24 Temmuz 2020'deki Ayasofya Şovu herkesin gözü önünde cereyan etti. Gösteriş ve riya için yapılan ibadetleri kılınan namazları Maun Suresi lanetliyordu. Ayasofya namazı da tıpkı buna benzemiştir. Siyasal İslamın 86 yıldır içinde sakladığı Ayasofya özlemi böylece giderilmiş, minareler öksüz bırakılmamış oluyordu.

Aradan üç gün geçince Gerçek Hayat dergisi de ağzındaki "riya" baklasını çıkardı. Bu bakla siyasal İslamın içindeki "ukde ve öfkenin" dışa vurumuydu. Bundan sonra Hilafet için toparlanma zamanının geldiği müjdesi veriliyor ve şunu soruyordu:

- Şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim?

Bu mesaj içlerindeki "ukde"nin, cumhuriyet ve anayasal düzene meydan okuması oluyordu. Hükumet sözcüsü gelen tepkiler ve sergilenen görüntüler üzerine, "Cumhuriyet bizim göz bebeğimiz" diyerek güya üzerine almamış göründü. Yani hilafetçi değil cumhuriyetçi oldukları vurgulandı. Fakat bu kadar önemli bir mesajın odağındaki kimse, muhtemel halife adayı buna sessiz kaldı, ağzından bir kelam çıkmadı. En azından ekranları çıkıp diyebilirdi ki:

- Ulan edepsizler oturun oturduğunuz yerde!. Aklımızın köşesinden geçmeyen hilafeti nasıl bize yakıştırırsınız? Burası Atatürk'ün kurduğu bir anayasal cumhuriyettir, bu rejimi cumhurbaşkanı olarak ben temsil ediyorum, diyebilirdi...

Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemeyen ilk dört maddesini hatırlatabilirdi? Kendisi bunları koruyacağına yemin etmemiş miydi? Bu demokratik ve laik cumhuriyetimiz ortada dururken, tarihte kalmış bir Hilafeti de nereden çıkarıyorsunuz!? Kendini bilmez edepsizler, diyebilirdi. Bunu da demedi.

Bu mesajı vermek Cumhurbaşkanının görevi değil miydi? Evet. Hilafet isteyen meczuplara bir tokat indirmek hem hakkı hem onun göreviydi. Her konuda fikir beyan eden bir cumhur başkanı niye bunu yapmadı? Böyle seslense herkesin gönlü rahatlamaz mıydı? Ama yapmadı.

Diyanet reisinin kurucu öndere "lanet" yakıştıran sözüne bir açıklaması olamaz mıydı? Olurdu ama yapmadı...

2000 yılından beri yayınlanan, şimdi Albayrak grubunun denetiminde olan bu Gerçek Hayat dergisi kimdi? Öyle bir dergi ki, bizim Fetvacıbaşı Hayrettin Karaman bir zamanlar yazarı idi. Yıllar önce bir okuyucu sorusuna dergide şu tavsiyede bulunmuştu:

-Evladım madem modern tuvaletlerde taharetlenmen zor oluyor, o zaman cebinde çakıl taşları bulundurmalısın?

O zamanlar derginin yönetmeni Levent Gültekin idi. Şimdi tam karşı saflarda cevelan ediyor. Dün Sinan Çuluk dostumun sayfasında gördüm. Bu derginin gündeme getirdiği hilafet sevdasına ve literatürün uydurma bir hadisine takılmış. Bir hadisi şerifte, "halife seçilecek kimse ancak Kureyş kabilesinden" olabilir denirmiş?

O zaman bizden bir halifei müslimin nasıl çıkacak diye soruyor? Çok doğru. İslam literatüründe böyle bir hadisin varlığı yokluğu Abdülhamid zamanında da tartışılmıştı. Bu hadisi şerife dayanarak " Yıldız Baykuşunun" halifeliği gayrı meşru ilan edilmişti. Abdülhamid de bu hadisi şerife yer veren İbni Abidin Şerhini evrak-ı muzırra faslından Çemberliteş hamamının külhanında yaktırmıştı. Sade bu değil, muzır evrak cinsinden yaktırılan ve zabtı tutulan kitapların yekunu 165 çuvala baliğ olmuştur.(Bkz. Osman Nuri, Abdülhamid-i Sani, C.II, s.513)

Hilafet konusu dün bir kanalda da tartışıldı. Tartışanlardan biri Nagehan Alçı denilen taharetsiz birisi. Anlayın işin ciddiyetini. Diğerleri de cehli mürekkep iki medrese mollası... Hilafeti savunmazlar ama fikir özgürlüğü faslından tartışılsın isterlermiş.

Anayasanın ilk dört maddesine göre bu bir rejim suçu değilmiş. Cumhuriyeti savunmakla görevli bir başsavcımız varken, eğer o sessiz kalırsa, yalakalar da böyle konuşur. Elifi görse mertek sanan Hurma kültüründe gelişmiş bir fikir özgürlüğü varmış?!

