Bugünki yazı konum farklıydı. Fakat gece yarısı Servet Avcı’nın köşe yazısını okuyunca şimdi okuyacaklarınızı yazmak farz oldu. Servet Bey, Oğulpınar meselesine niye itirâz ettiğimizle ilgili olarak eski (ama eskimemiş) bir yazımı, köşesinde yayınladı. Teşekkür ederim.

Çanakkale’ye ilk gidişim, 1987 yılındaydı. Her yeri dolaştık. Bizi gezdiren üsteğmen, bakımsız bir şehîd kabrinin başına geldiğimizde şu soruyu sordu: “Onların mezarlarını da gördünüz bizimkileri de. Ne düşünüyorsunuz?” Sormaya gerek yoktu aslında. İngilizlerin Fransızların mezarları, güllük gülistanlık; bizimklerde neredeyse baykuşlar ötüyor. Üsteğmenin amacı, geleceğin târih öğretmenlerini sarsmaktı.

87 senesi, ihtilâl sonrasıydı. Kudretli darbeci generaller, niye oraları ihyâ etmemişti? Etmeyi geçtim, daha sonra sinemaya merak salınca o yıllarda bambaşka bir oyunun döndüğünü fark edecektim. 1982’de ülkemizde gösterime giren Gallipoli filmi, tüm dünyânın dikkatini Çanakkale’de ölen Anzaklara çekmişti. Arkasından Anzak Koyu adı resmîleşmiş ve Şafak Âyini Çanakkale ile özdeşleşmişti. Ülkemi işgâle gelen haçlı gürûhu, her sene gözyaşlarıyla anılıyor; biz ise onların torunlarındaki dede sevgisine hayran hayran bakıyorduk.

Arkasından Can Dündar’ın, haçlılara da şehid diyen, “Gelibolu’nun İki Yakası” belgeseli geldi. Bunu, bir asker çocuğu olan ama Çanakkale’den nasibi olmayan Tolga Örnek’in belgeseli izledi.

2012’de Sinan Çetin, o uğursuz “Çanakkale Çocukları” filmini çektiğinde Fetöcü Tarafçılar, liberallik ayaklarıyla târihimize büyük bir darbe vuruyorlardı. Çanakkale’nin anlamsızlığını yazıp duran Altan kardeşlerin büyük keşfi Hilâl Kaplan, Başbakan Erdoğan’ın Çanakkale hassâsiyetini eleştiriyor; Çanakkale’nin fantezi alanı olduğundan bahsediyordu. Çanakkale kara zaferlerinin yıldönümü olan 24-25 Nisan’da, kankası ROK’la birlikte, “soykırım” yazıları yazıyorlardı. Ne alâkaydı? Soykırım olarak adlandırdıkları tehcir, mayıs ayında değil miydi?

Devlet, 1915’de Çanakkale kara savaşları arefesinde, isyan hazırlığındaki Ermeni teröristleri tutuklamış; böylece zafere arkadan vurulacak darbeye engel olmuştu. Ermeniler ve İngilizler, hâlâ bunun hazımsızlığındaydılar. Tamam da bu târihte bizim liboşlar, niye huysuzlanıyorlardı?

Doksan yıl evvel sahneye konan, çok şükür ki Nihal Atsız ve 8 arkadaşının Çanakkale’ye yürümesiyle bozulan oyun, tekrar sessizce sahneleniyordu. Ne yazık ki başrollerin birisi, başörtülü bir yazara düşmüştü. İşin içinde beş vakit namazlı bir cemaat olunca başörtülü bir müridin de başrolde olması, gâyet normaldi aslında. Bu arada Kaplan, uçağa bindi, gazete değiştirdi ve tabiî ağzı ile kalemi de değişti. (Bu transferin, hangi tarafın ustaca bir hamlesi olduğunu, târih gösterecek.)

Bunlar olabilir, normaldir. Türkiye’de her gün rastlayabilirsiniz. Uçağın câzibesi diyelim. Şâir diyor ya “Pervâne olan kendini gizler mi alevden”

Neyse ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2015’deki Çanakkale Zaferi’nin 100. yıl törenini 24 Nisan’da gerçekleştirerek Ermeni soykırımının (!) 100. yılını bu târihte anmaya hazırlanan haçlı zihniyetine esaslı bir ders verdi. Verdi ama tokatı yiyenler, daha da hırslandılar. 15 Temmuz’da başarılı olsalardı kutlama yapacakları yerlerden birisi, Conkbayırı’ndaki Yeni Zelanda Âbidesi olacaktı.

İçimizdeki soykırımcılar da ağızlarının payını aldılar elbet. Hilâl Kaplan susmuştu ama ağız ishaline yakalanan ROK susmuyordu. 27 Nisan 2015’de şu satırları Sabah gazetesinde kaleme aldı. “1915'te bu topraklarda bir büyük facia, bir soykırım yaşandı. Bir insanlık suçu işlendi. Bu suç karşısında söylenecek her ‘Ama...” artık midemi bulandırıyor.”

Dikkatinizi çekerim, bu cümleleri, Erdoğan’ın Çanakkale’deki konuşmasından sonra yazdı. T.C. Cumhurbaşkanı’nın sözlerinden midesi bulanan bu Ermeni dostu, midemizi bulandırıp ortadan kaybolmasaydı, Oğulpınar’daki kalabalık içinde bize sırıtıyor olacaktı.

İtirâzımızı ve isyânımızı Kılıçdaroğlu’nın itirâzı ile bir tutanlar, dilerim bu yazıyı dikkatli okurlar ve dilerim, Kılıçdaroğlu, Çanakkale şehidlerinin karşısına Yunan’ın Themis heykelini diktiğinde “Bu ne rezillik!” dediğimizi de hatırlarlar.

Bu memlekette hiç kimsenin, Çanakkale savaşlarını da Çanakkale şehidlerini de hafife almaya hakkı yoktur.

Bu memlekette hiç kimsenin, çalgılı çengili Hollywoodvâri asker ziyâreti yapma hakkı yoktur.

Bu memlekette hiç kimsenin, hükûmeti, millet karşısında küçük düşürecek, zora sokacak abuk subuk organizasyonlar düzenleme hakkı yoktur. Çünkü;

Hükûmet hikmet ile müşterektir

Vezîr olan hâkim olmak gerektir

Evet, hükûmet ile hikmet, birbirine yakın kelimeler.

Ben, nasıl ki 24 Nisan 2015’deki törende bir hikmet gördüysem, Oğulpınar gezmesinde bir hikmet göremedim. Hikmet giderse “hükûmet” de gider; geriye “hükümet” kalır.