Çağrı Mert Bakırcı'nın verdiği bilgiler şu şekilde;

Sosyal medyaya bakıyorum, herkes 2020 yılına “şakayla karışık” bir kin gütme halinde. Sanki tamamen uydurma bir zaman skalasına dayalı, tamamen uydurma bir “yıl sayısı”, başımıza gelen tüm felaketlerden mesulmüş gibi tuhaf bir psikolojik projeksiyon halindeyiz. Suçu masum bir sayıda arayanların çoğu nümerolojiye inanan sahtebilimciler (sayı örüntülerinden sahte anlamlar çıkarıp, insanları bu uydurmalarla manipüle eden kişiler) değiller elbette, çoğu bunun bir “şaka”, “espri” veya “trend” olduğunu biliyor. Birçoğu, başımıza gelen bu felaketlerde gerçek suçlunun insan olduğundan, çoğunun ise yıldan bağımsız doğal olaylar olduğundan haberdar; ama artık insanın “suç listesi” o kadar kabardı da “klişeye” mi dönüştü bilinmez, herkes asıl suçluya işaret etmek yerine, suçu başka bir yerlere atmaya çalışıyor.

İşin aslını söyleyeyim: Suç 2020’de falan değil. Bunca zekaya, bunca medeniyete, bunca güce, bunda farkındalığa sahip olmamıza rağmen, ilkokul çocuğunun bile akıl edebileceği önlemleri almak konusundaki acziyetimiz. Kitlesel olarak, bilime kulak vermek konusundaki beceriksizliğimiz. Başımıza gelen belalardan anlamlı ve objektif dersler çıkarmak yerine, her felaketten sonra hiçbir şey olmamış gibi aynen burnumuzun dikine gitmeye devam etmemiz. Bir kısmı da tür olarak doğa karşısındaki mutlak acizliğimiz. Bu sonuncusuna yapacak çok bir şey yok; zamanla daha başarılı olacağımızı umuyoruz. Ancak ondan önce gelenlerin hiçbir mazereti yok.

Covid-19’un yarattığı yıkım aşikâr. Her geçen gün bu yıkım daha da artıyor, çünkü halen maske taksak mı, kapalı alanlarda toplanmayı yasaklasak mı, aşı olmadan sürü bağışıklığına erişsek mi gibi saçma sapan konuları tartışmaktayız (maske takmalıyız, kapalı alanlarda toplanmayı kısıtlamalı/yasaklamalıyız, aşının olmadığı bir bağlamda “sürü bağışıklığı” gibi kalıpları kullanmayı bırakmalıyız). Grip ve Covid el ele verdiğinde bakalım bu kış ne olacak…

ÖNLEM ALINMIYOR

Büyük İstanbul depremi endişemiz her geçen yıl artarak büyüyor; ancak halen hiçbir anlamlı önlemin alınmadığını görüyoruz. Bu sırada Türkiye ekonomisini tek hamlede çökertebilecek bu yıkıcı olaya (en azından bazılarımız) odaklanmışken, önce Elazığ Depremi ile sarsıldık, bu hafta da İzmir Depremi ile yıkıldık. Doğa, adeta “Bir soruna odaklanırken, diğer sorunları unutmayın!” diye bağırıyor. AFAD’ın yayınladığı fay hattı haritasını açıp bakın, kırmızı yerler size bir şey fısıld… Yok, haykıracak.

Sizce İzmir Depremi’ni unutup, gündelik politika kavgalarına dönmemiz ne kadar sürer? Bu yazı gazeteye düşene kadar çoktan konuyu unutmuş olur muyuz dersiniz? Üzerine en fazla 2-3 gün veriyorum.

Depremle ilgili acılarımız büyük, yitirdiklerimiz geri gelmez. Ama duyduğumda içimi en çok acıtan haberlerden birisi, Sığacık’tan geldi. 86 yaşındaki bir teyzemiz, deprem yaşandıktan hemen sonra korkuyla kendini dışarı atmış. Yaşından ötürü yürümekte zorluk çektiği için bir (tekerlekli) sandalyeye oturtulmuş. Ama depremin etkisiyle oluşan tsunami birkaç dakika içinde Sığacık kıyılarını sele boğunca, teyzemiz de ne yazık ki o kargaşada boğularak hayatını kaybetmiş.

Tsunami mi? Türkiye’de ne tsunamisi? Tsunami ya! “2020 bu, ne sandınız, daha neler gösterecek neler!” Yıl 2020, 2020 olmasına da… Halen ilginç bir şekilde tsunamilerin sadece okyanusta olduğuna yönelik bir yanılgı var. Halbuki 1900-2015 yılları arasında oluşan tsunamilerin yüzde 6’sı Akdeniz ve Ege’de oluştu. Bırakın denizde tsunami oluşmasını, Michigan Gölü gibi dev göllerde bile tsunami oluşabiliyor. Hatta 1999 Depremi sonrasında İzmit Körfezi’nde de tsunami oluşmuştu.

