu teşkil eden bakanlardan biriyken ve başbakanı hükümet başkanı yapan sebep, onun eşitler arasında birinci konumunda olmasıyken; başkanlık sisteminde başkan, yürütmenin tek yetkilisi olarak, başkanlık kabinesi üyelerini tamamen kendi takdiri ile tayin eder ve onların bir anlamda hiyerarşik üstüdür. Bu yüzden başkanlık sisteminde “bakanlar” değil, “başkanın danışmanları ve yardımcıları” söz konusu olur ve kabine, başkanın beraber çalışmak zorunda olup desteğine ihtiyaç duyduğu bir kuruldan ziyade, başkanın emrindeki bir danışma organı mahiyetine bürünür. ABD eski başkanlarından Abraham Lincoln’ün bir kabine toplantısında yapılan bir oylamanın sonucu hakkında: “Yedi hayır, bir evet. Evetler galiptir.” şeklinde yaptığı meşhur açıklama, bu sistemdeki “başkan” algısının ne kadar merkezi ve kuvvetli olduğunun ispatıdır

Sert Kuvvetler Ayrılığı
Başkanlık sisteminin ikinci temel özelliği, devlet başkanının doğrudan halk tarafından seçilmesidir. Bu seçimin, ABD örneğindeki iki dereceli seçimler gibi bir yolla gerçekleştirilmesi de mümkündür. Burada önemli ve ayırıcı nokta, başkanlık makamının doğrudan halkoyuna bağlı olmasıdır. Parlamenter sistemlerde ise devlet başkanı, yasama organı tarafından seçilir, varlığı meclis iradesine dayanır. Bu sistemde doğrudan halkın oyuna dayanan tek organ yasama meclisi iken, başkanlık rejiminde hem yasama organı, hem de devlet başkanı ayrı ayrı halk oylamalarının neticesinde seçilir. Başkanlık sistemi hakkında kullanılan “sert kuvvetler ayrılığı” tabirini haklı kılan ilk özellik de budur.

Çifte Meşruiyet
“Çifte meşruiyet” meselesi, başkanlık sisteminin hem olumlu, hem de olumsuz bir yönü olarak gündeme getirilmektedir. Başkanlık sisteminde yasama organı da, yürütme organı olan başkan da müstakil seçimlerle işbaşına gelmekte ve aynı derecede demokratik meşruiyete sahip bulunmaktadır. Devlet başkanına yasama organından ayrı bir demokratik meşruiyet sağlaması ve yasama ile yürütme kuvvetlerinin halk tarafından ayrı ayrı onaylanması sebebiyle başkanlık rejiminin demokratik karakterinin daha ağır bastığı ve demokrasinin pekişmesinde bu rejimin daha aktif rol oynadığı ileri sürülmektedir.

Rejim Bunalımları
Çifte meşruiyet, başkanlık sisteminin bir avantajı olarak sayılamadığı gibi yasama – yürütme arası ihtilaflar ve rejim bunalımlarına sebebiyet vermesi açısından başkanlık sisteminin bir dezavantajı olarak kabul edilmelidir. Zira bu sistemde başkan, seçmenlere vaat ettiği icraatları gerçekleştirmek için gerekli bulunan kanuni düzenlemelerin yapılması bağlamında yasama organına muhtaçtır ve başkanın herhangi bir kanun teklifi getirme veya yasama organına tavsiyelerde bulunma imkânı da yoktur . Dolayısıyla kuvvetlerin kesin bir şekilde ayrıldığı bu durumda başkan, herhangi bir icraatı gerçekleştirebilmek için yasama organıyla uzlaşmak zorunda kalacaktır. Muhalif yasama çoğunluğuyla karşı karşıya kalan bir başkan, parlamenter sisteminde hiçbir başbakanın olmayacağı kadar kuvvetsiz bir konumda olacak ve böylece başkanlık sisteminin en önemli avantajlarından biri olarak görülen istikrarın temelinde yatan “güçlü yönetim” tamamıyla ortadan kalkacaktır.

