Yazımızın konusu “kara kaplı kitap” ve daha da önemlisi “Kocaçoban” bu konuda ne diyor?

ÖNCE KARA KAPLI KİTAP (2820)

2820/5 Siyasi partiler, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde, önceden izin almaksızın serbestçe kurulurlar.

2820/8 Siyasi partiler, partiye üye olma yeterliğine sahip en az 30 Türk vatandaşı tarafından kurulur. Partiler, kurucular tarafından imzalanmış parti tüzüğü ve programının eklendiği bildirimin İçişleri bakanlığına verilmesi ile tüzel kişilik kazanırlar.

2820/14 Parti kurucuları seçilmiş delegelerin %15’inden fazla olmamak kaydıyla, ilk büyük kongre dâhil büyük kongrenin tabii üyesidirler.

2820/14 (devam) Büyük kongre ilk toplantısını yapıncaya kadar, bu kongrenin yetkilerini “kurucular kurulu” kullanır. Partinin genel başkanı ile yaş kaydı aranmaksızın kuruculuk şartlarını haiz merkez karar ve yönetim kurulu ile merkez disiplin kurulu üyeleri ve milletvekilleri bu kurulun tabii üyeleridir.

2820/16 Büyük kongrece seçilen merkez organlarının her birinin üyeleri büyük kongrenin ve büyük kongre yetkilerini kullanan kurucular kurulunun tabii üyeleridir(*)(Büyük kongre yetkisini kullanan kurucular kurulunun seçtikleri de kurucular kurulunun tabii üyesi oluyor yani kurucular kurulu “ilk kuranlardan” ibaret kalmıyor, içten dışa doğru günden güne büyüyebiliyor)

2820/Geçici madde 5/C Bu kanunun öngördüğü şekilde çeşitli parti kademelerinin kongreleri yapılıncaya kadar, partilerin geçici il ve ilçe teşkilatına ait zorunlu organları, kurucular kurulu (genel başkan, merkez karar ve yönetim kurulu ile merkez disiplin kurulu üyeleri ve bu kurullara katılmayan kurucular) tarafından oluşturulur.(**)

..Ve KOCAÇOBAN DİYOR Kİ:

Parti istendiği anda kurulur. Bunu ne OHAL ne de hiçbir hal engelleyemez.

Kurulmak yetmez. Yürütmek/işletmek ve seçime sokabilmek daha önemlidir. Fakat sağlıklı bir “kurulma” da demokrasi güçlerinde derlenme-toparlanma sağlar. Körlenmiş/öldürülmüş muhalefet dirilir.

Sağlıklı doğum, yaşamanın ve gelişmenin/büyümenin ön şartlarından birisidir.

Sırasıyla kurucular listesi, program(vaatler) , tüzük(işleyiş) ve yankı(ilk çıkış) sağlıklı ya da sağlıksız doğumun göstergelerinden olacaktır.

Gerçek tam öyle olmasa da, “kurucular listesi” sağlıklı bir doğumun birinci önemli niteliği sayıldığına göre, konuyu irdeleyelim:

%50+1’in dayattığı özel şartlar, “alışıldık bir parti” kurulmayacağını, kurulmasının anlamsızlığını haykırıyor.

Ne ANAP’ın ne AKP’nin benzerinin, ne de MHP, DYP veya bir başkasının “hatasızının, sıfır kilometresinin” kurulmasının derde derman olmayacağı, mutlaka “MİLLİ MERKEZ’E” oturarak, gerek gövdesi gerek sağ ve sol kolları ile sağlıklı bir bünyeye sahip bir görüntü vermesinin ilk etapta “kurucular listesi” ile sağlanması gerektiği anlaşılıyor.

PEKİ BU MÜMKÜN MÜ, SAĞLANABİLİR Mİ? NASIL BİR LİSTE TÜRKİYE’Yİ KUCAKLAR?

Bütün sıfatları, bütün değerleri, bütün kavramları kabaca üç bölüm halinde tasnif etmez miyiz? Evet.. Kurucuları da birbirini tamamlayan “üç kısım halinde” tasavvur etmeliyiz.

Biraz daha açalım:

Zengin, orta halli, fakir. Sıcak, ılıman, soğuk. Genç, yetişkin, yaşlı. Yüksek, orta, düşük. Müsteşar, daire başkanı, memur.

Kurucular listemiz bir Türkiye özeti olacaksa her alanda en az üç kategorinin de “en iyilerinden” bir harman yapmalıyız.

Oraya yazılacak her ismin Türkiye genelinde bir bilinirliği, bir karşılığı ve bir anlamı olmalı. Bir ilde, bir ilçede değil, mümkünse Türkiye genelinde bir anlamı olmalı. Zira bu insanlar yerel siyasetçi değil “genel yönetici” olacaklar.

