Savunmada dönemin savcısının yüzüne karşı söylediği bu sözler tarihe geçmiş ve bugünlerimizin özeti mahiyetindedir.

İşte o sözler “Gerçi savcı Kazım'ın haykırarak savurduğu bu küfürlerle benim şerefimin safiyeti bulanmaz. Çünkü benim şerefim bir değil, birkaç yüz Kazım Alöç'ün alçaltamayacağı kadar yüksektir. Beşinci sınıf askeri adli hâkim Bay Kâzım Alöç bu dünyadan şöylece bir gelip geçecektir. Fakat ben muhteşem anamızın bağrında, yani vatan topraklarından yatarken yarınki nesiller benim ektiğim tohumun yemişlerini devşireceklerdir.”

Tohumlar yermiş, yeni nesiller belki Atsız’ın istediği seviyede olamamıştır ama o yeşeren tohumlar büyük çınarlar olamaya adaydır.

ATSIZ’IN SAVUNMASI

Dâvânın Mahiyeti :

Bu dâvâ, savcının iddiaya uğraştığı gibi yeni bir rejim ve yeni bir nizam kurmak dâvâsı değil, Türkçülük düşmanlarının yaygarasına aldanarak kuruntuya kapılanların hiç yoktan ortaya attıkları bir «açık kapıları zorlama» dâvâsıdır. Bu dâvâ; gizli cemiyet, şifre, parola, telsiz, hükümet darbesi, vatan ihaneti gibi efsanelerle dünyayı velveleye veren şahsi düşmanlarının, boş ve hayali iddialarını zorla isbat etmek için masum insanlara, gerçek yurtseverlere savurdukları iftiraların dâvâsıdır.

Kazım Alöç'ün, Turancılar davasını anlaşılmaz bir taassupla ne kadar yanlış bir zaviyeden gördüğünü, iddialarının ne kadar çürük olduğunu belirtmek, bunun sonunda da müdafaa hakkımı gereğince kullanmak için iddiasının mahiyetini açığa vurup mahkemenin ve bütün dünyanın önüne sermek icap ediyor.

Savcı yerinde duran bu adam her şeyden önce yazılı vesikaları tahrif etmiştir:

Ben «bedava broşür verelim» diyorum. O bunu «gizli broşür» şekline okuyor.

Ben «Türkellerinin dünkü, bugünkü sınırları diyorum. O bunu «yarınki sınırlar» diye tahrif ediyor.

Ben «milli ülkülerin üçüncü merhalesi cihanı kaplamaktır» diyorum. Cihanı istilaya kalktığımızı ilân ediyor.

«Ölmüş devlet reisi»nden bahsediyorum. «Ölmüş reisicumhur» haline getiriyor.

Ne ben acemi bir lise talebesiyim; ne de o benim tahrir vazifelerimi düzelten bir edebiyat öğretmenidir. Taşıdığı soyadı bile yanlış olan öğretmenler benim yazılarımı düzeltemez.

Kâzım Alöç yalnız metin tahrifiyle kalmamıştır: Almanlar ve İtalyanlar aleyhindeki manzum ve mensur yazılarım kendisince malumken ve Almanların Balkanlara inerek Türkiye’ye saldırmalarına muhakkak diye bakıldığı bir zamanda yazılmış olan vasiyetnamem gözünün önünde iken, hele bu vasiyetnamenin oğluma ait bölümünde Almanlar ve İtalyanlar da milli düşmanlarımız arasında sayılmışken bana faşist taklitçisi (Son Tahkikat, s. 31) diyerek metin tahrifinden daha kötü bir hakikat tahrifine tenezzül etmiştir.

Dâvâ dosyasındaki mektupları görebilseydim daha birçok tahrif örnekleri verebilirdim. 

Fakat bu kadarı da isbat ediyor ki Savcı Kazım, suç teşkil etmeyen yazılarımızı beğenmediği için bunlarda küçücük değişiklikler yapmakta mahzur görmüyor. Esasen Savcı Kazım hiçbir şeyi beğenmiyor. Ona göre bizim her hareketimiz bir suç teşkil ediyor: Doktor Hasan Ferit suçludur; çünkü dargınları barıştırmıştır. Orhan Şaik, o da suçludur; çünkü dargınları barıştırmamıştır. Zevcemin «sıhhatini bildir» diye çektiği telgraf suçtur. Onun için bu telgraf suç delili olarak dosyaya konmuştur. Orhan Şaik'le birlikte Malatya ve Edirne’de bulunuşum da suçtur ve Orhan'ın «Malatya’da beraberdik» deyişi bir itiraftır. Bu zihniyet ve mantığa göre hakka yakın olmak için Kazım Alöç'ten ırak olmaktan başka çıkar yol kalmıyor demektir ki o da bizim ihtiyarımız dâhilinde değildir.

