AKP Genel Sekreteri, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ı tehdit ediyor:

"Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin de benzer bir kıyım içinde olduğunu duyuyoruz. Buna dair duyumlar alıyoruz. Bu bilgiler kulağımıza geliyor. Buradan Ankara Büyükşehir Başkanı'na sesleniyoruz. Sakın ha işçi kardeşlerimizin emeğiyle oynama. Sakın ha emekçi kardeşlerimizin alın terini heba edecek adımlar atma. Eğer işçi kardeşlerimizin ekmeğiyle oynarsan, onlara bu zulmü reva görürsen, Ankara'ya sana dar ederiz. Karşında bizi bulursun, karşında AK Parti teşkilatlarını bulursun…"

***

Bu yalan ve tehditleri seçim öncesinden de hatırlıyoruz… Ellerindeki bütün kamu imkânlarıyla abanmışlardı: Sosyal yardımlar kesilecek!.. 20 bin kişi işten çıkarılacak!... Yeni işe gireceklerin listesi il teşkilatında yapılıyor!.. Belediye, Kandil'den talimatla yönetilecek!.. Su saatlerini okumaya evlerinize teröristler gelecek!..

Sonuç: Teröristler erken uyanamadığından olsa gerek, Başkent'e Türkiye Cumhuriyeti geldi!.. Devlet terbiyesi, iş ahlâkı, yetim malına sahip çıkma duygusu ve şeffaflık hâkim oldu… Yağma ve israfın başı ezildi… Belki Esenboğa Havaalanına metro bir günde getirilemezdi ama belediyeye adalet bir günde getirilebilirdi, işte o getirildi…

Sosyal yardım alanlar, önceki belediyenin 'garanti oy havzası'ydı… 'Yardımlar kesilecek' denilerek korkutulanlar, oylarını büyük oranda AKP adayına vermiş olmalarına rağmen, aldıkları yardımlara dokunulmadı…

"Kimsenin ekmeğiyle oynamayacağız" sözüne sadık kalındı ve evine ekmek götürmekten başka derdi olmayan hiçbir çalışana ilişilmedi, ilişilmeyecek de…

Aynı işyerinde gözüken ama yanındaki emeğiyle Ankara halkına hizmet verirken, kendisi trollük yapan, arkadaşının alın terini çalan elbette hesabını verecek, veriyor da… Bankamatikler elbette bedel ödeyecek, ödüyor da…

Milletin vergileriyle oluşan bütçeyi adil ve verimli kullanmakla mükellef bir belediye başkanı ve kadrosu, esasında bunlara dokunmaz ve göz yumarsa kamu vicdanı nezdinde suç işlemiş olur… Emanete ve yetim hakkına ihanet etmiş sayılır…

Belli ki 31 Mart'ın sancısı geçmemiş… Oysa Ankara'nın vicdanı 30 Mart 2014'te fena kanamıştı… O karanlık gecede gasp edilen adaletin, bir seçim sonra ayaklarını yere vura vura gururla "İşte ben geldim" diyerek diklenmesiydi gerçek olan…

İradesi kapkaça kurban giden Ankara halkının şaibeye yer bırakmayan acı cevabıydı 31 Mart… Yöntem ne olursa olsun, kaybetmeyi pek sevmeyen anlayış, şimdi yine tehditle sonuç alabileceğini, muhataba geri adım attırabileceğini zannediyor!.. Ankara'da sadece işine odaklanmış ve halka hizmetten başka önceliği bulunmayan bir belediye, tehditle hizaya çekmeye çalışılıyor…

O tehditlere pabuç bırakılacak olsaydı, çok daha önce olurdu… Olmadı, olmuyor ve olmayacak…

***

Bir de bunların, bu üslup, bu dil, bu propaganda, bu yöntemle sonuç alamayacaklarını, bunun işleri daha bozduğunu anlamaları için kaç İstanbul faciası daha yaşamaları gerekiyor acaba?

Tehdit, şantaj, Pontus, Diyarbakır, Apo, Osman Öcalan, terörist vs. diye diye, kullana kullana yürütülen kampanyanın ibret verici sonucunu hep birlikte İstanbul'da gördük işte… Öyle bir dil seçilmişti ki, seçim 'yerel seçim' olmaktan çıkmış, âdeta 'referandum'a dönüşmüştü… Üstelik ilk yapılacak cumhurbaşkanı seçimleriyle ilgili taraflara ümit ve kaygı salan referanduma!..

Sonuç: Aralarında 3 ay bile bulunmayan seçimlerin ilkinde fark yüzde 0-1 arasındayken yüzde 9'a fırlamıştı… Muhtemelen dünyada eşi benzeri olmayan bu başarısızlığın altında, işte bu dil, işte bu üslup, işte bu adaletsizlik vardı…

Buna rağmen, bir siyasî irade bütün bu tecrübeden nasıl hiç akıl çıkarmaz? İşte orası akıl alır gibi değil!..

O akıl gelir mi bilmiyoruz ama su saatlerini okumaya gelecek olan o teröristleri hâlâ bekliyoruz!..

Editör: TE Bilişim