Başkanlık Sistemi – Derviş Koç

Türkiye, yüz yılı aşkın bir demokrasi tecrübesine ve aynı uzunlukta bir siyasi parti geleneğine sahiptir. Bu süreç, aynı zamanda Türkiye’nin parlamentarizm deneyimini ifade etmektedir. Zira Kanun-u Esasi’den 1982 anayasasına kadar bütün kurucu metinlerimiz, hükümet sistemi olarak parlamentarizmi tercih ve tesis edegelmişlerdir. Kurucu metinlere, yani anayasalara bağlı olarak bütün hukuki mevzuatımız da bu sisteme göre şekillenmiştir. Başkanlık sistemi ise, bu uzun sayılabilecek tecrübenin hiçbir aşamasında denenmemiş bir anayasal tercihtir. Buna rağmen, gerek çok “yakın” etkileşim içinde bulunduğumuz ABD’nin yönetim sistemi olması, gerekse kimi merkez sağ liderlerin zaman zaman bu sistemi tartışmaya açması sebebiyle başkanlık sistemi, siyasi ve akademik hayatımızın güncel konularından biri haline gelmiştir. Özellikle “yeni bir anayasa” hazırlıklarının yapıldığı şu günlerde konu daha da çok önem kazanmıştır.

Başkanlık sistemi nedir?
Başkanlık sistemini; yürütme organının başı ve aynı zamanda devlet başkanı olan başkanın belirli bir süre için halk tarafından seçildiği ve yasama organının başkanı düşüremediği, başkanın da yasama organını feshedemediği bir siyasi rejim olarak tanımlayabiliriz. Buna göre başkanlık sistemi, “başkan” merkezli bir rejimdir. Parlamenter sistemde yürütme erki, hükümet başkanlığı (başbakan) ve devlet başkanlığı (cumhurbaşkanı) gibi iki ayrı makamın varlığı sebebiyle ikili bir karakter arz ederken; başkanlık rejiminde başkan, hem hükümet hem de devlet başkanıdır. Başkanlık sisteminin temel özellikleri, başkan merkezli bir rejim ve kuvvetler ayrılığının en keskin uygulaması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Başkan Merkezli Rejim
Başkanlık sisteminin “başkan merkezli” yapısı gereği başkan, yürütme gücünü tekelinde bulundurur. Bu yüzden başkan, yalnızca yürütme organının başı değil, bizatihi “yürütmenin kendisi” şeklinde tarif edilmelidir. Parlamenter sistemde başbakan, hükümeti, yani bakanlar kurulunu teşkil eden bakanlardan biriyken ve başbakanı hükümet başkanı yapan sebep, onun eşitler arasında birinci konumunda olmasıyken; başkanlık sisteminde başkan, yürütmenin tek yetkilisi olarak, başkanlık kabinesi üyelerini tamamen kendi takdiri ile tayin eder ve onların bir anlamda hiyerarşik üstüdür[3]. Bu yüzden başkanlık sisteminde “bakanlar” değil, “başkanın danışmanları ve yardımcıları” söz konusu olur ve kabine, başkanın beraber çalışmak zorunda olup desteğine ihtiyaç duyduğu bir kuruldan ziyade, başkanın emrindeki bir danışma organı mahiyetine bürünür[4]. ABD eski başkanlarından Abraham Lincoln’ün bir kabine toplantısında yapılan bir oylamanın sonucu hakkında: “Yedi hayır, bir evet. Evetler galiptir.” şeklinde yaptığı meşhur açıklama, bu sistemdeki “başkan” algısının ne kadar merkezi ve kuvvetli olduğunun ispatıdır[5].


Brezilya, Arjantin ve Venezüella gibi bazı başkanlık rejimlerinde başkana cumhurbaşkanı adı verilir ve bu ülkelerde başkana yürütme konularında yardımcı olacak, başbakan ve bakanlardan oluşan bir hükümet bulunabilmektedir. Ancak bu ülkelerde bahsedilen hükümet; “yardımcı” niteliktedir ve doğrudan devlet başkanına karşı sorumludur. Brezilya’da Cumhurbaşkanına önemli yürütme konularında tavsiyelerde bulunabilecek bir Cumhuriyet Konseyi bulunmaktadır. Benzer bir yapıya Arjantin’de de rastlanmaktadır. [6] İsmi her ne kadar “cumhurbaşkanı” olsa da, “hükümet” adı verilen yapının tamamen cumhurbaşkanının tayin ve takdiriyle oluşması, yardımcı mahiyette bulunması ve cumhurbaşkanına karşı sorumlu olması, bu ülkelerdeki rejimlerin de “başkan merkezli” bir karaktere sahip olduğunu göstermektedir[7].


