(Din Yaşatır Ama Cehalet Öldürür!)

Başlıktaki iddiamı son zamanlarda meydanı iyice boş bularak huriler üzerine fanteziler yapan sözde hoca efendiler ve müritlerinin 10 – 12 yaşlarındaki kız çocuklarına sarkıntılık eden şeyh bozuntularının açığa çıkması üzerine dillendirmiş değilim. Ocak 2019’da Haber Erk’te yayınlanan ve yine aynı yıl yayınlanan “Vatan Mahzun Ben Mahzun” isimli kitabıma da aldığım makalemin başlığı şu idi: “Türkiye’nin Birinci Meselesi Nedir?” Dileyenler o yazıyı bu başlık ve Osman Oktay adını yazıp internetten bularak ya da adı geçen kitabımdan okuyabilirler. Orada konu ile ilgili başka yazılar da bulunacaktır.

Adı geçen yazımın giriş bölümünde konuyu açmış ve detaylara geçmeden şu ifadeleri kullanmışım:

“…Ancak bunca tecrübe ve araştırmadan sonra gördüm ki Türkiyemizin öncelikle çözüme kavuşturulması ve hem de acilen neşter vurulması gereken meselesi DİNİ ALANDAKİ CEHALET VE İHANET OLUP ahlaki çöküntünün temelinde de bu vardır. Bu ifademde çok iddialıyım.”

İddiam elbette devam ediyor; hem de artan bir kararlılıkla. Zaten yazılarımı takip edenler ve kitabımı okuyanlar bileceklerdir ki bu konuyu fikri takip meselesi yaparak devamlı işlemeye çalışıyorum ama başta siyasi irade ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nda “tık” yok! İlahiyat Fakülteleri deseniz üzerlerine sanki ölü toprağı serpilmişçesine sessizler! Sebebini sorduğumda şu cevabı aldım: “Diyanet ve İlahiyat camiasında kimse bu işlere kafa yormuyor. Herkes mevki – makam ve para peşinde!” Ne kadar acı değil mi?

En son 18 Ağustos 2020’de yani müridinin 12 yaşındaki kızına sarkıntılık eden ismi lazım değil bilmem ne tarikatının bilmem ne adındaki “şeyhi”nin vukuatı ortaya çıkmadan iki hafta önce yayınlanan yazım yine bu konularla ilgili idi. Yazının başlığı zaten her şeyi anlatıyor: “Bu Yazı Diyanet İşleri Başkanlığı’nı Göreve Davet ve Cumhuriyet Savcılarına Suç Duyurusu Mahiyetindedir!”

Aslında bu konularda Diyanet İşleri Başkanlığı’nı göreve davet etmeye gerek yok. Çünkü zaten Kanun’la verilen görevi belli: “İslam Dini’nin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek…”

Diyanet İşleri Başkanlığı, yatırımcı bakanlıkları bile kıskandıran devasa bütçesine, kendisine tanınan olağanüstü haklara, sağlanan kolaylıklara rağmen görevini yapmaz, siyasi irade “oy deposu” olarak gördüğü dinimizi baltalayan ve kanuna aykırı olan bu yapılanmalara göz yumarsa olacağı budur. Hele de millet olarak başımızdan geçen 15 Temmuz 2016 felaketinden sonra hâlâ ders alınmıyor ve pek çok benzer yapılanmaya imkân tanınıyorsa ne diyelim, kime dert yanalım?

Yaşanan bunca olaydan sonra, Atatürk’e ait mi değil mi diye tartışılsa da teşhis ve öz olarak dosdoğru olup adeta günümüzün fotoğrafını çeken şu ifadelere bir itirazımız olabilir mi?

"Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis, bu tip yapılar din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlı'yı bu yüzden batırdığı için yasakladık. Çok değil, yüz yıla kalmadan, eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki bazı kişiler bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirine düşeceklerdir. Ayrıca, unutmayın ki o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır."

Zaten Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlayan, dinini bilenler için böyle bir ikaza da ihtiyaç yok ki!