Mesela üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili denen ülkemizde işini en düzgün yapan bir gemici/armatör listemizde olmalı. Keza, diplomatik dilin alaya alındığı “-Eyyyy diplomasisine karşı” bizi dünya ile papaz olmaktan kurtaracak 1 değil belki 4 diplomat kurucumuz olmalı. Ortadoğu uzmanı, Avrasya uzmanı, uzak doğu uzmanı vb.gibi.

Neredeyse her iki evden birinde bir “engelli” yurttaşımız var. Öyleyse onların da yeterince temsilcisi olmalı.

Ata sporumuz güreş, hala izlenir, sevilir, önemsenir. Efendiliği ile temayüz etmiş bir şampiyonumuz listeye girmeli.

Futbolla yatar kalkarız. Cemil Turan ayarında, ahlaksızlıkla anılmamış, ağır başlı, oturaklı bir futbol insanı o listede olabilir.

Her işin başı sağlık deriz. Rakibin en büyük silahı da sağlık. Ana muhalefeti hala “SSK müdürü” üzerinden vuruyor adam. Sağlıkta, sağlıklı dönüşümün kitabını yazmış, pratiğini yapmış ve ekranlarda çatır çatır anlatacak bir veya birkaç insanımız da olmalı muhakkak.

Hepimiz, rezil ve zelil olmayacağımız “Avrupai bir emeklilik” hayal eder, sonra, canımızdan bezdirilir “olsun da nasıl olursa olsun” noktasına geliriz. Birey yanında “hak savaşçısı” sosyal güvenlik uzmanlarımız olmalı.

Yazdıklarıyla, çizdikleriyle, yaptıklarıyla.. kitleleri peşinden sürükleyen kültür/sanat/edebiyat insanlarımız var. Siyasette eserlerini hoyratça tüketiriz. Bir defa da “gelin vitrine” diyemez miyiz!

Sözde tarım ülkesiyiz. Tarımda sadece geri gitmiyor, batıyoruz. “Türkiye Afrika’yı doyuracak tarımsal potansiyele sahiptir” deyip iddiasını projeleri ile ortaya koyacak insanlarımız da olmalıdır.

Eğitim bitmiştir. Yeniden “milli eğitim” için ortaya gönlünü koyacak çağdaş, Atatürkçü eğitim gönüllüleri, eğitim emekçileri olmalıdır.

Hemen her sahada çok başarılı kadınlarımız var. 80 kurucu olacaksa 40’ı, 180 kurucu olacaksa 90’ı da yukarıda sayılan niteliklerde kadınlarımızdan olmalıdır.

Olması gerekenleri tek tek saymakla bitiremeyiz ama tarifini bir yere bağlayabiliriz. Nasıl? Şöyle diyelim: Bir ismi duyar duymaz, “aa şu da kurucu imiş” demek, elbette iyi olurdu ama oldu ki tanımadık. Eğer Türkiye genelinde 500 bin-1 milyon arası insan o ismi tanıyor ve de olumlu tanıyorsa tadından yenmez. Ya da Google amcaya sorduğumuzda tatminkâr cevap alabiliyorsak, ne iyi.

Biraz da olmaması gerekenleri sayayım:

35-50 yaş aralığındaki 50 eski ocak başkanını toptan kurucu yapsak. MHP’yi bile mum ile arar mıyız!

Bizim taş medreselileri/yusufiyelileri silme kurucu yapsak, cam bardakta çay içmenin keyfini çıkarmaktan başka ne yapabiliriz o genel merkezde. Bir de dönüp dönüp aynı anıları anlatmaktan başka. Belki iyi cümle kurar, yanık türkü söyleriz de torunlar söylediklerimizi anlayıp düzgün yazabilir mi, şüpheli.

Kurucular listesi –olmaz ya- 80 zengin iş adamından oluşsa. Ne olur? Genel merkezin bütün işleri ya yedek CEO’lara ya da amele pazarından günübirlik gelecek insanlara kalır.

Partiye katılan 80 kadar irili-ufaklı belediye başkanı olsa ve hepsini kurucu yapsak, herhalde o belediye de, o genel merkez de batar çünkü vakit, şehirlerarası yollarda geçer. Seçimde o belediyelere de başka talipli çıkmaz.

80 Din görevlisi kurucu olsa, son Türkiye vasatında büyük ihtimal, en az 79’u dinden çıkar, diğeri de “particilik şeytan işidir” deyip istifa eder.

Sadece 80 üniversite hocamız kurucu olsa, “asistanım nerde!” der, asistan gelmeden toplantıyı başlatmaz ve her toplantıları sabahlara kadar sürer.

Öyleyse, bütün kıymetlerden yeteri kadar bir harman yapmalıyız. Yeterince reis, yeterince Kızılderili.

İki şeye daha dikkat:

Kurucu olup –sözde- kurduğu partiye misafir gibi gelen, hatta ağırlanmayı isteyen/bekleyen ama müktesebatı ile bunu hak etmiş olanlara can kurban. Varlıkları yeter. Bir de hasbelkader ismi listeye girip tebarüz edemediği, kuruculuğu taşıyamadığı için unutulan, kendini “Sen benim kim olduğumu biliyor musun! Ben bu partinin kurucusuyum!” diye hatırlatmaya çalışacaklar araya sızmamalı.

