Yeni Akit yazarı Sabri Balaman, "Toplumsal kırılma ve linç kültürü had safhada" başlıklı yazısında dilkkat çeken yorumlar yaptı.

Balaman'ın yazısı şu şekilde:

Ülkemizde son birkaç yıldır çok yoğun bir sosyal ve siyasal kutuplaşma yaşanıyor. Birçok meseleye bakış açımız önyargılı ve taraflı alışlar var. Neredeyse herkes ülkede olan bitenleri konuşmaya başladığında, bir diğerinin nasıl bir tutum ve pozisyon alacağını biliyor, en azından öngörebiliyor.

Çünkü konuşulan o meseleye bakıldığında karşıdakinin tarafsızlığını ve serinkanlılığını yitirdiğini, oluşacak tepkiye göre gardını tutmaya başladığını görmekteyiz. Bu manada toplumun gergin kimlik yapısının en yüksek seviyede olduğunu söyleyebiliriz.

Türk toplumu olarak tartışılan veya hararetle savunulan durumlara herkes kendinin aklıselim ve tarafsızlıkla baktığını ve yorum yaptığını savunur ancak yine herkes diğer kişiyi kutuplaşmanın aktörü, en azından tuzağındaki olarak tanımlar.

Bu tartışma üslubu bile kendi başına ülkede yaşanan kutuplaşmanın bir örneği, nedeni ve de sonucudur.

Örnek olarak da; Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu Bey’in, yapımını üstlendiğim Derin Kutu programında bir konuya dikkat çekmek için tamamen yanlış bir üslupla sarf ettiği sözden dolayı ön yargılarla linç edilmesini verebiliriz.

Siyasallaşan toplum, vicdani davranamaz ve değerlerini yitirir.

Doğal olarak da bu tartışmanın en yaygın görüldüğü alan siyaset, sosyal medya ve görsel medya olduğunu biliyoruz. Ülkede siyaset yapma tarzının alışılmış kavgacı bir üsluba dayandığı, müzakere ve ikna çabasının neredeyse hiç görülmediği bir siyaset alanımız var. Bunun yanı sıra cemaatler içinde dahi üstünlüklerin tartışılır duruma geldiğini görmekteyiz.

Siyaset, belli bir toplumda birbirinden farklı, çoğunlukla birbirine rakip, çatışma halinde olan çıkar ve taleplerin müzakere edilmesi ve uzlaştırılması alanıdır. Siyasal partiler de bu alanın asli unsurları ve özneleridir. Toplumun, siyaset adına doğru mekanizma olduğu, ülkedeki hizmet amacı taşıyan grup olduğu ve temiz teknik siyasal yönetim aracı olduğu çoktan unutulmuştur.

Türkiye toplumundaki farklı görüş ve değerlere sahip gruplar olduğunu görmek mümkündür. Bu kümeler ‘Modernler, Geleneksel Muhafazakârlar ve Dini Muhafazakârlar’ olarak adlandırılabilir. Bu kümeleri daha iyi tanıyabilmek amacıyla, biraz daha analiz edelim. Türkiye’de ortalama eğitim süresi

9 yılken, bu kümedekiler yaklaşık 12 yılla daha eğitimli bir kesimden meydana gelir. Bu kümede emeklilerin, özel sektör çalışanlarının ve öğrencilerin Türkiye ortalamasına göre biraz daha fazla oranda oldukları da görülmektedir.

Demografik profillerin ötesinde, bu kümelerin profilleri elbette gündemdeki siyasi gelişmeleri nasıl gördükleri üzerinden çok daha net anlaşılabilecektir. Sahip oldukları değerlerin, bu gelişmeleri ölçerken devreye girmesi beklenir. Ancak bu değerlendirmelerde ne kadar katı oldukları ve birbirlerinden ne derece farklı tutumlara sahip oldukları, kutuplaşmanın ne kadar sertleşmiş veya sertleşmekte olduğu konusunda da bizlere ipucu sağlamaktadır.

Bir sosyal demokratın durum ve davranışı, sosyoekonomik vazifesine bağlı olarak toplumda aydın veya bilgin olarak karşılık bulabiliyor. Bunun doğruluk payına bakmaksızın bir önyargıdan beslendiğini söylememizde sakınca yoktur sanırım. Yani etken, kümelendiği yerden güç elde edebiliyor.

Buraya dek yaptığımız analizler, güncel siyasete dair meselelere ait kanaat ve fikirlerdeki farklılaşmanın siyasal ve toplumsal kutuplaşma fotoğrafı verdiğini göstermektedir. Bu siyasi ve toplumsal kutuplaşmanın ne derinlikte olduğunu ve kümelerde yer alanların ne kadarının artık deyim yerindeyse geri dönülemez biçimde radikalleştiğini kavramak, siyaset ortamını anlamak açısından gereklidir.

Toplumsal kümelerle ilgili yaptığımız tespitler gösteriyor ki, toplumun hayat tarzları ve değerleri üzerinde bir farklılık var ve bu farklılık sertleşme potansiyeli barındırıyor. Fakat yine bu analizler gösteriyor ki, şu andaki kutuplaşma meselesi daha net biçimde siyasi tercihlerde ve iktidar ile beraber. Yani yine mesele siyasete, siyasi aktörlere ve siyaset tarzlarına dayanıyor.

Siyaseten baktığımızda yaşanılan dönemi ve olayları aşırı önemseme bir yere kadar mazur da görülebilir. Sonuçta elimizden gelenler, hayatta olduğumuz sürece yapabildiklerimizdir. Bedenler elbet ölür. Fikirler ve akılcı sistemler ise kalır. Seçmenler ölür. Ama iktidarlar, devletler -bir şekilde- yoluna hep devam eder. Toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç var.

Vesselam…

Editör: TE Bilişim