Yaklaşık 90 yıldır uygulanmakta olan Medeni yasamıza karşın, aydın olsun cahil olsun, köylü olsun kentli olsun son yıllarda pek çok yurttaşımız evlenmenin ancak “İmam Nikâhı” ile geçerli olacağına inandırılmış durumdadır.

Bunun için aydın cahil, şehirli köylü fark etmeden imam nikâhı uygulaması: hızla resmi nikâhın yanında yerini almaya başladı. Son zaman da AKP’nin çıkardığı bu alandaki yasa ile de bunun önü ne yazık ki açılmış oldu.

İmam nikâhı iki, üç ve çok eşliliğin önünü açmaktadır. Köylerde işgücüne katkı amaçlı, şehirlerde de cinsel arzuyu tatmin amaçlı “İmam Nikâhı” tercih edilmektedir. Ne yazık ki pek çok kadınımız ikinci, üçüncü eş olmaya dini yönden inandırılmışlardır ki, çok yazık.

Bazı yönetici, Mv’li ve kimi ilahiyatçıların, “Resmi nikâhın dinen geçerli olmadığını” savunmaları da bir başka ayıp. Öyle ki nikâh için imamın şart olduğu ve dinsel bir gereklilik olduğu masum beyinlere kazınmıştır.

İslam hukukuna göre evlenme, yakın kan akrabalığı olmayan iki ayrı cinsten insanın iki erkek ya da bir kadın bir erkek tanık huzurunda yapılan bir akittir. Ve hiçbir dini yanı yoktur.  Kadın ve erkeğin aklı başında ergin temsilciler önünde kendi rızaları ile evlenme iradelerini açıkladıkları zaman nikâh tamamlanmış olur. Şahitlerden amaç: zina töhmetini ortadan kaldırmak ve nikâhı saptamak içindir. İslam hukuku, evlenmeyi, bireyleri ilgilendiren özel bir işlem saymıştır.

Akit anında bir imamın bulunması, dua okunması, nikâhı imamın aktetmesi gibi bir yöntem de değildir. Bu sözlerimi Hz. Peygamberin evliliklerinden örnekle kuvvetlendirmek isterim. Büyük Kuran tefsiri sahibi, tarihçi Ebu Cafer Taberi’den: Onun ilk eşi Hatice, ikincisi Sevde ve üçüncü eşi Ebubekir’in kızı Aişe/Ayşe’dir. Ayşe evliliğini şöyle anlatıyor: “ Tanrı’nın elçisi evimize geldi. Sonra Ensar’dan erkek ve kadınlar da toplandırlar. Ben o zaman dışarıda salıncakta sallanıyordum. Anam yüzümü yıkadı, saçımı taradı, elimden tutarak, Tanrı Elçisinin yanına götürdü. Ve ‘Bunlar senin ailendir, Tanrı seni O’na, O’nu sana kuvvetli eylesin.’ dedi. Misafirler dağıldılar. Bu münasebetle ne koyun, ne de deve kesildi; o zaman dokuz yaşında idim.” Görüldüğü gibi ne imam nede duadan bahsetmiyor.

Hz. Peygamberin eşlerinden Leyla’nın evlenmesi de şöyle: Bir gün Allah’ın elçisi sırtını güneşe vermiş oturuyor. Hutey’min kızı Leyla, yanına varıp sırtına dokundu.  Hz. Peygamber “Kimsin?” diye sorduğunda o ”Ben yel ile yarışan Hutey’min kızı Leyla’yım. Kendimi sana arzetmek üzere geldim; benimle evlen.” dedi. Bu isteği Hz. Peygamber kabul etti ve hemen oracıkta,” Seninle evlendim” dedi.

Leyla daha sonra kabilesine gitti ve “Ben Tanrı’nın elçisi ile evlendim.” dedi. Kabilesinden olanlar, “Çok kötü yapmışsın, sen kıskanç bir kadınsın. Hz. Peygamberin kadınları var. Hemen O’na git ve akdini bozdur” diye öğüt verdiler. O bu öğüt üzerine Hz. Muhammed’in yanına gitti ve “ Aramızdaki akdi boz” dedi. Hz. Muhammed’de “Aramızdaki akdi bozdum” dedi.

Bizzat Hz. Muhammed’in hayatından verdiğim örneklerde de imam ve dua âdeti ve zorunluluğu yoktur. Yapılırsa ne mi olur? Elbette iyi olur, güzel olur. İslam topluluklarında nikâh yapmak için imamın bulundurulması zorunluluğu yoktur. Demek ki nikâhta bir imamın bulunasına ve evliliği kutsamasına gerek yok. Çünkü: “ Onlar bizim kendilerine farz etmediğimiz ruhbaniyeti icat ettiler. Biz onlar için Tanrı’nın hoşnutluğundan başka bir şey farz etmemiştik.” (Hadid: 27) ayeti ile İslam’da bir DİN ADAMI sınıfının olmadığını öğrenmekteyiz. Orta ve Yeni Çağ boyunca İslam’da imamlık diye bir meslek olmamıştır. İslam’ın ruhu da buna uygun değildir. Hz. Muhammed’in evlenmelerinde de nikâh sadece bir akitten-sözleşmeden ibarettir. Nikâhın imam huzurunda yapılması, sonradan bir görenek haline gelmiştir. İmamın fiili olarak nikâh kıyması Osmanlı Devleti’nde 1881’de bir tüzük ile hukukileşmiştir.

İmamın buradaki görevi de dini bir nitelik değil bütünü ile idari bir nitelik idi.

Devamı sonraki yazıda olacak inşallah:

Esen kalınız.