Delilsiz belgesiz gazeteciler içeri atılırken bunu görmüyor, ama hilafet için fikir özgürlüğü istiyor! Ne tarihsel ne teorik bilgileri olmayan, cehli mürekkep ve yalaka takımı.

Siyasal İslamcılığın zihin arkasında sakladığı hilafet rüyasını anlamak için biraz literatür karıştırmak, Erbakan'ın kırk sene önceki Ayasofya mitinglerini hatırlamak gerekir. Ekranlarda Cumhuriyeti savunur görünenlerin ağızlarından tek kelime Lozan ve kurucu önder Mustafa Kemal adı çıkmadı. Ayasofya önünde " Ya Allah bismillah Allahuekber" diye tekbir getiren ağzı salyalı kalabalıkların devlet ve iktidar desteğiyle toplandığı hiç sorgulanmadı.

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü gibi bir mesaj da Payanda Partisinden geldi. Atatürk göklere çıkarılırken Babı Meşihat reisine örtülü destek çıkıldı :

" DİB'in hutbedeki değerlendirmesini bağlamından koparıp lanet şeklinde tavzih ve tevil etmek en büyük sorumsuzluktur..."

Breh breh! "...Bu ülkede cumhuriyetin banisi Başkomutan Mustafa Kemal'e lanet okuyacak bir hayasız anasının karnından doğmamış..." Güzel sözler değil mi? Ama laf ola beri gele cinsinden...

Mustafa Kemal'e yüzlerce defa lanet okuyan kişiler yanıbaşındadır. Hiç gereği ve ortamı yokken Atatürk'ün dünya barışına simge olmuş hoşgörü kararnamesini, hileli yollardan iptal ettirmek, yok saymak, acaba neyin göstergesidir? Haberi yok. Payanda Partisi buna açıkça suç ortağı olmuştur.

Payanda Partisinin bu görüşünde yanıldığı, iyi bildiği halde görmezden geldiği nokta şurası. Medrese öğretisi ve siyasal İslam hücrelerine kadar Cumhuriyet, laiklik ve Atatürk'e lanet diskuruyla doludur. Sadece lanetle değil haçlı kiniyle de...

Keşke Yunan galip gelseydi diyen soysuzlar, "umumhane çocuğu" diyen alçaklar, şahsına ve devrimlerine ölümcül lanet kusan Süper Mürşid'ler... Şimdi iktidarda olanlar bu zihinlerin tarikat müridleri değil midir?.

Şu açıkça meydanda değil mi? Siyasal İslam denilen bu kültür yıllardır koynunda beslediği Fetö alçağına yanıldığını defalarca itiraf ettiği, her istediğini verdiği halde, bir kere olsun Mustafa Kemal için yanıldığını söylememiş, buna işaret eden tek bir cümle ağzından çıkmamıştır.

Dizleri titremeden Anıtkabir'e gittiği olmuş mudur? Çünkü Mustafa Kemal'in muasır medeniyetine karşı hurma kültürü hep ileriyi geride aramıştır. Onu yok sayan kültür, bununla kalmamış Türklüğü de milliyetçiliği de ayağının altına aldığını açıkça söylemiştir.

Atatürk'ü ve milliyetçiliği savunur görünen parti şimdi siyasi çıkar uğruna medrese kültürü ile ittifak halinde. Eğer rejim otoriter bir despotizm olmuş, hukuk ve liyakat rafa kaldırılmışsa, bunun tek sorumlusu, baş teşvikçisi bu payanda partisidir.

Bildirinin içine, " Fatih bizimse Atatürk'te bizimdir, Atatürk bizimse Abdülhamid de bizimdir" gibi' anlamsız cümleler koymak, Ayasofya konusunu saptırıp, zihindeki şizofreni kaosunu örtbas etmektir.

Tarihin doğurduğu adamın idealleri hiçbir zaman medrese öğretisinin yanında olmamıştır. Çünkü o medrese ümmetçisi değil uygarlık yolundaki en büyük devrimci, en büyük Türk milliyetçisi, bu toprakların Başbuğu'dur... Onun dışında Başbuğ aramak da hamakattir. Saidi Nursi ve Arvasi üflemeli milliyetçilik, ne Ziya Gökalp'in, ne Yusuf Akçura'nın Türkçülüğü, ne Atatürk'ün, ne bu toprakların milliyetçiliği değildir...Milli Mücadele ve erken cumhuriyet tarihimiz bilinç kararması yaşamayan vicdanlar için bunu böyle yazmaktadır...

O halde seküler/laik olmayan ideolojik ve siyasal yönelimler, modernite ve siyaset bilimi klasmanında sadece kuru hamaset ve kasaba milliyetçiliği sayılır...

Sevgili dostlar bir haftalığına bayram için memleketim Kayseri'ye gidiyorum. Erciyes'in eteğinde olacağım. Belki yazamayacağım. Belki de bu bir veda yazım olabilir. Kalın sağlıcakla.?!

Editör: TE Bilişim