“Dinlerini paramparça edip yaratılış üzere olan dinden uzaklaşarak çeşitli zümrelere ayrılanlardan olmayın ki; ayrılığa düşen her zümre kendi inancı ve kendi görüşü ile övünüp durmaktadır.” (Rum Suresi, Ayet 32)

Görüldüğü gibi yukarıya aldığımız ifadeler de bu ayetin açıklaması gibidir. Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy da günümüzde örneklerine çok rastlanan ve insanları kendilerine taptıranları ne güzel anlatır:

Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih

Çevrende dalkavuklar; tapınır gibi, la-teşbih!

Sarık cübbe ve şalvar; hepsi istismar, riya

Şekil yönünden sanki; Ömer’in devri, güya!

Herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler

Zikir Kur’an sesinden, yerler ve gökler inler!

Ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan

Sen onları kendine taptırırsın vesselam!

Derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın

Şimdilik putu sensin, tapılan menfaatin!

Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut

Bunların dilinde hak; ama kalbi dolu put!…

Ve Yüce Allah’tan Peygamberimize hitap:

“Ey Muhammed! Dinlerini parça parça edenler ve kendileri de gruplara ayrılmış olanlar var ya; onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra yapmakta oldukları kendilerine haber verilecektir.”(En’am Suresi, Ayet 159)

“Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlarla” peygamberimizin bir ilişiği olmadığına göre bizim ne ilgimiz olabilir ki ey saf, temiz Müslümanlar? Niye aldanıp birilerinin peşinde gidiyorsunuz? Kaç defa yazdım bilmiyorum ama yine yazacağım… Beş vakit namaz kılıyorsan günde en az 40 – 50 defa Fatiha Suresi’ni okuyorsun ama kusura bakma; “Kalın kafalı” mısın? “Benim oğlum binâ okur, döner döner yine okur” diye papağan gibi ezberden okuduğun surelerin bir de anlamlarına bak bakalım. Farkında değilsin ama her gün Allah’a söz veriyor ve kırk – elli defa “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dilerim” diyorsun. Ne çare ki dediğinin farkında olmadığın için Allah’a değil de gidip sahtekâr din tacirlerine kulluk ediyorsun.

Siyaset kurumu onları velinimeti gibi görüyor, onlar da hem devletten hem de din cahili milletten nemalanarak günlerini gün edip sefa sürüyor, dolayısıyla asıl hesap görücü Allah’ın azabını düşünmüyorlar. Son örnekte olduğu gibi yaptıkları bazen ayaklarına dolaşır ama bu dünyada dolaşmasa da Ahirette hesaba çekilecekleri ve kendileri ile birlikte peşlerine taktıklarını da yakacakları kesin. İşte ayet:

“Ahiret Günü’nde, kendilerine uyulan kimseler (Şeyh diye tapılanlar, güç sahibi diktatörler)azabı görünce kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşacaklar ve aralarındaki bütün bağlar parça parça kopacaktır. Onlara uyanlar da (Yani aklını kullanmayan müritler, körü körüne birilerinin peşine takılanlar) ‘Ah bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık’ diyecekler. İşte böylece Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış pişmanlık ve üzüntüler halinde gösterecektir. Onlar bu ateşten çıkacak değillerdir.” (Bakara Suresi, 166 ve 167. Ayetler)

Görüldüğü gibi son pişmanlık fayda etmiyor, etmeyecek. Aklını kullananlar, okuyup anlayanlar ve ibret alanlar içinse mesele yok.

Kısacası, Müslümansak ve bunda samimi isek aracıya ihtiyacımız yok. Hele de siyasete ve ticarete bulaşıp ihlastan, hakikatten uzaklaşarak devlet kadrolarında yuvalanma peşinde olan şarlatanlarla hiç işimiz olmaz, olmamalıdır.

Dini alandaki cehaletle savaşır ve kazanırsak insanlarımız uyuşturulamayacak, bilim ve teknolojide ilerleme kaydedilecek, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda da başarılar gelecektir. Yeter ki Diyanet İşleri Başkanlığı siyasetin gölgesinden çıksın, siyaset kurumu “Oy deposu” olarak görüp beslediği yapılanmalardan desteğini çekip gereğini yapsın ve milletimiz de artık ona buna aldanıp geleceğini daha fazla karartmasın.

Unutmayalım; din yaşatır ama dini cehalet öldürür!