Keza, “gelişi” hiçbir şey katmayıp “gidişi” havuzda büyük dalgalanmalara sebep olabilecek tiplere de asla unvan kazandırılmamalı. Zira “kuruculuk unvanı” , o kişiyi bin kez de ihraç etseniz bile –hele de bu medya varken- bir kere verilir, bir daha geri alınamaz. Size söven programların baş konuğu yaparlar.

YANLIŞ/SIKINTILI GİDEN İŞLER YANLIŞ BİLGİDEN KAYNAKLIDIR:

Kara kaplı kitabın -girişte verdiğim- yazdıklarından anlıyoruz ki, kurucu olamazsan dünyanın sonu değil.

(*)Tek avantajı, daimi üst kurul delegeliği.

(**) Kurucular kurulu görünürde her şeye hâkim gibi ama esasında değil. İlk büyük kurultaya kadar bile yetkisini çok bir kimse ile paylaşmak durumunda. Bir süre büyük kurultay yetkisini kullanacağı için ilk önce ve hemen kendi arasından ya da dışarıdan bir genel başkan seçecek. Bir MKYK, bir GDK seçecek. Partiye bir milletvekili katılsa, o da katıldığı andan itibaren “kurucular kurulu” tabii üyesi sayılıyor. Ve süratle ilk büyük kurultay yapılması gerektiğine göre 2-3 ay sonra kuruculuk sıfatının tek getirisi “tabii üst kurul delegeliği”dir. O da taşradan seçilecek delege sayısının %15’inden fazla olamayacağı için, orada da seçim gerekebilir.

Şunu anlatmaya çalışıyorum. MHP’nin 60’a yakın “seçilmiş il başkanı” bu işe baş koydu. Hepsi birbirinden değerli. Hepsinin birbirine yakın yetenekleri, kendi illerinde ağırlıkları var. 700’den fazla delege de imza verdi. İhraç edilmeseler bile teşkilatları kapandı, görevden alındılar. Bu kitle hep “kuruculukta” ısrar ederlerse kendi ayaklarına sıkmış olurlar. Yanlış olur, yazık olur. Aralarında centilmence prensip kararları alıp ya “çağrı heyetini” önerebilirler ya da başka bir kriteri, mesela yaşça en büyüklerini, en kıdemlilerini kuruculuğa önerebilirler. Meşhur bir söz vardır. Herkesin eşit olduğu yerde bile bir “daha çok eşit olan” vardır ve o bir adım öne çıkarılabilir.

Toplumun gözü üzerimizde. Kuruculuk “vekil” garantisi değil. Bu parti 50 kişiyi, 100 kişiyi vekil yapmak ya da MHP’yi baraj altı etmek için kurulacaksa hiç kurulmasın daha iyi. MHP zaten seçime AKP listelerinden girecek. Bilge lider ta ne zamandır “Baş koymuşum recebimin yoluna” türküsünü çığırıyor. Akıllı olalım.

İŞİN ÖZETİ: Krala mı kraliyet sistemine mi karşıyız! Buna karar vermemişsek ve kraliyet sisteminin “yürütmesini” durdurmayı hedeflemiyorsak, o hedef için, demokrasi zemininde, yeniden çok partili parlamenter demokratik sistemi ihya etmek için makul hedef ve güç birliklerini, -milattan önceki argüman ve gerekçelerimizle- kabullenemiyor, sabote ediyorsak, yazık ediyoruz. Böylece, haksız yere itilip kakılmayı da hak ediyoruz demektir.

Hala çok büyük ve önemli bir şans vardır. Dip dalgası çok bariz. Türk Milleti ayakta. Bu şansı heba etmeye hakkımız da lüksümüz de yok!

50-100 değil, çok arzuladığı 400 vekil onun olsun ama “başkanlığı” elinden alıp fiili saltanata ve şu keyfiliklere bir son verelim. Bir normale dönelim.

Nihayetinde buradan hep birlikte “PARTİ YÖNETMEYE TALİP BİR KADRO DEĞİL, DEVLET YÖNETMEYE TALİP BİR PARTİ” çıkarmak istiyorsak -ki öyle olmalı- özel sektördeki insan kaynakları deyimi ile “adama pozisyon” değil, “pozisyona uygun insan” aramalı ve bulmalı, bu tabloyu tamamlamalıyız.

O tablo bizim eserimiz olarak yarışmaya girecek, yarışacak. İpi göğüsler de şampiyon olursa, bizim tablomuz şampiyon olmuş olacak. Unutmayın. Tablodaki ana figür/ler –yeterince- bizimdir.

İrfan ÇEP (Kocaçoban)

Editör: TE Bilişim