Sert Kuvvetler Ayrılığı
Başkanlık sisteminin ikinci temel özelliği, devlet başkanının doğrudan halk tarafından seçilmesidir. Bu seçimin, ABD örneğindeki iki dereceli seçimler gibi bir yolla gerçekleştirilmesi de mümkündür. Burada önemli ve ayırıcı nokta, başkanlık makamının doğrudan halkoyuna bağlı olmasıdır. Parlamenter sistemlerde ise devlet başkanı, yasama organı tarafından seçilir, varlığı meclis iradesine dayanır. Bu sistemde doğrudan halkın oyuna dayanan tek organ yasama meclisi iken, başkanlık rejiminde hem yasama organı, hem de devlet başkanı ayrı ayrı halk oylamalarının neticesinde seçilir. Başkanlık sistemi hakkında kullanılan “sert kuvvetler ayrılığı” tabirini haklı kılan ilk özellik de budur.


Yasama ve yürütme kuvvetleri arasında henüz oluşum aşamasında beliren bu temel ayrılık, başkanın vazifesi boyunca da devam ederek tam anlamıyla sert bir kuvvetler ayrılığı halini alır. Parlamenter sistemde hükümet, kuruluş ve işleyişinde yasama organının güvenoyuna muhtaçken başkanlık sisteminde başkan, görevinin başlangıcında da devamında da yasama organından bağımsızdır. Bu bağımsızlık başkanın, hiçbir aşamada yasama meclisinin herhangi bir güven oylamasına olmamasını gerektirir. Nitekim başkanlık sisteminin benimsendiği ABD’de, yalnızca cezaî sorumluluk hallerine münhasır olan ve üçte iki nisabının arandığı suçlama (impeachment) yargılaması haricinde, başkanın yasama organı tarafından düşürülmesi / görevden alınması hiçbir şekilde mümkün değildir [8].
Yasama kuvvetinin yürütme üzerinde belirleyici olamamasının yanında yasamanın da yürütmenin herhangi bir müdahalesinden etkilenmemesi için başkanlık sisteminde bazı tedbirler alınmıştır ve başkan, yasama organı tarafından hiçbir şekilde düşürülemediği gibi yasama organı da hiçbir durumda başkan tarafından feshedilemez. Bu konuda da başkanlık sistemi parlamenter sistemden oldukça farklıdır. Çünkü parlamenter sistemde devlet başkanının kimi durumlarda parlamentoyu fesih yetkisi bulunmaktadır. Başka bir tedbir olarak başkan, yasamanın çalışmalarına katılamaz, örneğin kanun tasarı veya teklifi getiremez. Parlamenter sistemde ise yürütme organı olan bakanlar kurulu, yasama meclisine kanun tasarıları sunabilir.


Yasama ve yürütme arasında kesin bir şekilde ayrılığı sağlayan diğer bir önemli tedbir ise başkanın sekreterlerini (kabinesini oluşturacak yardımcı/danışmanlarını) yasama organı dışından seçme zorunluluğudur. Parlamenter rejimlerde yasama meclisi üyeliği ile hükümet üyeliği bağdaşabilir, bu türden bir zorunluluk mevcut değildir. [9] Latin Amerika ve Afrika ülkelerinde uygulanan başkanlık modelinde ise başkan ve kabine üyelerinin parlâmento üyeleri arasından seçilmesi mümkündür.
ABD’deki başkanlık sistemi uygulamasında bir fren ve denge (check and balance) mekanizması göze çarpmaktadır. Dolayısıyla hem yasama organı, hem de başkan belli konularda hareket edebilmek için diğerinin desteğine muhtaçtır. Örneğin kongrenin kabul ettiği herhangi bir yasa teklifi karşısında başkan, “güçleştirici veto” yetkisine sahiptir. [10] Başkanın veto ettiği bir yasa teklifinin tekrar kabul edilmesi için kongrenin üçte iki nisabına ulaşması gerekmektedir. Buna karşılık, başkanın hazırladığı bütçenin, bürokrat tayinlerinin ve imzaladığı uluslararası anlaşmaların yürürlüğe girmesi için kongrenin üçte iki onayı gerekmektedir

