Devlet Bahçeli’nin, Mümtaz’er’in kardeşi Mustafa Türköne’nin ölüm yıldönümünde attığı twitler ve şehit kardeşi üzerinden sergilenen yeniden yargılanma talebi aynı zamanda, bazı tahliye örneklerinden hareket ederek bir ‘eski’ ülküdaşlık vefası hukukuna da atıfta bulundu.

15 Temmuz ihanetinden bu yana tutuklu bulunan ve ciddi sağlık sorunları olan Mümtaz’er’in tahliyesine dair sosyal medyadaki yorumlar ayrıca ve hususen analize değer. İki ana başlıkta toplanabilecek bu yorumların ilki, eski de olsa bir ülküdaşın yeteri kadar ceza çektiği ve sağlık sorunları sebebiyle tahliye edilmesi gerektiği yönünde iken, FETÖ’ye yaptığı hizmetlerden ve Ergenekon-Balyoz dâvâlarındaki tavrı ve tabii Güneydoğu meselesi ve Öcalan ile alakalı yorumları sebebiyle mevcut durumunun müstehak olduğu yönünde…

Her ikisinin da anlaşılabilir tarafları var aslında...

Mümtaz’er’in keskin zekâsı, cerbezeli, hatta cezbeli yazı üslûbu ve entelektüel birikimi üniversitede akademisyen olarak kalmasına engel oldu. Aslında bu özellikleri ve ideolojik geçmişi siyaset dışı bir yapının devlet içinde yapılanmasına karşı durmasını gerektirirken o karşı durmak yerine yapının gizli ve aleni planlarına bilerek/bilmeyerek, dolaylı/direk destek vermiş oldu.

İçinden geldiği Türk milliyetçiliği fikri ve dâvâsını ve tabii şehit kardeşini muazzeb edecek çok şey yazdı, söyledi…

Açılım sürecinde Türk milliyetçilerini üzecek çok laf etti, yazdı…

4 Mayıs 2013 tarihinde, Yeniçağ Gazetesinde, “Mümtaz’er Türköne’ye Samimi Bir Teklif” başlığıyla şunları yazmışım:

“Mümtaz’er Türköne, ‘Türk millliyetçiliğinin bu ülkeyi böleceğini’ yazıyor ve daha pek çok fikri zehir şırıngasının içine ustaca zerk ediyor. Tıpkı bir psikolojik harp uzmanı gibi işliyor yazılarını, ince ince hesâb ederek, ince ince dokuyarak, ince ince örerek. Binlerce insanımızın kâtili ve otuz yıldır devam eden terörün elebaşını İmralı’dan bir ‘barış elçisi’ gibi çıkarma gayretlerinin aman vermez ve acar bir destekçisi olarak Mümtaz’er Türköne’nin yazdıklarına fikrî bir muhtevâ ile mukâbelede bulunmak gerçekten bir tenezzül meselesi hâline geldi. Türköne, ‘hasta adam’ Osmanlının başında ölmesini ağızlarını şaplatarak bekleyen Avrupalı devletler ve içerideki Bâbıâli hainleri arasındaki seleflerini aratmıyor ve gittikçe dozunu artırıyor…”

Ve şöyle bitirmişim yazıyı:

“Mümtaz’er Türköne, Anayasa başta olmak üzere Türk kelimesinin varlığının her sorunun çözümünde engel teşkil ettiğini düşünüyorken, soy ismindeki ‘Türköne’yi değiştirsin hazır eli değmişken, üstelik bu meselede TBMM desteği, psikolojik harp teknikleri, kamuoyu desteği falan da gerekmiyor, herhangi bir avukata verilecek bir vekâletnâme kifâyet ediyor, vekâlet ücretini de bendeniz üstleneceğim. Ve’l hâsılı, evvelâ kendin kurtul Türk isminden Mümtaz’er Türköne, için rahat etsin…”

Tüm bu görüşlerinden geri dönmediği sürece bugün de böyle düşünüyorum…

Eski ya da yeni bir Türk milliyetçisi ve bir ülkücü, devletin siyaset dışı bir kurum tarafından istila edilmesine asla rıza gösteremez… Sandıktan aldığı meşruiyeti ve iktidarı siyaset dışı bir kurumla paylaşan AKP iktidarının bu yanlışıyla tosladığı yer 15 Temmuz olmuştur. Bu ve bunun gibi siyaset dışı kurumların siyaset ile ‘al takke ver külah’ ilişkisi Türk siyasetinin en büyük açmazlarından birisidir.

Mümtaz’er,(niyeti var mı bilmiyorum ama) siyaseti ve devleti dizayn edeyim derken içine düştüğü mevcut durumun analizini yapacak zekâ ve birikime teorik olarak sahiptir. Ve aslında bugün içinde bulunduğu durum, o yapının da o kadar hizmet etmesine rağmen üvey evladı olduğunun kanıtıdır. FETÖ’nün yayın organlarında yazan, konuşan pek çokları bugün ABD ve Avrupa ülkelerinde rahat ederken kendisinin içinde bulunduğu durumun farkında olması lazım gelir.

Kanaatimce, Mümtaz’er’e istenen yeniden yargılanma ve zımni tahliye talebi kardeşinin ya da eski ülkücülüğünün üzerinden ziyade, benzeri durumda tahliye olanlar ya da hiç soruşturma geçirmeyenler üzerinden yapılmalıdır. Gökçe Fırat’ın tahliye edildiği hukuk şartlarında Mümtaz’er de, Nazlı Ilıcak, A. Turan Alkan, Ali Bulaç gibi emsalleriyle birlikte mütalaa edilebilir, en azından vakit kaybetmeden ciddi bir sağlık kontrolü ve tedavi imkânı sağlanmalıdır, bu her mahkûmun anayasal hakkıdır…

Son söz, dalından kopan yaprağın akıbetini rüzgâr tayin ediyor. Mümtaz’er de savrulduğu bu dönemin muhasebesini yapacak ve bu dönemi yazacaktır diye düşünüyorum…

Editör: TE Bilişim