Yaşanmışlıkları anlatmak herhalde daha öğretici oluyor. 'Bir musibet, bin nasihatten yeğdir.' diye atalarımız boşuna dememiş...Ben de bugün bir öğretmene ait böyle bir yaşanmışlıkla karşınızdayım.

"Yıllar öncesiydi . İstanbul'un şirin bir ilçesinin daha sonra kapatılan beldesindeki liseye okul müdürü olmuştum. Ülkücü olduğumuzu hiç saklamadığımız halde 30 yaşında toy bir gencin lise müdürü olmasını gücü elinde bulunduran o partililer sahiplenmiş, biz ise hiçbirinden icazet almadığımızı her konuşmamızla ortaya koymuştuk. O partinin eski solcu, sonra o partili İstanbul il genel meclis üyesi ise tanıdığı aşırı sol bir arkadaşı müdür yapmak için uğraşmış ama her ne hikmetse olmamıştı. Peki yandaş-sen mensupları niye olmadı derseniz, okuldaki sol yapıyı gözlerinde öyle bir büyütmüşler ki, hiçbiri okula gitmeye cesaret edememiş. Halbuki okula gittiğimde, adil olunduğunda öyle büyük bir sorun yaşanmadığını bizzat teşhis ettim.

Kısa keseceğim: bu okuldaki çalışmalarımız, uyguladığımız disiplin ve maddi-manevi değerlere sahip çıkan tutumumuz bir yıl sonra beni bu şirin ilçenin merkezindeki büyük liseye müdür yapmıştı. Bu bir ödül değil aslında yüktü! İlçenin en sorunlu, kavgalı, disiplinsiz bu okulu da yandaş-sen mensubu adaylara gösterilmiş ancak okulun sosyal, ekonomik, demografik, pansiyon kaynaklı vb. sorunlarına yürekleri yetmediği için boş kalmıştı. Bu okula atandığımızda ülkücü camia çok sevinmiş, bizler de gönüldaşlarımıza ilçe gençleri üzerine elimizden geleni yapacağımızı belirtmiştik. Daha sonra o mel'un süreç başladı, pkklı teröristler, siyasal bölücü kürtçülük yapan memurlar, amirler el üstünde tutulmaya başlandı ve bizler bir anda soruşturmalar, cezalar gibi baskılara uğramaya başladık, bunun sonucunda ilçede daha küçük bir okula müdür olarak atandık...

Yine konumuza dönelim, bu ilçedeki teşkilatımız bana çok samimi gelmişti, pırlanta gibi, master, yüksek lisans yapmış ilçe başkanları vardı. İmkanları kısıtlıydı. Bundan dolayı ocak açmaya cesaret edilemiyordu. İlçede ülkü ocakları olmadığı için yasalara aykırı olduğu halde teşkilat binasının toplantı salonunda gençlere milli ve manevî konularda seminerler veriyorduk. En ufak bir şikayet 657 sayılı kanuna göre bırakın müdürlüğü, memuriyetten ihracıma sebep olabilirdi. (O parti de zaten böyle fırsat için diş biliyordu ki sonra o ilçede ülkü ocakları başkanı olduğum için anında iki bakanlık müfettişini karşıma dikmişlerdi! Ocağın vakıf olduğunu, siyasal tarafının olmadığını anlatıp bu badireden il yönetimimizin de bir yazısı ile zar zor sıyrılmıştık!)
Her neyse, tüm bunlara rağmen rızık Allah'tandır diyerek kaderci bir tevekkül ile bu seminer faaliyetine bir süre devam ettik. Sonraki yıllarda ısrarlarımıza kulak veren ilçe başkanımızın büyük desteğiyle ülkü ocakları açılınca bu seminerlere yasalara uygun şekilde orda devam ettik. Sonra o partinin baskısı, mel'un sürecin kirli ittifakı gereği, siyasallaşmış sözde imamlar iş birliği ile müdürlük görevimiz sona erdirildi, evimden 75 km uzakta ve toplu taşıma olmayan başka bir ilçedeki sorunlu bir okula öğretmen olarak sürgün edildim. Sonra ordan oraya savrulduk. (Bugün, bahsettiğim ilçeden 200 km uzakta yine öğretmen olarak devam ediyoruz çok şükür.)

Bunları niye mi anlattım: Haziran seçimleri sonucundaki sevinçli fotoğraf paylaşımlarına göz atarken, zamanında memuriyetten ihraç edilme riskine rağmen seminerler verdiğimiz aynı teşkilat salonunda kimleri göreyim dersiniz? Bizlere etmediğini bırakmayan, onlarca soruşturmalar açtırıp, ilçeden sürdüren, üzerimize onlarca müfettişi gönderen, yalakalarına asılsız şikayetler ettirip bir türlü sonuç alamadığı için kuduran, o parti mensuplarının ağzı kulaklarında resimlerini gördüm. Şahsımı memuriyetten attırmak için aralarındaki büyük kavgayı bile erteleyen o partinin ilçe başkanı ile o partili belediye başkanı ellerinde mikrofon ile bizim teşkilatta nutuk atıyorlar, bizim eski dostların ise gözlerinin içi gülüyordu. O gözleri gülenlerin içinde, o mikrofonda konuşanlara (afedersiniz) ağız dolusu sövenleri de, saygıda hiç kusur etmeyenleri de biliyorum. Şimdi bunları konuşmanın zamanı mı, değil mi, kızanlar, üzülenler olur mu olmaz mı bilmiyorum. Olsa bile hatıralarımıza yapılan saygısızlık nedeniyle bizim de kızmaya hakkımız var diye düşünüyorum.
Neyse konumuza dönelim. O partililer seçim gecesi o bizim eski salonu işgal etmiş gibi çoktular ve teşkilat yöneticileriyle birlikte seviniyorlardı. Bizim eski dostlar ise çok şendiler. Onları hiç böyle mutlu görmedim desem yeridir. O salondaki anılarım canlandı, geçmişi hatırladım ve gözlerimi kapattım."
Bu yaşanmışlık içimi burktu. Bizim mahalle ne hale gelmişti? Düşününce, asırlar öncesinden Türk Bilge Kağan'ın şu seslenişini işittim yine:

"Çinliler ipeklileri ihtiyaçtan fazlasıyla öylelikle verirler. Çin halkının sözleri tatlı, ipeklileri yumuşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipeklilerle kandırıp uzaktaki halkları bu şekilde kendilerine yaklaştırırlarmış. Yakına yerleştikten sonra da gereken kötülüğü orada düşünürlermiş. Bilgili ve yiğit insanları ilerletmezlermiş......Çinlilerin tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp Türk halkından bir çoğunuz öldünüz. Türk halkı, mutlaka öleceksin!"
İşte bu sebeple atamızın asırlar öncesinden bu uyarısını yinelemek ihtiyacı duydum.

Peki sordum o öğretmene:

- Bu yaşadığın olaylardan, gençlerin milli ve manevî yönde gelişmesi için geçmişte yaptığın faaliyetlerden pişman mısın?
- Asla değilim. Bugün o fırsat olduğunda yine yaparım, fırsat buldukça yapıyorum da !

Sağlıcakla kalın!