Başkanlık Sisteminin Olumlu ve Olumsuz Yönleri Nelerdir?
Çifte Meşruiyet

“Çifte meşruiyet” meselesi, başkanlık sisteminin hem olumlu, hem de olumsuz bir yönü olarak gündeme getirilmektedir. Başkanlık sisteminde yasama organı da, yürütme organı olan başkan da müstakil seçimlerle işbaşına gelmekte ve aynı derecede demokratik meşruiyete sahip bulunmaktadır. Devlet başkanına yasama organından ayrı bir demokratik meşruiyet sağlaması ve yasama ile yürütme kuvvetlerinin halk tarafından ayrı ayrı onaylanması sebebiyle başkanlık rejiminin demokratik karakterinin daha ağır bastığı ve demokrasinin pekişmesinde bu rejimin daha aktif rol oynadığı ileri sürülmektedir.
Ancak çifte meşruiyet, demokrasinin pekişmesinde başlı başına belirleyici bir etken değildir. Zira demokrasi kültürünün gelişimi salt siyasal rejime bağlanmayacak ölçüde çok değişkenli bir süreçtir. Nüfus büyüklüğü, ekonomik durum ve eğitim seviyesi gibi başka unsurların da demokrasinin yerleşmesinde önemli ve belirleyici bir etkisi vardır. Başkanlık sisteminin ABD’deki başarılı uygulaması, bu sistemin daha demokratik olduğu yönünde bir algı yaratsa da, bunun bir yanılsama olduğunu ve orada gelişen demokratik kültürün, bahsettiğimiz nüfus, ekonomik durum ve eğitim seviyesi gibi diğer değişkenlerle çok daha yakından ilgili olduğunu söylemek mümkündür [11]. Eğer bir ülkenin siyasal rejiminin demokrasinin gelişiminde bütün bu değişkenler dışında bağımsız bir etkisinin olduğu kabul edilecek olursa, bu takdirde varılacak sonuç başkanlık sisteminin aleyhine olacaktır. Nitekim Mainwaring ve Shugart’ın gerçekleştirdiği, 1972-1994 yıllarını kapsayan ve yerleşik demokrasiye sahip otuz üç ülkeyi ele alan bir araştırma, parlamenter rejimin demokrasinin sağlamlaşması için daha elverişli olduğunu gözler önüne sermiştir [12].


İstikrar
“Başkanlık sisteminin avantajları nelerdir?” sorusuna verilen cevapların hemen hepsi esasen “istikrar” kavramı ile bir şekilde ilintilidir. Daha önce ifade ettiğimiz üzere başkanlık sisteminde, yürütme organının sağladığı geniş yetkilerin tamamını elinde bulunduran başkan, görev süresince herhangi bir şekilde görevden alınamamaktadır. Böylece başkanın görev süresi boyunca sabit ve güçlü bir yürütmenin varlığı temin edilmiş olmaktadır.
Ancak başkanın hükümetine mutlak istikrar kazandıran bu usul, katılığı sebebiyle başka problemler doğurabilmektedir. Görevi esnasında halk nezdindeki meşruiyetini ve popülaritesini kaybetmiş olan bir başkanın düşürülememesi veya halkın destek ve güvenini kazanmış bir başkanın ise yeniden seçilememesi, bu sorunların başında gelmektedir. Başkanın yeniden seçilemediği veya en fazla bir dönem daha seçilebildiği başkanlık sistemlerinde ise, demokrasinin gereği olan hesap verme ve icraatlarından mesul tutulma mekanizması işlememektedir. Ayrıca yeniden seçilememe, başkanın akılcı olmayan, verimsiz ve iyi planlanmamış bir siyaset izlemesine sebep olmaktadır. Parlamenter rejimde ise böyle bir sınırlama olmadığından iktidar namzedi olan siyasi partiler, plan ve projelerini daha uzun vadeli ve gerçekçi bir biçimde tasarlayabilirler.