DOĞRU BİLİNİNEN YANLIŞLAR

Bu hatalı algının birkaç nedeni var: İlki, istatistiki bir yanılgı: Tsunamilerin %78’i Pasifik Okyanusu’nda oluştuğu için, sanki sadece burada tsunami oluşuyormuş gibi bir algı var. Halbuki Akdeniz’den bir önceki en yaygın lokasyon olan Atlas Okyanusu’nda bile tsunami oluşma oranı sadece yüzde 8. Yani bir tsunaminin Akdeniz’de oluşma ihtimali ile Atlas Okyanusu’nda oluşma ihtimali neredeyse aynı. Hatta aynı zaman aralığında Hint Okyanusu’nda oluşan tsunamilerin oranı yüzde 5. Eh, yeryüzündeki en büyük su birikintisi Pasifik Okyanusu olunca, suyla ilgili bir olayın burada yaşanma ihtimali de istatistiki olarak daha fazla oluyor. Ama olayın sadece “okyanus olmak” ile ilgisi yok.

Yanılgının ikinci bir nedeni, tsunamilerin sadece devasa dalgalarla oluşmak zorunda olduğu algısı. Halbuki birçok tsunami dalgası sadece 2-3 metre yüksekliğe sahip. Dalga yüksekliği elbette tsunaminin gücünü ve yıkımını doğrudan etkiliyor; ancak bir doğa olayının “tsunami” olarak sınıflandırılması için illâ 30 metrelik dalgalara gerek yok. 10 metreden büyük dalgalar oluşturan tsunamilere “megatsunami” deniyor ve insanların aklında kalan tsunami algısı genellikle bu dev dalgalarla şekilleniyor. Bunlar daha nadiren oluşan tsunamiler. Daha sıklıkla oluşanlar ise, 10 metreye kadar olan dalga yükseklikleriyle “tsunamiler” ve sadece birkaç on santimetrelik veya 1-2 metrelik dalgalardan oluşan “mini tsunamiler”.

Bir tsunamiyi en yıkıcı kılan faktörlerden birisi, rüzgarların etkisiyle oluşan yüzey dalgalarından aşina olduğumuzun aksine, yer değiştiren su parçasının kıyıya ulaşınca kırılıp dağılmamasıdır. Hani sahile uzanıp da “kıyıya vuran dalgaları” izleyip huzur buluyorsunuz ya, işte tsunami dalgaları, taşıdığı enerjiyi olduğu gibi, neredeyse hiç kırılmadan, adeta bir duvar gibi kıyıya vurur. Bu da o yıkıcı gücün ardında yatan sebeptir – ki bu yıkım için de illâ onlarca metrelik dalgalar gerekmez.

Tsunamileri ayırt eden önemli bir faktör dalga yüksekliği değil, dalga boyudur. Yani iki dalga tepesi arası mesafe… Açık sularda tipik yüzey dalgaları arası mesafe 100 metre civarında olabilir ve dalga yüksekliği de 2 metre kadardır. Ancak tsunamilerde iki dalga arası mesafe 100-200 kilometreye ulaşabilir. Ancak bu dalgalar, kimi zaman sadece 30 santimetre ila 1 metre arasında olurlar. Buna karşılık, yüzey dalgalarının aksine tsunami dalgaları saatte 800 kilometreyi bulan hızlarla su birikintilerinde ilerleyebilirler! Yani bir tsunami dalgasının okyanusu aşması 1 günden kısa sürebilir. Bu nedenle tsunamiden koşarak kaçamazsınız; eğer bir tsunami görecek olursanız, hemen yüksek bir yere tırmanmaya çalışmalısınız.

TSUNAMİNİN OLUŞUMU

Yüzey dalgalarına genellikle rüzgarlar sebep olurken, tsunamilere genellikle depremler, su altı heyelanları, volkanik faaliyet, vb. yıkıcı unsurlar sebep olur. Alışık olduğumuz yüzey dalgaları, rüzgârın su yüzeyini etkilemesiyle oluşur; dolayısıyla yüzeyin birkaç metre altında bu dalgaların etkisi yok denecek kadar azdır. Depremler gibi olaylar sırasındaysa, fay hattının kırılıp hızla yer değiştirmesine bağlı olarak, su tabanının üzerinde kalan, yüzlerce metrelik, hatta kilometrelerce uzunluğa erişebilen su sütunu, olduğu gibi yerinde “zıplar” veya “kayar”. Pasifik Okyanusu’nun veya Akdeniz’in toplam derinliği boyunca zıplayan bir su sütununu hayal edin! Bu sırada muazzam miktarda su yer değiştirir ve su, dengesini bulmaya çalışırken etrafa çok yüksek enerjili dalgalar saçar.

