Köyler saftı, aktı süt gibi, mahalle ve sokaklar da öyleydi köyler gibi.

O yıllar elektrik yoktu, yollar asfalt, binalar çok katlı değildi. Ama yürekler çok katlıydı. Her katı; sevgi, saygı, muhabbet, hürmet doluydu.

AVM nedir, banka nedir, kredi nedir tanımamıştık. Kredi kartı yoktu cebimizde. Mahallede Osman bakkala borç yazdırırdık. Dükkanların kalın birer veresiye borç defteri olurdu. Süpermarket yoktu. Ödenmeyen kredi kartı için evlere sarı taksi içinde icra memuru, haciz gelmezdi.

Öğretmenler saygıda zirvedeydi. Veli gelip “Hat-höt” demezdi, diyemezdi. Onlarda öğrencilere cinsel istismar etmezlerdi. Öğretmenden gizli sigara içmek bir cesaret işiydi. Kahvede bile öğretmenlerin ayak sesleri vardı. Okul önlerinde uyuşturucu satılmazdı, uyuşturucu kullanmak hayalde bile yoktu. İmamlara, din görevlilerine saygı sınırsızdı. Şimdi ki gibi camiler de, kurslarda cinsel taciz olayları yaşanmazdı. Şeytanın bile aklından o yıllarda taciz, cinsel tecavüz geçmezdi.

Konu-komşu birbirine kardeş-bacı gibilerdi. İstediğimiz an komşunun çocuğunu kucağımıza alır, sever öper, koklar” seni eşek sıpası seni!” diye yanaklarını, saçlarını okşardık korkmadan, ürkmeden. Hiçbir komşu da tedirgin olmazdı: “Ulen çocuğu taciz mi edecek” diye.

Belki dindar nesil (!) değildik ama ahlaklı, edepli, terbiyeli, saygılı bir nesildik.

Okulda sıra seçimi, oturacak öğrenci seçimi diye bir şey bilmezdik. Hiçbir ana-baba: “Benim çocuğum onunla, şununla oturmasın” demezdi. Böylesi bir tavır olmazdı, ayıptı, günahtı, komşuya saygısızlıktı. Belki dindar değildik ama Allah’tan korkar, kuldan utanırdık.

Sokaklar ruhsuz, sessiz değildi. Cıvıl cıvıl dostluk kokardı, saygı kokardı. Büyükler korumacı, küçükler saygılı idi.

Laptopumuz, tabletimiz, akıllı telefonlarımız, internetimiz yoktu. Top oynar, ip seker, üçtaş, körebe, uzuneşek, aşık, bilye (misket) oynardık. Bazen ağlar bazen gülerdik. Asla ve asla birbirimizin boğazına saldırmazdık. Bütün küslükler, kızgınlık ve kırgınlıklar bir gecelikti.

Sabaha sarmaş-dolaştık.

Çaputtan topla iki kale maç yapardık. Düdük çalan bir hakemimiz yoktu ama saygıya dayalı bir kuralımız vardı.

Kimi zaman mahalle maçları, kimi zamanda yakın köylerle dostluk maçı yapardık. Yenersek dövülürdük. Ama kindar asla değildik.

Kimi evlerde radyo vardı. Yurttan seslerden Türkü dinler, yurdun dört bir köşesinden selam alırdık.

Düğünlerde gelin arabasının önü keser, ufakta olsa bir harçlık alır, kardeşçe aldığımız gazozu aynı şişeden beraberce içer büyük bir haz alırdık.

Bayramlar bir başkaydı. Şehirlerarası gezi yoktu. Zengin Fakir fark etmez, herkes herkesle Tanrı rızası için kucaklaşır, bayramlaşırdı.

Pencereden seslenen Çerkez Elmas’ın istediği iki kilo patatesi, bir kilo pirinci kaptığımız gibi getirir, verdiği soğuk suyu kana kana içerdik; ölmüşlerinin hayrına.

Gelecek kaygımız, çocuğuma ne olur korkumuz yoktu. Kin, nefret, öfke, intikam bizim kelime dağarcığımızda olmayan sözcüklerdi. Cümlelerimiz onlarsız kurulurdu.

Acıları ortaklaşa paylaşırdık. Sokakta, köyde bir cenaze olsa bütün sokak, bütün köy aynı yası tutar, aynı acıya ortak olurduk.

Sevgi, saygı ve güven sözde değil özde idi. Çocuklar gece ortalarına kadar sokaklarda endişesiz oynarlardı. Komşu kızları bizlerin namusuydu. Adamlar adam, insanlar insan gibiydiler. Mücadelemizin de, yaşamımızın da bir anlamı vardı.

Yani şu ki; bugün medeni olan her şeye eriştik, hayatımız kolaylaştı. Fakaaat! Eski Türkiye daha güvenli ve daha edepli idi. Tad vardı. Sevgi, hürmet, saygı ve GÜVEN vardı.