Bu kadar büyük, adeta cihanşümul bir dâvânın sorgusunun üzerine alan Kazım Alöç, dâvânın azameti ile uygun şahsi bir ikbal temini hevesiyle işe başlamış. müzelerdeki heybetli mankenlerin altından iki değnek parçası çıktığı gibi bu hailevi tahkikatın altından da bir iki manyakla masum vatanperverler çıkınca inanamamış, muhakkak resmi sözlere uygun ifadeler almak için maznunlara emniyet müdürlüğündeki yardımcılarıyla birlikte her türlü işkenceler yapmaktan çekinmemiştir. İnsanların insan gibi hava ve güneş görerek yaşıyacağı kocaman bir askeri cezaevi varken maznunları sıkışık, pis, bir karyolanın ancak sığdığı hücrelerinde güneş bulunmayan, yaz günlerinde musluklarından su akmayan Emniyet Müdürlüğü nezarethanesine niçin götürdüğü elbette mahkemenizce takdir olunmuştur.

Bütün bunlardan sonra iddianamesinin ikinci sayfasında benim için «... mūvazenesizliği ile maruf olan Nihal Atsız şecaat arzetme kabilinden huzurunuzda ölmüş bir reisicumhura karşı hakaretimi kanunlarımız suç saymaz»  demek suretiyle kendi şahsi kin ve ihtirası uğrunda milli mukaddesata bile dil uzatmaktan haya etmiyen, vicdansız olduğunu ortaya koymuştur» diyerek bana hakaret etmekten çekinmiyor.

Gerçi savcı Kazım'ın haykırarak savurduğu bu küfürlerle benim şerefimin safiyeti bulanmaz. Çünkü benim şerefim bir değil, birkaç yüz Kazım Alöç'ün alçaltamayacağı kadar yüksektir. Beşinci sınıf askeri adli hâkim Bay Kâzım Alöç bu dünyadan şöylece bir gelip geçecektir. Fakat ben muhteşem anamızın bağrında, yani vatan topraklarından yatarken yarınki nesiller benim ektiğim tohumun yemişlerini devşireceklerdir.

«Ölmüş olan devlet reislerine hakaret kanuni bir suç değildir» derken ben kanuna uygun bir söz söyledim. Kanun adamı olması gereken ve hukuki bir cevap vermesi icap eden Kazım buna «haya etmiyen, vicdansız» kelimeleriyle karşılık verdi. Bu iki çirkin sıfat tarih denilen yıkılmaz ve aşınmaz kayanın duvarlarına çarptı. Fakat henüz bir yankı halinde dönmüş ve bize erişmiş değildir. O yankı bize eriştiği zaman bu dava yeniden görülecek, fakat bu sefer yanılmaz tarihin temyizsiz hüküm verdiği bu mahkemede maznun ve mahkum mevkiinde Kazım Alöç oturacaktır.

Mahkemede Fehiman'ın sorgusunun yapıldığı 29 Eylül 1944 tarihli celsede hepsimize birden «katiller, caniler» diye bağıran;

Bize Perapalas Otelini tahsis edemiyeceğini ileri sürerek istihza kabiliyetini isbata yeltenen;
«Elbette her türlü işkenceyi göreceklerdir» diye şecaat arzeden;

İstediği şekilde ifade almak için Anayasamız'la yasak edilen işkence yollarına saparak Reha'yı, Hamza'yı, Hikmet'i, Osman Yüksel'i, Orhan Şaik'i «tabutluk» denilen, tepesinde beş yüzer mumluk üç ampul yanan, bir insanın ancak ayakta durabileceği kadar dar bir hücreye sokan:

Âmme şahidi diye ifadesini okuttuğu Külahlıoğlu Mehmet'e falaka attıran;

Nejdet Sancar'ı ne bir penceresi, ne de hava deliği olmayan bir hücrede 22 gün tutan;

Zeki Velidi'yi iki gün aç bırakan;

Beni toprağın beş metre altında, küflü ve rutubetli havasında kibrit yanmayan ve eşyalar küflenen, duvarından lâğım borusu sızan bir mezarda bir hafta tutan;

Masum zevcemi tevkif ettirerek yavrusundan zorla ayırıp o zaman dört yaşında bulunan küçücük oğlumu anası, babası sağken öksüz bırakan bu adamın vicdansız diyerek beni tahkire cüret etmesi vicdana karşı bir iftira ve işgal ettiği makama hakarettir.

