Şahin'in mektubunda bu güne kadar hiç bir yerde duymadığınız açıklamalar dikkatlerden kaçmadı.

Sedat Şahin mektubunda " Cumhuriyet Savcısı tarafından adli kontrol tedbiri uygulanarak serbest bırakılmam talebiyle nöbetçi Mahkeme’ye sevk edildim.Nöbetçi olan (daha sonradan olmadığını öğrendiğimiz) 3.Sulh Ceza Hakimliği tarafından soruşturma savcısının talebi karara bağlanacakken, hakimliğin kalemine sayın Başsavcı Vekili Hasan YILMAZ’dan gelen bir telefonla olaylar gelişiyor. Şöyle ki; arayan Sayın Başsavcı vekili “Kararı kesinlikle imzalama, ben oraya geliyorum.“ dedi.Daha sonra Adalet Komisyonu Başkanı Ayhan AYAN ile birlikte 3.Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi’nin yanına giderek “UYAP’tan kararın silinmesini“ istedi.3.Sulh Ceza Hakimi’nin cevaben “Bu suçtur, yapamam.” demesi üzerine; sayın Hasan YILMAZ “Sorumluluk bana ait, sen yazıyı UYAP’tan sil!“ şeklindeki şifai talimatı ile soruşturma savcısı sayın Ercan DEVRİM’in “adli kontrol talepli serbest bırakma” yazısı UYAP sisteminden siliniyor." diye yazdı.

İşte o mektup;

Sayın Kurul;

Yazılı ve görsel basına verdiğiniz mülakat ve sarf ettiğiniz sözlerin içeriğinde “HİÇKİMSE YARGIYA EMİR VE TALİMAT VEREMEZ“ diyorsunuz.Bu kural herkes için geçerliyse (ki öyle olduğunu tahmin ediyorum),2017 yılı Kasım ayından günümüze kadar Hakimler ve Savcılar Kurulu’na defaatle gerek vekillerim aracılığıyla yapılan şikayet müracaatlarım, gerekse bizzat benim yazmış olduğum şikayet dilekçelerinin menfi veya müspet olarak şikayetimize konu olan Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Adliyesi Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu Başsavcı Vekili Hasan YILMAZ ve İstanbul Adliyesi Adalet Komisyon Başkanı Ayhan AYAN’la ilgili hala neden herhangi bir işlem yapılmadığı gibi, tarafımıza konu hakkında bilgi dahi verilmiyor?

Ülkemizde önemli operasyonlara imza atan saygıdeğer tüm savcılarımız gibi sayın Hasan YILMAZ ve ekibi de, önemli ve de başarılı operasyonlara imza atmıştır.Bu sebeple de haklı olarak Hükümet kendilerine destek vermektedir. Vatanının, Milletinin ve Devletinin bekasından yana olan Türkiye Cumhuriyeti’nin her yurttaşı bunu desteklemelidir. Lakin; yargı ve kamu görevlileri yaptıkları başarılı işler sebebiyle, arkalarına aldıkları siyasi ve halk desteğini suiistimal etmemeli, görev ve yetkilerini kötüye kullanmamalıdır.Kullananlara “dur“ denilmeli ve haklarında Türkiye Cumhuriyeti Kanunları çerçevesinde işlem yapılmalıdır.Eğilip bükülmeyen,herkese eşit ve adil davranan hukuk düzeni toplumun her ferdinin güvencesidir.Devleti ve Bayrağı ömrü boyunca kendi varoluşunun vazgeçilmezi olarak görmüş bir kişi olarak, hakkımda yürütülen hukuk dışı işlemlerin kişisel tavırlar nedeniyle ortaya çıktığı açıktır ve incelenince görülecektir…

Sayın Başsavcı Vekili Hasan YILMAZ şahsımla ilgili yürütülen soruşturma dosyasını kişiselleştirmiş, akabinde ancak hasmane tavır olarak değerlendirilebilecek uygulamalarda bulunarak, suçsuz yere hukuk dışı biçimde beni ve insanları mağdur etmiş, bunu da hukuku hiçe sayarak keyfi tavırlarla yapmıştır.Konuya ilişkin olarak avukatlarım tarafından Adalet Bakanlığına (24.11.2017 tarih ve 1230 sayılı), Hakimler ve Savcılar kuruluna (dosya numarası 2017/13732) şikayetler sunulmuştur. Ayrıca tarafımca da Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (04.12.2017 tarih ve 56413 sayılı)Adalet Bakanlığı Sayın Müsteşarı’na (08.01.2018 tarih ve 2018/1385 sayılı), tekrar Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (05.02.2018 tarih ve 2018/7335 sayılı), Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’a ( 25.12.2017 tarih ve 2017/60467 sayılı şikayet ) şikayet dilekçeleri gönderildi. Bugüne kadar herhangi bir ilerleme olmadı, bu kez de açıktan şikayetimi yapayım istedim. Ülkemde adalet yanında yer alan, sarsılmaz vicdan ve izan sahibi hukukçular olduğunu biliyorum.