Bu dalgalar ilk etapta hiç de büyük değildir; hatta gemilerinin altından tsunami dalgaları geçen gemiciler, bu dalgaları fark etmeyebilirler bile! Son derece sıradan dalgalardır; ancak normalde olan gibi, sadece yüzeyde değil, tüm su sütunu boyunca hareket ederler. Bu dalgalar kıyıya ulaştığında, su derinliği hızla azaldığı için hızla yavaşlarlar (saatte 30-40 kilometre hıza kadar düşerler); ancak buna bağlı olarak yükseklikleri hızla artar. Ama dediğim gibi, illâ 30 metreyi bulmazlar; çoğu zaman sadece birkaç metre boya ulaşırlar.

Fakat tsunami dalgaları, yüzey dalgalarının aksine koca bir su sütununun hareketiyle oluştuğundan, bünyesinde çok daha fazla enerjiyi, tozu, toprağı, çamuru ve diğer malzemeyi taşır. Bu da, kıyıya olanca gücüyle hücum eden bir tsunami dalgasının yıkıcı etkisini arttırır. Bu nedenle tsunamiler çok daha ölümcüldür.

Bu arada, iki dalga arası mesafenin çok daha büyük olduğu tsunami dalgalarının tipik bir özelliği, dalganın önündeki suyun geçici ve periyodik olarak geri çekilmesidir. Tsunami vuracak kıyılarda, adeta anormal bir gelgitmişçesine suların çekilmesi bundandır (bu nedenle tsunamilere bazen “gelgit dalgası” da denir; ancak tsunamiler Ay ve Güneş nedeniyle oluşan gelgitlerden kaynaklanmazlar, bu nedenle bu isimlendirme hatalıdır). Bu işareti gördüğünüzde, hele ki yakın zamanda deprem olmuşsa, tsunamiden şüphelenmeli ve hemen yüksek bir yere kaçmalısınız.

İzmir’de deprem sonrasında olan da muhtemelen buydu. Seferihisar açıklarındaki deprem, büyük bir su sütununu hareket ettirmiş, bu nedenle kıyılarda su taşkınları yaşanmıştır. O taşkınlara sebep olan şey, “mini tsunami” dalgalarıdır; yani dalgaların boyu çok yüksek olmasa da, dalgaların niteliği tsunamiye özgüydü. Bu depremler yüzeye ne kadar yakın olursa, ne kadar derin sularda yaşanırsa ve ne kadar büyük depremler olursa, tsunaminin şiddeti de o kadar artacaktır; bu nedenle okyanuslardaki tsunamiler genellikle daha tehlikelidir; ancak tehlikeli bir tsunami illâ okyanusta oluşmaz. Öyle ki, arkeolojik veriler, Milattan Önce 3000-1100 yılları arasında Girit Adası ve civarında varlık sürdüren Girit Uygarlığı’nın (Minoanlar), Santorini takımadalarında yaşanan volkanik bir patlama sonrasında oluşan tsunamiler nedeniyle yok olduğunu göstermektedir. Yani evet, Türkiye kıyılarında da elbette yıkıcı tsunamiler oluştu, oluşabilir ve oluşacaktır.

DERS ALMAZSAK DAHA KÖTÜ OLACAK

İster felaket tellalı deyin ister başka bir şey… Size olacağı söyleyeyim: Biz doğayı harap etmemizden kaynaklı veya tamamen doğal süreçler ve döngülerden kaynaklı bu felaketlerden ders almayı beceremezsek, bilime kulak vererek olası doğal felaketlere karşı doğru düzgün önlemler almayı öğrenemezsek, en düşük seviyeli konular yüzünden bile ayrışıp ortak bir bilinçle hareket etmeyi başaramazsak, 2021, 2020’den daha kötü olacak, 2022 de 2021’den daha kötü olacak. Ve bu böyle devam edecek… Biz de suçu, “şaka yollu” olarak hiçbir anlamı olmayan basit bir sayıya yüklemeye devam edeceğiz.

Son olarak: Geçmiş olsun İzmir! Bu üzücü olayda hayatını kaybedenlerin yakınlarına sabır, yaralananlara geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Umuyorum bu felaket de “ders çıkarmamız gereken ama bir türlü çıkarmadığımız olaylar” listesine sıradan bir ekleme olmaz.

Editör: TE Bilişim