Rejim Bunalımları
Çifte meşruiyet, başkanlık sisteminin bir avantajı olarak sayılamadığı gibi yasama – yürütme arası ihtilaflar ve rejim bunalımlarına sebebiyet vermesi açısından başkanlık sisteminin bir dezavantajı olarak kabul edilmelidir. Zira bu sistemde başkan, seçmenlere vaat ettiği icraatları gerçekleştirmek için gerekli bulunan kanuni düzenlemelerin yapılması bağlamında yasama organına muhtaçtır ve başkanın herhangi bir kanun teklifi getirme veya yasama organına tavsiyelerde bulunma imkânı da yoktur [13]. Dolayısıyla kuvvetlerin kesin bir şekilde ayrıldığı bu durumda başkan, herhangi bir icraatı gerçekleştirebilmek için yasama organıyla uzlaşmak zorunda kalacaktır. Muhalif yasama çoğunluğuyla karşı karşıya kalan bir başkan, parlamenter sisteminde hiçbir başbakanın olmayacağı kadar kuvvetsiz bir konumda olacak ve böylece başkanlık sisteminin en önemli avantajlarından biri olarak görülen istikrarın temelinde yatan “güçlü yönetim” tamamıyla ortadan kalkacaktır.
İki erkin de birincil meşruiyete sahip olması, başkanlık sisteminde yasama ve yürütme organlarının mutlak surette uzlaşmasını gerektirir. Söz konusu uzlaşma zorunluluğunun yanında bu sistemde yasamanın da yürütmenin de üstünde bulunacak “tarafsız bir devlet başkanı” imajı mevcut değildir. Bu durum, siyasi sistemin kamplaşmalar ve kutuplaşmalar üzerine kurulduğu ülkelerde ciddi rejim krizlerine yol açacaktır. Açmaz/çözümsüzlük (deadlock) veya felç (paralysis) olarak adlandırılan böyle kilitlenme durumlarının aşılması için Latin Amerika ülkelerinde geliştirilen yöntemler “başkancı” rejimlerin oluşmasına sebep olmuş, sistemin özü ve demokratik kültür iyiden iyiye tahribata uğramıştır [14]. Daha da kötüsü, başkanlık sisteminin söz konusu kriz potansiyeli ve arabulucu eksikliği, bahsedilen ülkelerde ordunun arabuluculuk rolündeki bir siyasi aktör olarak devreye girmesine, dolayısıyla askeri müdahalelerin gelişimine zemin hazırlamış ve çoğu zaman demokratik hayatın tamamıyla son bulmasına sebep olmuştur [15].


‘Ya Hep Ya Hiç’ (Winner Takes it all)
Başkanlık sisteminde siyasal kurgunun tam merkezinde başkanlık makamı yer alır. Bu makam tabiatı itibariyle bölünmeye müsait değildir. Başkanlık seçimlerinde galip gelen aday, geniş yürütme yetkilerini tek başına ve diğer seçime dek aralıksız bir biçimde kullanacaktır. Bu yüzden başkanlık sisteminde demokratik hayat, bir tür “kazanan her şeyi alır” (winner takes all) oyununa dönüşmektedir. Seçimin galibi açısından “her şeyin alındığı” bu sistem, mağlubu bakımından ise “her şeyin kaybedildiği” tam bir hezimet niteliğine bürünmektedir.
“Ya hep ya hiç” olarak adlandıran bu durum, hem iktidar hem de muhalefet yönünden birtakım sakıncalar doğurmaktadır. Bütün icra kuvvetinin tek kişide toplanması ve bu kişinin seçim süresi boyunca her türlü siyasi hesap verme ihtimalinden uzak tutulması, yönetimin şahsi, keyfi ve otoriter bir görünüm almasına sebep olabilmektedir. Ayrıca muhalefetin siyasal sistemden tamamen dışlanarak yürütmeyi etkileyebilme imkânından yoksun kılınması, rejimin demokratik karakterini iyice zedelemekte ve kimi muhalif görüşlerin hukuk ve siyaset dışı yollardan gündeme getirilmesini teşvik etmektedir. Oysa parlamenter sistem, yürütmenin geniş yetkilerini tek şahısta veya kurulda toplamadığından iktidarın bir “dikta”ya dönüşmesine de engel olmaktadır. Ayrıca parlamenter rejimdeki koalisyon imkânı, farklı siyasi görüşlerin halktan aldıkları destek oranında yürütmeye katılmasını sağlamakta ve demokratik kültürün gelişimini hızlandırmaktadır [16].