Ben, tutuklu bulunduğum İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan dava dosyasında 03.11.2017 tarihinde tahliye edildim.Henüz cezaevi kampüsünden dışarı çıkamadan usulsüz ve alelacele düzenlenmiş bir fotokopi “gözaltı kararı “ ile gözaltına alınarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şube Müdürlüğüne götürüldüm. Orada kim oldukları tarafımızca da bilinen daha önce de hakkımda kurulan komplolara hizmet etmiş, (ki bu husus savcılık makamınca da bilinmektedir.), karı-koca olan 2 kişinin gizli tanık sıfatıyla vermiş oldukları yalan-düzmece, duyuma dayalı beyanları nedeniyle sorgulandım ve ifade verdim. On dört gün süren gözaltı sürecinden sonra, İstanbul Adliyesine sevk edildim.Dosyanın soruşturma savcısı Sayın Ercan DEVRİM tarafından ifademe başvuruldu.İfade sonrası Sayın Cumhuriyet Savcısı tarafından adli kontrol tedbiri uygulanarak serbest bırakılmam talebiyle nöbetçi Mahkeme’ye sevk edildim.Nöbetçi olan (daha sonradan olmadığını öğrendiğimiz) 3.Sulh Ceza Hakimliği tarafından soruşturma savcısının talebi karara bağlanacakken, hakimliğin kalemine sayın Başsavcı Vekili Hasan YILMAZ’dan gelen bir telefonla olaylar gelişiyor. Şöyle ki; arayan Sayın Başsavcı vekili “Kararı kesinlikle imzalama, ben oraya geliyorum.“ dedi.Daha sonra Adalet Komisyonu Başkanı Ayhan AYAN ile birlikte 3.Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi’nin yanına giderek “UYAP’tan kararın silinmesini“ istedi.3.Sulh Ceza Hakimi’nin cevaben “Bu suçtur, yapamam.” demesi üzerine; sayın Hasan YILMAZ “Sorumluluk bana ait, sen yazıyı UYAP’tan sil!“ şeklindeki şifai talimatı ile soruşturma savcısı sayın Ercan DEVRİM’in “adli kontrol talepli serbest bırakma” yazısı UYAP sisteminden siliniyor.

Bunun üzerine Sayın Hasan YILMAZ tarafından alelacele ve alelade yeni bir talep yazısı düzenlendi. Sayın Hasan YILMAZ’ca,tarafıma tüm sorgularda (kolluk ve savcılık) iki olay sorulmuş ve ortada başkaca hiçbir olay iddiası dahi yokken üç olay nedeniyle üç ayrı tutuklama istemiyle sevk yazısı hazırlıyor, suçun mağduru olduğu iddia edilen kişilerin isimlerini bile yazma gereği dahi duymuyor.Bu durum bile tek başına bir hukuk garabeti iken, vermiş olduğum ifadelerde de defaatle belirtmiş olduğum üzere, sorgulandığım iki olayın gerçekleştiği iddia edilen yıllarda ben Kandıra F Tipi Kapalı Cezaevinde başka bir suçtan tutuklu idim. Cezaevinde bulunduğum süre zarfında suç işlediğimi iddia etmek ve beni bu şekilde yargılamak bile hayli gülünçtür. Maalesef ki hukuksuzluk sonrasında da devam etmiş, Sayın Başsavcı Vekili Hasan YILMAZ tarafından tutuklama talepli sevk yazısı nöbetçi olmayan 2.Sulh Ceza Mahkemesi Hakimliğine gönderilerek, hali hazırda cinayet faili olarak aranan, nerde olduğu dahi bilinmeyen ve hatta nüfus kayıtlarına göre yaşıyor gözüken bir kişiye karşı suç işlediğimiz şüphesi ile tutuklanmamız sağlanmıştır.

