Emmoğlu,

“Mektubuma başlamadan evvela selam edip gözlerinden öperim” diyecem ya, söylediğin rivayet edilen sözlerinden ve sosyal medya denilen bu yeni dünya yetmesinde yazdıklarından annadığım gadarıynan, gören gözünü gaybetmişsin. Bundan sebep olmayan gözlerinden bahsedip gönlünü incitmekten gorkduğumdan böyle başlamayacam yazıya haberin olsun.

Bizim köyün muhtarı Mustan Aga: “Şeher bir dipsiz guyu Haceli. İnsanı yutar. Bildiğini bilmez olursun, tanıdığını tanımaz!” derdi de pek kulak asmazdım dediğine.

 “Gendini bilene Fizan olsa ne yazar” deyi düşünürdüm.

Mustan Aga’yı doğru, beni yalan çıkardın ya aşk olsun.

Aklın gıt idi ama yüreğin pakdı senin. Pak gönülde feraset olur, basireti açık olur zanardım. Yalan imiş abu zannım. Sayende annadım. İki kere aşk olsun, ne deyim.

Biliyom: “Bu zehir zemberek sözlerin sebebi n’ola ki?” diye düşünürsün.

Ahanda deyiveriyom:

Şinci Emmoğlu;

12 Eylül İhtilali dedikleri o meşum hadise vuku bulduğunda ( Senin annayacağın şekliyle diyem: 12 Eylül İhtilali dedikleri o uğursuz, o kötü olay olduğunda) ben bile sabi idim. Bundan sebep her şeyi gördüm, yaşadım desem yalan olur. Demeyecem de zaten. Ama emmoğlu, ben o adamlardan çoklarını gördüm, onnarnan gonuştum, gonuşamadıklarımın beyaz kağıt üstüne gara galemnen yazdıklarını okudum iyi- kötü.

E ben bile sabi isem o vakit, muhtemelen senin varlığına sebep olacak vitaminin bulunduğu portakalın ağacı bile dikilmemişti ki benim bilmediğimi sen nerden bilecen.

Sen şimdi: “Benim de elif-ba’m var. Ben de okuduydum!” deyi hiddetlenirsin ya, herslenme heç boşuna.

Biz iki hırsız, birbirimizi biliriz emmoğlu. Bakkal terazisinin kefesine kiloluk dirhem goymaynan, inşaatta temele gidecek demirin hesabını yapmaynan olmuyor o işler.

Galdı ki köyün en tahsillisi benim: Onun da hepi topu orta iki.

Benim tahsilimin yanında seninkinin hesabı ne ki?

Bak emmoğlu,

İsmini yazıp, gocaman Allah’ımın gatındaki sevabını puç etmeyen diye adını yazmıyom ya ben bir Ülkücü tanıdım, Kenan iblisi, onun boynuna ilmek geçirmeye yirmi dört saat gala galkmış idam.

Yedi sene hücrede galmış.

Hücre dediğin mapus damının en güççüğü.

Bir evlek bile değil.

Bir evleği bırak bizim bahcadaki abdesthane bile ondan böyük.

Bir adam anca sığar. “Oturmakdan ayaklarım sızladı azcık adımlayım” desen o bile mümkün değil.

Bir insan yüzüne, bir dost sesine hasret yedi sene.

Yarenliği farelerlen, dostluğu garannıknan.

Onun yerine gendimi goydum bir an.

Aklımı oynatayazdım, zannıma öyle geldi ki bütün cihan zindan.

“Nasıl dayandın abey?” diye sorduydum.

“Allah’a sığındım.” dedi.

Ben, sen gibi de değilim, yedi yaşımdan beri her Cuma’ya giderim.

Utandım Müslümanlığımdan.

Ben bir Ülkücü tanıdım emmoğlu,  (İsmini yazıp, gocaman Allah’ımın gatındaki sevabını puç etmeyen diye  yine adını yazmıyom)

“İdam edemeyoz madem, başka bir kötülük edelim” diye deli hastanesine atmışlar adamı. Gendini Napolyon zanneden deli, Aynşıtayın galır bu tımarhanedekilerin yanında:

Pisliğiynen eğleşenden, duvara zincirnen bağlanana ne ararsan var.

Üç sene galmış içlerinde.

Hemşirelerin vurduğu iğnelerle uyuşturdukları vücuduna zebellah gibi göya hasta bakıcıların eziyeti eklenmiş bir de üstüne.

Ona da sorduydum nasıl dayandın diye.

“İmanı olmayanın hiçbir şeyi yoktur, imanı olanın her şeyi vardır” dedi.

Gözlerim dolu dolu oluverdi.

Beni öyle görünce acıdı herhal:

“Üzülme be gardaş. Mustafa’yı astılar ya” dediydi. Bu sefer de O’nun gözleri dolu… (Mustafa dediği Pelvanoğlu… Anlattıydım köyde sene bir vakit. Bildin mi?)