Başkanlık Sistemi Türk Siyasetine Uyumlu mudur?
İlk başta da belirtiğimiz üzere Türkiye, 1876 Kanun-i Esasi’sinden beri parlamenter sistemi benimsemiştir. Hatta bu tarihten çok daha öncesinde mevcut olan “padişah” ve “sadrazam” ayrımı, parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanı ve başbakan ayrımına benzer bir geleneksel temel oluşturmaktadır. Asırlar süren bu geleneksel tecrübe ve yüz yılı aşkın hukuksal uygulama sonucunda Türkiye bütün devlet anlayışını ve hukuki mevzuatını parlamenter sistem üzerinde oluşturmuştur. Bu bakımdan başkanlık sistemine geçilmesi, işin esasından önce usul bakımından çok zor ve problemli bir süreci gündeme getirecektir. Prof. Ergun Özbudun’a göre, böyle bir geçişin mümkün olabilmesi için 40’tan fazla anayasa maddesinin ve bunlara dayalı yüzlerce kanun, tüzük ve yönetmeliğin değişmesi yahut yeniden düzenlenmesi gerekmektedir [18]. Devlet bünyesindeki bir “hukuki ameliyat”ı andıran bu dönüşüm, belki on yıllar alacak bir uyum sürecini ve beraberinde birçok hukuki karmaşayı getirecektir [19]. Bu sebeple başkanlık sistemi, her şeyden önce “usul yönünden” Türkiye için doğru bir tercih değildir.


Türk siyasetinde siyasi parti liderlerini iktidarları esnasında gereği gibi icraat göstermeye teşvik eden en önemli etkenin, bir sonraki seçimde “sandıkta hesap verme” endişesi olduğu dikkate alındığında, yalnızca “istikrarı sağlayacağı” gerekçesiyle başkanlık sisteminin tercih edilmesi de Türkiye özelinde pek makul görünmemektedir[20]. Kabul edilmelidir ki, Türk siyasi tarihinde 1970-1980 ve 1991-2002 dönemleri, koalisyon hükümetleri sebebiyle nispeten istikrarsız bir karakter arz etmiştir. Ancak Türk seçmeninin davranışı, hükümet sistemi değişikliğine gerek kalmayacak bir şekilde istikrara yönelmekte ve bu “ara dönem”leri bir tek parti iktidarıyla sona erdirmektedir. Nitekim 2002 genel seçimlerinde Türk seçmeni, on yıllık istikrarsızlıkta şu veya bu derecede etkisi olan bütün siyasi partileri parlamentodan tümüyle tasfiye ederek hem istikrarı sağlamış, hem de bu partilerin siyasi anlamda hesap vermesine imkân tanımıştır.


Siyasi kültürümüz ve Türk siyasi parti sisteminin temel özelliklerini göz önüne alarak düşündüğümüzde, ABD’de başarıyla uygulanmakta olan başkanlık sisteminin Türkiye’de çok farklı neticeler doğuracağını tahmin etmek hiç de zor değildir. Amerikan siyasi hayatında görülen cumhuriyetçi-demokrat ayrımı, hiçbir zaman kutuplaşmayı teşvik edecek ölçüde derin olmamış, yalnızca “tavır farklılığı” düzeyinde kalmış oldukça sathi bir ayrımdır. [21] Türkiye’de ise siyaset temel değerler, hayat tarzları ve ideolojiler üzerinden yapılmakta ve siyasi partiler de bu doğrultuda teşekkül etmektedir. [22] Cumhuriyetçiler ve demokratlar, “Amerikan ulusal çıkarları” söz konusu olduğunda ortak tavır sergileyebilirken, Türkiye’de siyasi partiler henüz “Türk ulusal çıkarları”nın ne olduğu konusunda dahi bir görüş birliğine sahip görünmemektedir. Örneğin, birçok mesele muhalefet tarafından “gizli gündem”, “gaflet”, “ihanet” şeklinde nitelendirilebilmekteyken, iktidar tarafından “hak-batıl mücadelesi” olarak gösterilebilmektedir.


Siyasi zeminin bu derece derin kutuplaşmalara gebe olduğu ülkemizde, muhalefetin siyasi gündemde kendine yer bularak görüşlerini dillendirmesi zaruridir. Parlamenter rejimin sağladığı siyasi atmosfer sayesinde muhalefet, gerilimi dışa vurmak ve siyasileştirmek suretiyle en azından toplumsal fay hatlarını teskin etmektedir. Hâlbuki başkanlık sistemi, “ya hep ya hiç oyunu” nu öngörmesi sebebiyle bir muhalefet boşluğuna sebep olmakta ve toplumsal çatışma riskini artırmaktadır[23].


