Prof. Dr. Talip Özdeş

25.02.2015

 


 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takiben tek kutuplu hale gelen dünyada yeni bir düşman kutbun oluşturulması planlanmıştır. Bu strateji Bush yönetimindeki ABD ve Batılı müttefiklerinin, Afganistan ve Irak’ı işgal etmeleriyle hayata geçirilmiş, değişik vesilelerle ifade edilmiştir. Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezini gündeme getirmesinin üzerinden fazla zaman geçmedi ki dünya, 2001 yılının 11 Eylülünde Amerika’daki İkiz Kulelerin şaibeli bir şekilde saldırıya uğramasına şahit oldu. Bu olayın ardından ABD ve Batılı müttefikleri tarafından İslam’ın ve Müslümanların tehdit olarak görülüp düşman konumuna oturtulması, Haçlı Seferi ilan edilerek gerçekleştirilen işgal, katliam ve tahribatlar,Afganistan ve Irak merkez olmak üzere Müslüman halklar arasında ABD ve müttefiklerine karşı büyük bir kin, öfke ve intikam duygusunun birikmesine neden olmuştur. Söz konusu bu işgaller ve yıkımlar, bugün Afrika ve Orta Doğu’da birtakım radikal dini gruplar üzerinden ortaya çıkarılan şiddetin zeminini oluşturmuştur. Nitekim IŞİD, el-Şebab, Boko Haram gibi örgütler bu zeminde ortaya çıkmıştır. Bu örgütlerin üretilmesi için Batılı aktörlerin ellerinden gelen her şeyi yaptıkları bilinmektedir. 

Söz konusu örgütlerin gerçekleştirdikleri eylemler üzerinden Müslüman gruplar ve topluluklar arasında çatışmalar teşvik edilip İslamafobia güç kazanırken, birtakım provokatif eylemlerle İslam’ın imajı kirletilmeye, dünyanın birçok yerinde İslam’a ve Müslümanlara karşı yapılan baskı ve saldırılargörülmeyip meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Nitekim Fransa’da Charlie Hebdo adlı derginin bürosuna yapılan saldırıda öldürülen 12 kişi için ayağa kalkan Batı dünyası ve işbirlikçileri, Afganistan, Irak,Suriye, Filistin, Afrika, Balkanlar, Çeçenistan, Doğu Türkistan, Myammar ve Filipinler’de katliama uğrayan milyonlarca Müslüman için sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. Birleşmiş Milletler adına görev yapan bir Fransız generalin komutası altındaki 400 Hollanda askerinin gözleri önünde Sırp caniler tarafından gerçekleştirilen Srebrenika katliamı henüz unutulmuş değil! Ancak hiç kimse haç sembolü takan Sırp caniler tarafından Boşnak Müslümanlara karşı gerçekleştirilen saldırı, tecavüz ve toplu katliamları; Haçlı Seferi ilan edip en gelişmiş silahlar ve bombalarla milyonlarca Müslüman’ı katledip Afganistan ve Irak’ı harabeye çeviren Bush yönetiminin ve Batılı müttefiklerinin eylemlerini “Hıristiyan terörü” olarak isimlendirilmiyor!

Charlie Hebdo olayının üzerinden çok zaman geçmeden, ABD’nin Kuzey Carolina eyaletinde fanatik bir ırkçı tarafından üç Müslüman’ın başlarından vurularak öldürülmesi olayına ABD ve Batı dünyasının duyarsızlığı ve gerçeklerin Batılı medya tarafından çarpıtılması, nasıl iki yüzlü, insanlıktan yoksun, çifte standartlı bir politika ve stratejinin muhatabı olduğumuzu bize gösteriyor.