Ben senin gibi değilim. Dokuz yaşımdan bu yana İrecep ile Şaban’ın hem başını hem sonunu Iramazan’ın hepisini dutarım ya heyhat ben de bilem bulunmaz bu kadar sebat.

Mektubu uzatmayım diye daha çok annatmayacan  ama komünist kafirinden aldığı yarayı bir berat gibi taşıyan, rızkını nefsinden ve çoluk çocuğundan kesip bu dava için harcayan, içeri girdiğinde evladı üç haftalıkken çıktığında ilkokul üçe gittiğinden ötürü kendisini tanımadığından, eli ilen işaret edip: “Ana bu amca kim?” diye çocuğunun sorduğu adamlardan annatıyom sana emmoğlu, dikkat buyur.

Şimdi Emmoğlu,

“Nefesimizin koktuğu yeter gayrı. Şehre gidip azcık dünyalık edindikten sonra köye dönecem. Haydi kal sağlıcakla.” deyip gittiğinde gınamadıydım seni.

Rızkı veren Allah’tı tamam da bunun için de rızkı aramak gerekti çünkü.

Ne yalan söyleyim, dönmezsin diye düşünmüştüm.

Bunun için de gınamamıştım seni.

İnsan alışgannıklarının esiri olur bir vakit sonra. Şeher hayatına alışan köyde duramaz.

Bak benim sıpalara, gasabada okudukları vakitten kelli köy yerini beğenmez, olur olmaz sebeplerle köye gelmez oldular.

Bayramdan bayrama… O da ana- ata hatırı için zorla…

Neyse…

Gonu gomşudan duydum.

Darlık çekmişsin bir vakit.

Sonra “Yürü ya kulum” demiş Rabbim.

Ekmeğinin yanına katık bulmuşsun, akşama yemeğe pilavınan et…

Hastanede garşılaştığında yüzünü ekşittiğin teyzoğlu, ne iş yaptığını soranda: “Taahhüt” deyip gitmişsin. O sorduydu:

“Taahhütler ne iş yapar?” diye…

Oradan biliyom işini.

Ona da ben söylediydim sencileyin biraz böyle gubarıp: “İnşaat”

.

Bizim partiye girmişsin ( Bizim dediysem ağız alışkanlığı. Rahmetliden sonra bizden başka herkesin olmuş da bir bizim olmamış), partiye girdikten kelli sonra da etrafda bayağı bir patırtı çıkarmışsın.

Herkes çıkarken sen niye girdin o da ayrı bir soru ya bana ne:

Paşa gönlün istemiştir, canın daha çok mülk çekmiştir, pis nefsin mevki- makama meyletmiştir. Kârı da sana, sevabı da…

Amma işte emmoğlu, ciğeri it yesin.

Akrabamsın, emmoğlumsun.

Çağdaş Salebeler kervanına katıldığın için kırılan gururumsun.

Yazdıklarını okudum, söylediklerini elalemden duydum.

Buradan gittikten sonra sen epey bi bozulmuşsun.

Millete hizmeti şiar edinenleri terk edip milleti hizmetkâr etmeyi gaye kabul edenlere kapılanmışsın.

Şu kadar bin yıllık Türk devletinin direği olan milliyetçilik davasını piç edip, milliyetçileri Türksüz bir Türkiye isteyenlerin kapıkulu etmeye niyetlenenlerle iş tutmuşsun.

Ebed- müddet olan devlet yerine emmoğlu; sen, senin-benim gibi nefsi olan devlete hizmetkâr olmuşsun.

Şehit kanlarının üzerinde yükselen bir davayı içki sofralarında meze yapan aymazlara el pençe divan durup: “Başkanım, başkanım”diye yalakalanır olmuşsun.

Mallarıyla canlarıyla bu davaya hizmet edenleri köşeye kenara itip, hak etmedikleri koltukları işgal ederek canlarına can, mallarına mal katan, bu davadan ha bire alıp bu davaya hiç harcamayan haramzadelerle yanyana yürür olmuşsun.

Bir de şey zoruma gitti emmoğlu:

 Sen, yukarıda birkaçından bahsettiğim Ülkücü ağabeylerim için, bizden görünenlerin zulmüne rıza göstermediler, bayrak açtılar diye kötü konuşurmuşsun.

Bize bu köylük yerde, Allah demeyi, vatan demeyi, Türk demeyi öğreten, anamızın atamızın bildirmediğini bildiren o gaziler kervanından Mehmet Hoca’dan da mı utanmaz olmuşsun.

Etme emmoğlu!

Yol yakınken tövbe et, belki kurtulursun.

“Yok” dersen de ne diyeyim:

Allah sorsun!