Türk siyasi tarihinin başlangıcından itibaren tartışmalı ve sorunlu bir alan olarak karşımıza çıkan ordu-siyaset ilişkileri de başkanlık sistemi bağlamında birçok problemi doğurabilecek niteliktedir. Başkanlık sisteminin uzlaşma kültürü zayıf bir siyasi partiler sistemi üzerinde yaratabileceği hükümet krizleri ve bahsedilen muhalefet boşluğu, Türk siyasi hayatının şöyle veya böyle her zaman içinde bulunmuş olan ordunun siyasette daha fazla müdahil olmasına adeta davetiye çıkarmaktadır [24]. Kriz ihtimali başkanlık sistemine göre çok daha az olan parlamenter sistemde dahi birçok rejim bunalımı yaşanmış ve bu bunalımlar neticesinde ortaya çıkan otorite boşluğu ordunun siyasete müdahalesine zemin hazırlamıştır. Her ne kadar Türkiye, demokrasi deneyimi ve kültürü açısından Latin Amerika ülkelerinden kıyaslanamayacak derecede önde olsa da, başkanlık sisteminin Türkiye’de de bu alanda önemli sorunlara yol açacağı açıktır. 12 Eylül 1980 müdahalesinin gerekçesini oluşturan cumhurbaşkanlığı seçim krizi ve aynı sebepten henüz yaklaşık yıl önce yaşadığımız 27 Nisan muhtırası bu konuda bir fikir sahibi olmak için yeterlidir.


Uzlaşma kültürünün hem iktidara gelen, hem de muhalefette kalan partiler açısından çok zayıf olduğu Türk siyasetinde, cumhurbaşkanlığı makamının olması gereken “moderatör” işlevi şimdiye kadar açıkça gözlemlenmiştir. Her ne kadar bugün için bunu söyleyemesek de parlamenter sistemde tarafsız bir cumhurbaşkanlığı makamının bulunması sayesinde, icraattaki başbakanı kıyasıya eleştiren ve onunla belki aynı masaya dahi oturmaktan kaçınan siyasi parti liderleri, “devlet krizi” niteliğindeki durumlarda, birleştirici bir makam olması hasebiyle cumhurbaşkanını göreve çağırabilmekte ve bu vesileyle asgari bir iletişim imkânı sağlayabilmektedirler [25]. Nitekim 1995 seçimlerinin ardından kurulan Refah-Yol hükümeti, yasama organı ile bu tür bir kilitlenmeye girdiği halde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, yeni bir hükümetin oluşumunu teşvik ederek bu kilitlenmenin bir “rejim bunalımı”na dönüşmesine mani olmuştur. Zaten siyasi yapısı gereği bunalımlara meyilli olan ülkemizde “arabulucu” cumhurbaşkanının siyaset sahnesinden çıkarılarak başkanlık sistemine geçilmesi bu açıdan da son derece risklidir ve uygun değildir.


Sonuç olarak,
Türkiye’nin siyasi koşulları ve başkanlık sisteminin muhtemel avantaj ve dezavantajları ışığında sağlıklı bir değerlendirme yapıldığında, başkanlık sisteminin Türkiye’de uygulanmasının son derece isabetsiz ve riskli bir tercih olacağı ortadadır. Hâlihazırda sahip olduğumuz sistemin kimi aksaklık ve tıkanıklıkları olduğu doğrudur. Ancak bunun çözümü, mevcut problemleri kat kat fazlalaştıracak başkanlık sistemi gibi yanlış bir tercihte bulunmaktan değil, parlamenter sistemin sınırları içerisinde kalınarak bazı iyileştirmeler yapılmasından geçmektedir. Bir gün gelip de iktidara sahip olanların “padişahlık” veya “tek adamlık” hevesleri uğruna bir milletin geleceği heba edilmemelidir.

