Sabahın 7’siydi. Samsun’a ayak bastığında!. Mantika Palas denen otele yerleşti. Ama ne oteldi. Sahibi Rum ve terkedilmiş, kullanılmıyordu.

Samsunlular seferber oldular. Mustafa Kemal ve arkadaşları için komşulardan yatak, yorgan, yastık. Askeri hastaneden de masa, sandalye ve karyola getirildi.

İngilizler boş durmuyordu. İzmir’i işgal etmişler ve ilk iş, stratejik öneme sahip ÇUHA fabrikasını havaya uçurmaktı, öylede yaptılar. Fabrika Türkler için önemliydi; Türk ordusunun üniformalık kumaşı üreten tek fabrikaydı. Anadolu fabrika fakiriydi.

Böylece İngiliz fabrikalarında üretilen kumaşlar getirilecek ve yüksek fiyattan satılacaktı. Hem İngiltere kazanacak hem de Anadolu’da yeşermeye başlayan Kuvayı Milliye güçlerine kumaş üretilmesi ve temini engellenmiş olacaktı. Oldu da, yüksek fiyattan İngiliz kumaşları Osmanlıya girmeye başladı. İngilizler İzmir Çuha Fabrikasını uçurmakla: bir taşla iki kuş vurmuş oluyorlardı.

Mustafa Kemal, Samsun’da çok değil 6 gün kaldı. Samsun güvenli değildi. Her taraf İngiliz kaynıyordu.

En güvenli yol: Karargâhı Havza’ya taşımaktı. Ama bu nasıl olacaktı? Yürümekte nazlanan, ahı gitmiş vahı kalmış bir yürüyen hurda bulundu.

Yola koyulundu.

Asfalt yoktu, şose de yoktu. Tarladan ve anlardan bozma bir yolda, yol alınıyordu. Ama ne gitme; yağan yağmurla balçığa dönen bir yol. Anadolu söylemiyle bata, çıka.

Gazi Paşa, ön koltukta, şoför mahallindeydi. Tedirgindi ve tez canlıydı. Zaman zaman Benz marka otomobili kullanan gayri müslim yaşlıca şoföre müdahale ediyordu. Çünkü yolda oluşan çukur ve hendekler yolculuğu engellemekteydi.

Iğış ığış ağır aksak giderken araba su koyuverdi. Gitmem, gidemem diyordu. Arızanın tamiri olanaksızdı. Yaşlı şoför biraz uğraştıysa da olanaksızdı.

Beklemekten başka çare yoktu.

Bir ağaç altına çekilip, beklemekten başka da çıkar yol yoktu. İşi oluruna bırakmak gerekiyordu.

Ama O’nun mizacı da buna uygun değildi. Bu, bir karakter meselesiydi.

Bir yola baktı, bir de arkadaşlarına ve “Yürüyebilir misiniz?” dedi.

Aslında soru sormamıştı. O yapacağını açıklamıştı ve yanıtlar gelmeden yürüdü.

Heyet ne yapacaktı iseler onu yaptılar.

Mecburen peşinden yürümeye başladılar.

Epey yüründü. Köstekli saati yürümenin bir saat kadar geçtiğini gösteriyordu.

Yol üstünde Karageçmiş köyü vardı. Orada konaklanacaktı.

Ama durmak yoktu. Her durulan saat, ülkenin kaybıydı. Karageçmiş’te bir gece kalınıp Havza’ya vasıl olunacaktı.

Kafalarda bir sürü soru, milyonlarca varsayım ile çeşitli çıkış yolları ve engeller. Yol yürümekle biterdi ama sessizlik olmazdı.

Heyet dalgındı. Neler olacağını, nasıl olacağını düşünmekte iken bir ses duyuldu:

Dağ başını duman almış,/ Gümüş dere durmaz akar,/ Güneş ufuktan şimdi doğar,/ Yürüyelim arkadaşlar.

Ve tok bir ses: “Söyleyin arkadaşlar, yoğunluğa ve çaresizliğe iyi gelir, güç verir.”

Havza yolunda bir heyet, marş eşliğinde vatanın kurtuluşuna doğru yürümekte!.

Oysa biz ne kadar da kolay anlatıyorduk: “ Bandırma Vapuruyla 19. Mayıs. 1919’da Samsun’a ayak bastı.” Diye

Beyler bu, Kurtuluş Savaşı’na giden yoldan minnacık bir bölüm. Bu vatanın da, bu cumhuriyetin de, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının da kıymetini bilin. Tarihinize sahip çıkın, düşmanlıktan vaz geçin ve huzur içinde yaşamaya bakın. Milli bayramlarını kutlayamayan ulusların dini bayram kutlama hakları da olamaz.

Hepsinin mekânı cennet olsun.

Esen kalınız.