Yapılan hukuksuzluk açıkça ortadadır.Yetkisi olmadığı halde kendi kendini yetkilendiren ve o aşamada yetkili bir Cumhuriyet Savcısının vermiş olduğu kararı dahi hiçe sayarak yeniden ilgisiz bir karar oluşturan; Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilmiş dosyayı hiçbir yasal dayanağı olmaksızın geri çekip, başka bir hakimliğe götüren, yazmış olduğu sevk yazısından dahi dosya içeriğinden bir haber olduğunu açıkça belli olan Savcı Bey’in, bu işlemlerinin hukukla ilgisinin olmadığı, görevini en iyimser düşünceyle kötüye kullandığı sabittir. Yapılacak incelemede tüm bu hususlar açığa çıkacaktır.UYAP silindi kayıtları, bu olaylar esnasında duruma şahitlik eden avukatlar ve avukatların tuttuğu tutanak, ilgili Mahkemelerde çalışan tüm personel ve soruşturma savcısı Sayın Ercan DEVRİM yaşanılanlara şahittir.Sayın Ayhan AYAN ve sayın Hasan YILMAZ’ın koruma polisleri şahittir.Adliyenin ilgili yerlerindeki kamera kayıtlarıyla da yukarıda anlattığım her husus alenidir. Sizin de malumunuz olduğu üzere,UYAP sisteminde tamamen silme işlemi yapmak mümkün değildir; yazılar “silinen bölümlerde” kalmaya devam eder.Bu durumda başkaca kanıta gerek var mı ?! Bu kanıtlar yetmiyor mu? Buna rağmen bizler “ duyuma “ dayalı “..mış “ larla tutuklanabiliyoruz…

Hakkımda verilen hukuksuz tutuklama kararı neticesinde Sayın Başsavcı Vekili Hasan YILMAZ (27.11.2017tarih ve 2017/55263 sayılı, 25.12.2017 tarih ve 2017/60465 sayılı, 2018/3711, 2018/16649 ve 2018/21520) ile İstanbul Adliyesi Adalet Komisyonu Başkanı Ayhan AYAN'a (2017/55577, 2018/3712, 2018/7336)yaşanan adalete aykırılıkları gidermeleri için “eleştirel ve temenni” içerikli birer dilekçe gönderdim.Bu dilekçeler sebebiyle Sayın Hasan YILMAZ ve Sayın Ayhan AYAN “hakaret ve tehdit “ suçlamasıyla hakkımda suç duyurusunda bulunup,şikayetçi oldular. Buna istinaden 04.12.2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Sayın Cumali KARAKÜTÜK tarafından ifademe başvuruldu.

Hakaret ve tehdit suçlamasıyla, ki ben böyle bir suç işlemedim, aleyhime suç duyurusunda bulunan Başsavcı Vekili sayın Hasan YILMAZ, hukuku yok sayan uygulamalarla adeta gasp ettiği, ederken de görevini kötüye kullandığı, yetki sınırlarını aştığı, hakkımda devam eden soruşturma dosyasındaki “soruşturma görevine!”HALEN devam etmektedir. Şimdi Sayın Kurul, size sormak istediğim, benim yazmış olduğum şikayet dilekçesinden rahatsızlık duyarak hakkımda suç duyurusunda bulunmuş bir savcının dosyadan el çekmeyerek, soruşturmaya devam etmesi usule, yasaya ve en önemlisi de hukuk ahlakına uygun mudur?

Kaldı ki, hakkımda suç duyurusunda bulunduğu andan itibaren tarafsızlığı, daha da önemlisi objektifliğine halel gelen Sayın Başsavcı Vekili Hasan YILMAZ’ın şikayeti ile aleyhimde başlatılan soruşturma neticesinde 07.03.2018 tarihinde 2017/178126 sayılı soruşturma dosyası üzerinden, 2018/21350 sayılı karar ile Sayın Başsavcı Vekili Cumali KARAKÜTÜK tarafından “… bahse konu dilekçeler ve evrak bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde, dilekçedeki sözlerin doğrudan mağdurların onur şeref ve saygınlığını rencide etme amacına yönelik bulunmadığı, hakkında verilen tutuklama kararının yarattığı etkiyle bu duruma itiraz ve yakınma niteliği taşıdığı, dolayısıyla her iki isnad yönünden kovuşturma yapılmasını gerekli kılan ve suç vasfında tipik bir fiilin mevcut olmadığı evrak kapsamından anlaşılmıştır…” denilmek suretiyle “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar“ verilmiştir.