________________________________________
[3] Çıtak, Halim A. (Kasım, 2012), “Türkiye Kritik Virajda: Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi”, Cilt I, Sayı 9, s.6-19, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (AnalizTürkiye), Londra: AnalizTürkiye (http://researchturkey.org/?p=2191&lang=tr)
[4] Harold J. Laski, The American Presidency, s. 73.
[5] Erdal Onar, “Türkiye’nin Başkanlık veya Yarı-Başkanlık Sistemine Geçmesi Düşünülmeli midir?” s.73.
[6] Bekir Parlak-Caner Cantürk, Siyasal ve Yönetsel Yapılar, Aktüel-Alfa Yayınları, Bursa, 2005, s. 404-405.
[7] Çıtak, Halim A., s. 8.
[7] Leonard Williams Levy, Encyclopedia of The American Constitution, “impeachment” maddesi.
[8] Kemal Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş, s.92-94.
[9] Cem Eroğul, Çağdaş Devlet Düzenleri, İmaj Yayınları, Ankara,1997, s. 1005’ten aktaran Hasan Buran, Siyasal Rejim Sınıflamalarının Yeniden Gözden Geçirilmesi Üzerine, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y.2009, C.14, S.1 s.89.
[10] Çıtak, Halim A., s. 9.
[11] Çıtak, Halim A., s. 10
[12]Scott Mainwaring and Matthew S. Shugart, “Juan Linz, Presidentialism and Democracy: a Critical Appraisal”, Comparative Politics, (July 1997), s.456-460.
[13] Çıtak, Halim A., s. 10.
[14] Lijphart (1992), s.15-18.
[15] Latin Amerika’da başkanlık sisteminin uygulanması, lehte ve aleyhte görüşler için bkz. Hochstetler, Kathryn. Rethinking Presidentialism: Challenges and Presidential Falls in South America. Comparative Politics, Vol. 38, No. 4 (Jul., 2006), pp. 401-418. Mainwaring, Scott. Presidentialism in Latin America. Latin American Research Review, Vol. 25, No. 1 (1990), pp. 157-179. Juan J. Linz and Arturo Valenzuela, eds., The Failure of Presidential Democracy (Baltimore: The Johns Hopkins University Press, 1994); Scott Mainwaring and Matthew Soberg Shugart, eds., Presidentialism and Democracy in Latin America (Cambridge: Cambridge University Press, 1997); Adam Przeworski, Michael Alvarez, Jos? Antonio Cheibub, and Fernando Limongi, Democracy and Development: Political Ins utions and Economic Performance, 1950-1999 (Cambridge: Cambridge University Press, 2000).
[16] Çıtak, Halim A., s. 11.
[17] Bertil Emrah Oder, “Türkiye’de Başkanlık ve Yarı Başkanlık Rejimi Tartışmaları: 1991-2005 yılları Arasında Basına Yansıyan Öneri ve Tepkilerden Kesitler”, Başkanlık Sistemi, TBB Yayını, Ankara 2005, s.34-35, dn. 7.
[18] Prof. Dr. Ergun Özbudun’un AK Parti’nin 2007 yılında gündeme getirdiği anayasa taslağını hazırlayan komisyonun başında olduğu göz önüne alındığında, başkanlık sisteminin aslında iktidarla ortak çalışma yapabilen akademisyenler tarafından bile benimsenmediği söylenebilir.
[19] Prof. Dr. Ergun Özbudun’dan aktaran: Taha Akyol, “Başbakan’a bir Öneri” Milliyet Gazetesi, 22 Nisan 2010.
[20] Çıtak, Halim A., s. 13.
[21] Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Türkiye’nin Başkanlık Sistemiyle İmtihanı, Görüş (TÜSİAD Yayını), Şubat 2012, sayı: 72, s.48-49.
[22] Türkiye’de siyasi partiler ve bu partilerin ideolojik yapıları konusunda daha geniş bir bilgi için bkz. Ali Çarkoğlu, “The Turkish Party System in Transition: Party Performance and Agenda Transformation,” Political Studies, Vol.46, No.3 (1998), pp.544–71; Birol Akgün, “Aspects of Party System Development in Turkey,” Turkish Studies, Vol.2, No.1 (2001), pp.71–92; ve Ergun Özbudun, Contemporary Turkish Politics(Boulder: Lynne Rienner, 2000), pp.73–104.
[23] Çıtak, Halim A., s. 14.
[24] Çıtak, Halim A., s. 14.
[25] Çıtak, Halim A., s. 15.

Editör: TE Bilişim