Emniyet Müdürlüğünde bütün ifadeler bu şekilde işkencelerden sonra veya işkence tehdidiyle alınmış, ifadeler alınırken de kanuni hak ve selâhiyetleri olmadığı halde Emniyet Umum Müdürlüğü müdür muavini Kamuran Çıkrık, İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir, Birinci Şube Müdürü Sait Köçek zaman zaman hazır bulunmuşlar, maznunlara sualler sormuşlar, hakaret etmişlerdir.

20 milyonun selâmeti için çırpındığını, nedense sesi titreyerek söyleyen Kazım Alöç'u bu vatanperverliğinden dolayı tebrik ederim. Fakat o 20 milyonun arasında Yahudilerden, Arnavutlardan, Boşnaklardan önce Türk arkından gelenlerin bulunduğunu kendisine hatırlatırım. Anayasada yalnız 88 inci maddeye saplanmamasını, mânâsını yanlış anladığı o maddeden önce 73 üncü maddeyi ezberlemesini tavsiye ederim.

Sonuç: Netice olarak şunları söylüyorum:

1 -- Türkçüyüm. Türkçülük milliyetçiliktir. Irkçılık ve Turancılık da bunun şümulüne dâhildir. Memleket ya bu iki temel üzerinde yükselecek veya yıkılacaktır. Irkçılık ve Turancılık Anayasaya aykırı değildir. Ceza Kanunun'da serahatle suç olduğu yazılmayan bir hareketten dolayı kimse suçlandırılamaz. Devlet de icraatıyla açıkça ırkçı, Hatay'ı ilhak etmekle de Turancıdır.

2 - Yalnız gönderilenlere malum mektuplara ve herkese meçhul vasiyetnameme bakılarak hükümeti alenen tahkir ettiğim iddia olunamaz. Bunlar polisin başka bir mesele için yaptığı arama dolayısıyla elde edilmiştir. Hükümeti tahkir ettiğim hakkında bir şikâyet veya ihbar yapılmış değildir. Şu dakikada böyle mektuplar yazmış veya vasiyetname hazırlamış kaç bin kişinin bulunduğunu Tanrı bilir. Anayasaya göre istediğim gibi düşünmekte serbestim. Çünkü eşit adaletin hüküm sürdüğü hür vatandaşlar diyarının vatandaşıyım. (*)

3 - Ankara nümayişini hazırlamadım. Bu nümayiş mebusların teşvik ve Sabahattin Ali'nin tahrik ettiği milliyetçi gençliğin kalbinden kopmuş maşeri ve milli bir harekettir. Bunu hükümet aleyhinde bir hareket diye gösteren benim şahsi ve barışmaz düşmanlarım olan Hasan Ali ile Falih Rıfkı olmuştur.
Sözlerimi bitirirken tarihi bir misal zikretmekten kendimi alamıyorum: Taşa tutularak öldürülecek bir maznun hakkında İsa Peygambere fikrini sordukları zaman ilk önce hiçbir söz söylememiş. Israr olununca «içinizde hiç günahsız olan kimse ilk taşı o atsın»  diye cevap vermiş.

Siz de, eğer bir parça olsun benim gibi düşünmüyorsanız, iyi veya kötü daima doğruyu söylediğime kani değilseniz, istediğiniz şekilde karar verin. Siz hâkimler de insan olduğunuz için belki insanlık icabı zühullerde bulunabilirsiniz. Fakat yanılmaz hâkim olan zaman, yani tarih, hepimiz hakkında en adil kararı verecek, ırkçı ve Turancı olduğum için mahk0m olursam bu mahkûmluk hayatımın en büyük şerefini teşkil edecektir.

(*) İsmet inönü'nün, Türkiye'yi «eşit adaletin hakim olduğu hür vatandaşlar diyarı!!» şeklindeki tarifine telmih..


 

Editör: TE Bilişim