Suriye'de derinlikli dış politika(!) eksenli 'sığ' stratejimiz, ülke güvenliği için tehlikeli bir dipsiz kuyusuna dönüştü.  Konuşulana değil de olan bitene bakılırsa Suriye’de tam anlamıyla çaresiz bir durumdayız. Birkaç haftada Esad'ı devirip Şam Emevi Camiine namaza gidecekken, milyonlarca Suriye'li bize geldi ve kıt ekonomik kaynaklarımızı iyice tüketiyor. Zafer naralarıyla sunulan Astana ve Soçi süreçlerinin asıl oyun kurucusu Rusya, planladığı gibi Esad'la beraber nihai hedefine doğru ilerliyor. Bizim sığlığımız, her geçen gün artan fatura ve muhtemel ağır ziyanlara gebe biçimde kuru  inatla devam ediyor.

İçeride müthiş zafer güzellemesiyle sunulan, bölgesel güç  olduğumuz sandırılan Soçi'de esasen ne olduğunu Rusya’dan öğreniyoruz. Şimdi bize diyor ki: “Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda anlaştık mı, evet anlaştık. İşte ben de şimdi bunun gereğini yapıyorum.”  Biz de bir yandan toprak bütünlüğünden yanayız diyoruz ama öte yandan meşru hükumet güçlerine rejim ordusu, isyancılara ise milli ordu diyoruz. Bu nasıl bir bütünlük ki, kimseyi inandıramıyoruz? Acı gerçek şu ki Suriye'de günlük değişen dengelere karşı kime ne diyoruz, ya da orada tam olarak ne istiyoruz? Bunu hiçbirimiz bilmiyoruz.

Ekonomide işler kötü gidince döviz yükselince içeriye dönüp, “Avrupa, Amerika, NATO, yedi düvel birleşti bizi yok etmek istiyorlar” diyor, ve geleneksel bütün müttefiklerimize meydan okuyoruz. Ortağı olduğumuz F-35’lerden vazgeçiyor ve bir NATO üyesi olarak, NATO’nun 'düşman' tanımı içindeki Rusya’dan S-400 füzelerini alıyoruz. Birkaç haftada Esad2ı devirip sorunu halledeceğimiz(!) Suriye'de sıkışınca dönüp, dün düşman sayıp meydan okuduğumuz çeşit Makron, papazın kızı Merkel ve NATO’dan  medet umuyoruz. İyi de 2 yıldan beri şu medya bombardımanı hatırlayalım. Hani Batılıların hepsi birleşip topuyla tüfeğiyle bizi diz çöktürmeye çalışıyorlardı. Şimdi O Haçlılardan İdlib'te bizi korumalarını mı istiyoruz? Bu kadar hızlı dönüşe can dayanmıyor, ümmetin de başı dönüyor.

Derinlikten azade, gerçekçilik ve akılcılık ekseninde bir karar verelim artık. Şimdi Batı ittifakı ile birlikte mi hareket edeceğiz, yoksa dostumuz Putin’le mi? Batı'nın ülkemizin başına bela olmuş PKK’ya bakışı belli- en azından terör örgütü sayıyor-, terör örgütü bile saymayan ise Rusya! Hem Esad'a karşı olup da Esad'ın  hamisiyle nasıl bir ittifak olacak? Rusya İdlib’de bir ayda 15 askerimizi şehit etti, Saray'ı pusula yapmış Ruscu tayfanın dili tutuldu.Ruslar biz vurduk dedi ama bizimkiler ısrarla Esad vurdu dediler. Askerlerimizi şehit eden Rusya’ya  tek kelime edemiyor ama işkembeden sallamaya devam ediyorlar. “Lazkiye’den Kamışlı’ya her yer hedef olabilir! “Operasyon” dönemi bitti, “savaş” dönemine geçildi. Ağır bir bedel ödetilecek!  Saldırının arkasında ne var? Libya mı, Doğu Akdeniz mi? Türkiye İdlib’deki oyunu gördü. Nasıl bozacağını biliyor, bekleyin!”

Burnunun ucunu göremeyenlerin büyük oyunu görme, kılıçla düğüm çözme mavralarına inanmıyoruz ama şimdilik yapacağımız bir şey olmadığı için milletçe bekliyoruz. Rusya askerlerimizi şehit etmeye devam ediyor. İsrail'de Şam'ı bombalıyor. Akıldan sonra vicdanlarını da yitirmiş iktidar beslemesi karanlık aydınlarımız hiçbir sorumluluk duygusu hissetmeden bundan sonra da “gaza ve fetih şarkıları” söyleyecek, ama kardeşim bu yol yanlış diyecek olanı da hain ilan edecek. Ne yazık ki faturayı halkımız hem ekonomik olarak hem de fakir fukara çocukları gençlerimizin canıyla ödeyecek.

Saray yönetim sisteminin ülkeye huzur ve refah yerine yoksulluk ve acı getirdiğini görelim artık. Unutmayalım ve her platformda vurgulayalım ki; Bu ülkede herkes için sığınılacak en salim liman demokratik hukuk devletidir. Emperyalistlerin güç savaşında savrulmanın anlamı ve gereği yok. Batı ittifakı ile yürümenin kriterleri belli, demokrasi ve hukuk. Diğeri Çarlık heveslisi yumuşak görünümlü bir totalitarizm. Türkiye’nin uzaklaştığı herkesin kabulündeki demokratik görüntüsünü düzeltmenin yolu, hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim anlayışını hakim kılacak parlamenter sistem, bağımsızlığı sağlanmış bir yargı düzeni, temel insan hakları ve özgürlüklerine mutlak saygı esaslı hukuk devletini kurmadan ne Doğu’da, ne de Batı’da itibarlı bir ülke olamayız. Ham hamaset, kuru inat kaynaklarımızı tüketiyor, yarınlarımızı da ipotek ediyor...