Tüm bu yaşanılanların yanı sıra kanıma dokunan, soruşturma dosyasını adeta gasp ettikten sonra beni en hafif tabirle “aşağılık”, “iğrenç”,”kansız”,”soysuz”, “şereften yoksun” terör örgütü FETÖ/PDY ile ilişkilendirme gayretidir. Her ne kadar şahsım ve ailem kendimizden emin olsak da bu durum bizi incitmektedir. Esasında Sayın Hasan YILMAZ benim “bu tarakta bezim olmadığını, olmayacağını” çok iyi bilmektedir. Böyle yapma gayretinin sebebi olsa olsa tutukluluk incelememi yapan yargıçlara adeta benim bu aşağılık oluşumda yer aldığım algısı yaratılarak, kendisinin yaptığı haksızlıkları görerek beni tahliye etmeye niyetlenen herhangi bir Sulh Ceza Hakiminin kararına engel olmaktır.

Sayın Hasan YILMAZ bilmez ki; bu aşağılık örgüt, 1997 senesinde ben Samsun Kapalı Cezaevinde tutuklu iken Adalet Bakanlığı’ndan izin alarak Zaman gazetesi adına benimle mülakat yapmak üzere cezaevine geldiklerinde, isteklerini geri çevirmiştim. O günden beri de bu güruhtan olanlar bana karşı “takıntılı ve düşmanca” bir tavır almışlardır. Bu duruma dönemin Samsun Cumhuriyet Başsavcısı ve cezaevi idaresi şahittir.

Sayın Hasan YILMAZ bilmez ki; eski Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde 2005-2013 yılları arasında yargılandığım dosyalarda bugün FETÖ/PDY terör örgütünün hakim ve savcıları oldukları kanıtlanan savcı ve yargıçların kıskacında haksız cezalar aldığımı ve daha sonra da yine etkin FETÖ'cülerin girişimleriyle önemli bir kısmının onandığını…

Sayın Hasan YILMAZ bilmez ki; 2012 yılında rahmetli kardeşim Vedat ile rahmetli oğlum Erkan (Şehmi) ayrıca kuzenlerim ve arkadaşlarım ile birlikte İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şube Müdürlüğünün Fetöcü müdürü Nazmi ARDIÇ ve şurekasının, soruşturma savcısı Ekrem BEYAZTAŞ'ın ve o dönem özgürlük hakimliği olarak nitelendirilen mahkemede görev yapan hakim Süleyman KARAÇÖL’ün kumpasıyla tutuklandığımızı ve tutuklandıktan sonra 2013 yılının Ocak ayında, o dönem Başbakanımız olan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN' a mektup yazdığımı ( mektubun bir nüshası bende mevcut olmakla beraber, Kandıra 2 nolu F tipi Cezaevi Uyap sisteminde de mevcuttur.)Bu kişileri şikayet ettiğimi, bunların devletimize değil başka odaklara hizmet ettiğini, bunlara ancak şahsının “Dur” diyebileceğini yazdığım açıktır.Ben bu mektubu yazdıktan 11 ay sonra aynı kişilerin 17-25 Aralık Operasyonunu gerçekleştirdikleri sabittir.Ayrıca bu kişiler hakkında Memur Suçları Savcılığı ile Hakimler ve Savcılar Kuruluna şikayette bulunduğumu Sayın Hasan YILMAZ bilmemektedir.

