Toprak Hattı Grubundan Kamuoyuna Duyuru: Dindarlık bilgili olmayı gerektirir

Toprak Hattı Grubundan Kamuoyuna Duyuru: Dindarlık bilgili olmayı gerektirir
Şüphe yok ki, dini bir hayat yaşamayı amaç edinen Müslümanın ilk yapacağı şey, dinin mahiyeti ile amaç ve hedeflerini öğrenmektir ki, bu da okumayı ve okuyarak öğrenmeyi zorunlu kılar.

Şüphe yok ki, dini bir hayat yaşamayı amaç edinen Müslümanın ilk yapacağı şey, dinin mahiyeti ile amaç ve hedeflerini öğrenmektir ki, bu da okumayı ve okuyarak öğrenmeyi zorunlu kılar.

Durum bu olunca bir Müslüman nasıl olur da bu uğurda en ufak bir gayret göstermez, bir inceleme bir araştırmada bulunmaz, sorgulamaz ve daha da önemlisi yetkin kişi ya da kuruluşlarca yazılmış kitap-dergi gibi materyallere hiç başvurmaz? Bunun mantıklı bir izah tarzı olabilir mi?

Müslümanlar, Allah Teala’nın peygamberlikle görevlendirdiği Hz. Muhammed’e, öncelikle okuyup anlamayı, inceleyip varlığı kavramayı ve insanlığa duyuracağı dinin mahiyetini öğrenip içselleştirmeyi emrettiğini neden görmek istemezler ki? Oysa bütün Müslümanlar Hz. Peygamberin duyurup tebliğ ettiği dini yaşamakla yükümlüdürler ve bu yükümlülüklerin hakkıyla yerine getirilebilmeleri için de onu mutlaka örnek alıp izlediği yolun takip etmelidirler (Nur,54). İşte bu da okuyup öğrenmeyi olmazsa olmaz bir konuma getirmektedir.

Şu bir gerçek ki, Hz. Peygamberin yolunu izlemeden Allah’ın istediği gibi bir mümin/Müslüman olmak asla mümkün değildir. Hz. Peygamberi ve tebliğ ettiği dini gereği gibi öğrenmeden dindarlığa soyunanlar ise sadece kendilerini değil, ne yazık ki, muazzez İslam dinini de değersiz hale getirmektedirler. Merhum Prof. Dr. Bekir Topaloğlu bu hususa şöyle dikkat çeker: “Müslüman basiret sahibi/açık ve ileri görüşlü insandır. Dindarlığı olağanüstü hallerde, sihirli ve mucizeli görünümlerde aramaz. Vahyin aydınlattığı akıl yolu ile açıklanamayan konuları dinden saymaz”.

Yani gerçek dindarlık öğrenip bilgi sahibi olmaya bağlıdır. Müslüman eğer inandığı dinin gerçek mahiyetini bilmezse büyük bir sorunla karşı karşıya demektir. Ülkemizde başta Osmanlı mirası Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere 100 civarında İlahiyat Fakültesi gibi sahih dini bilgi vermekle yükümlü bulunan ve bu bilgileri dergi-kitap aracılığıyla halkın hizmetine sunması gereken kurumlar vardır. Günümüzde her ne kadar bu kurumlar görevlerini hakkıyla yerine getirdiğini söyleme imkanına sahip değilsek de sonuç itibarıyla onların dışında başvurulacak başka bir kurum yoktur. Bunun için Müslüman milletimizin tek ümidi olan bu kurumların daha etkin olması ve özellikle dini grupların aldatmacalarını bertaraf etmesi beklenir. Yine de bu kurumların yayınlarından milletimizin yüzde kaçı yararlanmakta ya da sahih dini bilgi edinmeye gayret göstermektedir? Toplumun genel dini algısına bakıldığında bu sayının hiç de gönül ferahlatıcı olmadığı görülür. İşin en vahimi de hiç okumayan ve araştırmayanların İslam’ı savunmaya kalkışmalarıdır. Nitekim Ali Şeriatı böyle bir duruma şöyle dikkat çekmektedir: “Bir hakikati yok etmek istiyorsan, ona iyi bir şekilde saldırma, onu kötü savun yeter”.

Aslında, “Vakıa suresini okuyan kimsenin evi altın dolar, çalışmasına gerek yok” “Peygamberlerin hepsi hayattadır, her yıl hacca giderler, namaz kılarlar, eşleriyle cinsel birliktelik yaşarlar”. “Allah bütün peygamberlere ölüm ile yaşama hususunda tercih hakkı tanımış ve bu haktan veli(!) dediğimiz kimseler de yararlanırlar”. “Cennette bir sabah kahvaltısı 70 yıl sürecek”. “Sırat köprüsü bin yıl yokuş çıkılıp bin yıl inişi olan bir köprüdür” gibi akla ziyan söylemlerin medyada yoğun bir şekilde gündem olması İslam’ın zorunlu gördüğü öğrenmeye ve araştırmaya kulak asılmamasının bir sonucudur. Oysa Allah cahillerden uzak durmayı emrederken (A’raf,199), bilenleri bilmeyenlere göre daha üstün görmekte ve kendini anlamaya daha elverişli bulmaktadır (Zümer,9 Fatır,28). Nitekim Hacı Bektaş Veli de: “İslam’ın temeli, ahlak, ahlakın temeli bilgi, bilginin özü de akıldır” derken, ünlü Rus düşünür Tolstoy da “Düşünmeyi öğrenebilmiş kimse, bir şeye körü körüne inanmaz” demektedir.