Ben hayatımın her döneminde Devlet, Vatan ve Bayrak sadakatinde teslimiyeti esas kabul etmiş bir yaşam sürdüm. Yine Sayın Hasan Yılmaz bilmez ki;1994 yılının Mart ayında tutuklanıp Sağmalcılar Cezaevine gönderildiğimde, cezaevi İdarenin değil, PKK ile yasadışı sol örgütlerin hakimiyetinde bulunmaktaydı. A Blok idari bina, B-D bloklarda adli suçlular, C blokta da siyasi suçlular (o dönem terör suçlusu denilmiyordu, siyasi suçlu olarak isimlendirilmişlerdi) kalıyordu. Adli bölümde 900'ü Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan, 300'ü de Anadolunun diğer bölgelerinden olmak üzere toplam 1200 kişi mevcut bulunuyordu.C blokta da 500'ü yasadışı sol örgüt mensubu, 400'ü de PKK'lı olmak üzere 900 kişi mevcut bulunuyordu.Hapishane de bu örgütlerin tahakkümü altında idi.Özellikle de bu tahakküm, PKK adına yapılmaktaydı.Ben ve arkadaşlarım kararlı duruş sergileyerek, adli bölümde bu tahakküme son verilmesini sağladık. O günkü şartlarda bu öyle kolay, basit bir iş değildi. Cesaret ve kararlılık gerektiren bir serüven idi.Biz bunu insanların akıllarına, gönüllerine, sağduyularına hitap ederek başardık.İdeolojik ve ırkçı tahakküme son verdik.Asmaya dahi korktukları Ay Yıldızlı Şanlı bayrağımızı hapishaneye astık. Kimse bunu yalanlayamaz.Yalanlamaya kalkışanın alnını karışlarım.

Sonrasında ne mi oldu? Tutuklu olduğum dosyaların yargılaması devam ediyor olmasına rağmen, il dışı başka bir cezaevine sevkim çıktı. O dönem vekaleten Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürü olan sayın Mehmet Öztosun (Mehmet Ertosun değil) öyle uygun görmüş! Fakat, o dönemin bir muhalefet partisinden millet vekilinin çabaları ile hakkımda devam eden davalar bitene kadar sevk durduruldu. O millet vekiline tekrar tekrar teşekkürlerimi sunarım. O dönem cezaevi Mümessil Savcısı olan saygı değer Melih Şentürk beyefendiye 'ki hakikatten bir beyefendidir' bu sevkin neden çıkarıldığını sordum; cevaplamak istemedi fakat sonra 'söyleyeceğim ama bana önünü arkasını sormayacaksın, sorsan da cevaplamam' dedikten sonra bana düşündürücü, dürüşündürücü olduğu kadarda ibret verici şu cevabı verdi ;' Sedat ŞAHİN'in suçu hapishaneye Ay Yıldızlı Bayrağı astırmak olmamalı idi' dedi.Sayın Hasan Yılmaz ben mi fetöcüyüm? AYIP, AYIP, AYIP!

Elbette ki bu yaşadıklarımın hiçbirini bugün burada anlatmak için yapmadım.Bazı şeyleri hatırlatmak istedim.İbn-i Haldun'un dediği gibi “Fazla tevazu insanı vasat insandan nasihat dinleme durumuna getiriyor.”

Sayın Hasan Yılmaz 'almış olduğu sipariş üzerine ve hususi surette' bana 'takıntısından' sebep Zühtü Kocaman, Menderes Ak ile suçsuzluğu resmi kanıt ile sabit olan Halis Kocaman'ı adeta 'esir' tutmaktadır. Bu kişilerin ve de ailelerinin yaşadıkları mağduriyete bir son verilmeyecek mi!?

Sayın Kurul; bu “adama” neden dokunmuyorsunuz! Şikayetçisi, bilindik geçmişi sabıkalı bir kişi olduğu için midir?!Ben olduğum için midir ?Yada Sayın Hasan Yılmaz'ın dokunulmazlığımı vardır?Bende Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Vatandaşıyım.Tıpkı herkes gibi ama istisnasız herkes gibi aynı Anayasal haklara sahibim.

Sayın Kurul; hukuk kisvesi altında hukuku yok sayan keyfi uygulamalarla açık mağduriyetler ortaya çıkaran bu kişilerden şikayetçiyim.Gereğinin daha fazla zaman kaybedilmeden yapılmasını talep ediyorum.Söz konusu bu hukuk garabetinin tarihe not tutulması ve sebeplerinin ortaya çıkarılmasını talep ediyorum.Ülkemizde Kantarın ayarının bozulmadığına inanıyor, inanmak istiyorum; çünkü, “ Ayarı bozulan kantar, gün gelir ayarı bozanı da, bozanları da tartar.”.

“Söz sahibi olduğunuz zaman, yakınınız da olsa hep adaleti gözetin.” En’am süresi, 152. Ayet

Terazinizin şaşmaması, kılıcınız keskin olması ümidiyle Saygılarımı sunarım. Sürç-ü lisan ettim ise affola.

SEDAT ŞAHİN

Editör: TE Bilişim