Bütün bunları hiç de hacimli olmayan Diyanet İşleri Başkanlığının iki yayınından test etmek mümkündür.

Mesela, 2021 tarihli “Sahih Dini Bilginin Önemi” isimli kitapçığın 27. Sayfasında şöyle denilmektedir:

“Allah’ın bize verdiği bir akıl, bir kalp vardır. Müslümanlar olarak bizim sabitelerimiz, ilkelerimiz, değerlerimiz, 14 asırlık sağlam tecrübemiz vardır. O halde bir Müslümandan beklenen bütün bunları bırakarak aklını, idrakini, vicdanını bir diğer kişiye ya da gruba teslim etmemesidir”.

Yani okuma alışkanlığı olan Müslüman -ki, mutlaka olmalıdır- şayet bu kitapçığı da okumuş olsaydı kendine ona göre bir yol çizebilirdi. Ama kimse okumadığı için dini hakikatler, satırlara mahkûm edilmekte, sudura/kalplere sirayeti de engellenmektedir. İşte sonuç da ortada!

Diyanet İşleri Başkanlığının sözü edilen diğer yayını da “Din İstismarıyla Mücadele” isimli kitapçığıdır. Bu kitapçığı incelemek de ayrıca önem arz eder. Zira aklına gelen ya da hoşuna giden bir sözü Hz. Peygamberin sözü diye nakledenlerden geçilmiyor. Oysa bir sözün Hz. Peygambere ait olmasının tespiti için bile çok uğraş vermek gerekir. İşte bu kitapçıkta Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Huriye Martı imzasıyla yayınlanan yazının 16. Sayfasında şöyle denilmektedir: “Çok acı olan bir başka gerçek de hadis uydurmanın parasal bir karşılığı olduğudur. Hadis tarihi kitaplarımızda anlatılan çok sayıda örneklerden birinde siyasi bir figür olan Muhtar es-Sakafi, hadis rivayetiyle meşgul olan birine gelerek: “Benim Resulullah’tan sonra halife olacağıma ve onun neslini koruyacağıma dair bir hadis uydur, bunun karşılığında sana on bin dirhem, bir elbise, bir deve, bir tane de köle vereceğim” der. Böylesine pervasızca bir siparişin devamında edilen pazarlık kaynaklarımızdan okunabilir (İbnu’l-Cevzi, Mevzuat, I/39, Suyuti, ek-Leali’l-Masnua II/389).

Bu arada şunu da ekleyelim ki, olayda adı geçen Muhtar es-Sakafi (M.622-687) Mevali/Arap olmayan Müslümanlarla Küfe ’deki Hz. Ali taraftarlarını birleştirerek Araplar dışındaki Müslümanları da olayların içine sokmuş ve sadece Kerbela olayının intikamını almakla kalmayıp asıl hedefini teşkil eden Emevîlerin yıkılışını da etkilemiş bir siyasetçidir (İsmail Yiğit, TDV İslam Ansiklopedisi,31/54-55).

Martı 19. Sayfada da şunları kaydetmektedir: “Geçmişte hadis uyduranların bir kısmı kendilerini şöyle savunmaktaydı: “Biz Peygamberin lehine uydurduk, aleyhine uydurmadık ki! Müminler daha çok ibadet etsinler, daha fazla takva sahibi olsunlar istedik!” Oysa hadis uydurmanın dinin lehine olabilmesi mümkün değildir. Her şekilde yasak olan bu cüretkâr davranış gibi din istismarı da daima dinin aleyhinde sonuçlar doğurmuştur. O halde insanların faydasına gibi görülse de dinin sağlam kaynaklarından beslenmeyen bu tarz faaliyetlerle mücadele edilmesi vazgeçilmez bir sorumluluktur”.

Yani Diyanet İşleri Başkanlığının bu iki küçük kitapçığı bile okunsa din algısı değişecek, dinle bağdaşmayan düşünce ve anlayışlar ortadan kalkacak ve Allah’ın istediği gibi bir mümin olma yoluna girilebilecektir.

O halde sahih dini bilginin merkezi konumundaki Diyanet İşleri Başkanlığı ile İlahiyat Fakültelerinin yayınlarını okumayı, okutmayı, özellikle de gençlerimizi bu kaynakların rehberliğinde dini bilgi ile tanıştırmayı ihmal etmeyelim ve unutmayalım ki, yanlış din algısına sahip kimseler sadece kendileri için değil, aynı zamanda dinimiz için de ülkemiz için de büyük bir sorundur.

Kaynak:Haber Merkezi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.