Söz konusu müessif olayda öldürülenlerden Deah Barakat’ın babasının ifadeleri, özellikle Batı’da ve halkının çoğunluğunu Müslüman olmayanların oluşturduğu ülkelerde yaşamakta olan Müslümanlarınne gibi durumlarla karşı karşıya kaldıklarını göstermesi bakımından anlamlıdır. Medyaya yansıyan haberlere göre Baba Ebu Salha, komşuları Craig Stephen Hicks tarafından öldürülen kızının, öldürülmeden önce kendisine, “Allah’a yemin olsun ki, bu adam (Craig Stephen Hicks) bizden ve görünüşümüzden nefret ediyor” dediğini, medyanın Amerikan vatandaşlarını “İslami Terörizm” sözleriyle bombardımana tutup, İslam’a ve Müslümanlara karşı nefret ve öfke pompaladığını, insanları suç işlemeye teşvik ettiğini ifade etmiştir. Söz konusu öldürme olayı meydana geldiğinde, ne yazık kiBatı medyasının büyük çoğunluğu bu katliamı görmemiştir. Haber dünya çapında yaygınlaşınca CNN bu haberi vermiş, ama cinayeti işleyen Müslüman olmadığı için saldırganın kimliğine işaret etmemiştir.

İslamafobia üzerinden izlenen politikalar ve sahneye konulan senaryolar, Müslüman olmayan Batılılar arasında İslam korkusunun yayılmasına, İslam’a mensup kimselerin ötekileştirilmesine, korkunun öfke, düşmanlık ve saldırıya dönüşmesine neden olmuştur. Müslümanlara yönelik kundaklamalar, hakaretler, cinayetler, camilere saldırılar artık sıradan olaylar haline geldi. Sadece Batı dünyasında değil, dünyanın başka yerlerinde de İslam dinine mensup kimselere yapılan zulüm, hakaret, baskı ve saldırılar görülmeyip adeta teşvik ediliyor. Bunun en son örneklerinden biri de uzun yıllardan beri ırkçı Komünist Çin yönetiminin baskı ve katliamlarına maruz kalan Doğu Türkistan’ın Urumçi şehrinde bütün cami imamlarının bir meydanda toplanarak toplu halde dans etmeye zorlanmaları! Bu imamlara “Maaşımızı Allah değil, komünist Partisi veriyor!” diye zorla slogan attırılması da işin cabası! Ender görülür bir zorbalık, ahlaksızlık ve hukuk ihlali! Ülkede namazın, orucun ve camiye gitmenin yasaklandığına dair haberler de bazen medyaya yansımaktadır. Maaş polemiği yaparak firavunluğa soyunmak böyle oluyor! Sanki maaşları Allah’ın dağıttığını, hazine adına vergileri O’nun topladığını,Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası’nın Allah tarafından yönetildiğini iddia eden bir Müslüman var!

Ancak bu olayda kendini ifade eden nankörlük ve inkarcılığın ima etmeye çalıştığı şey, rızkı Allah’ın değil de Komünist Parti’nin vermekte olduğu şeklinde! Sanki en ince hesaplar üzerine beşerin havsalasını aşan müthiş ve olağanüstü bir tasarımla atomu, evreni, güneş sistemini ve dünyayı yaratan onlar(!) Ölü atomlarla canlı hücreleri inşa eden; atmosferi, suyu, toprağa atılan tohumu ve onun meyvesini yaratan; gökten yağmuru indirip ölü toprağı dirilten, bitkileri hayvanları, ekinleri, sürüleri ve insanları yaratan bu zalimler sürüsü (!) Güçleri yetiyorsa Allah’ı bırakıp önünde secde ettikleri Mao’nun ölümüne engel olsalardı ya! Zamanı ve yaşlanmayı durdurup kendilerini ölümsüzkılsalar ya! Kızıl Çin yönetimi tarafından dünya gündemine giren bu maaş polemiği, Kur’an’da geçenİbrahim (a.s.) ve Nemrud kıssasını hatırlatıyor:

Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah Güneş'i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, oinkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara, 2/258)

Bu ayetin tefsirinde Nemrud’un, Hz. İbrahim’in "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" hitabı karşısında,"Ben de öldürür ve diriltirim" şeklinde ona cevap verirken, huzuruna biri idam mahkumu diğeri masum iki kişiyi getirttiğine; masumu öldürerek, idam mahkumunu da affetmek suretiyle söylediğini ispat etmeye çalıştığına dair bilgi verilir. Günümüzün Firavun ve Nemrutlarının dünyadaki güç merkezleri ve birtakım mihraklar tarafından geliştirilen İslam ve Müslüman karşıtı politikalardan destek ve cesaret aldıkları aşikar. Müslüman’a düşmanlık ve zulüm konusunda kapitalistlerle komünistler kol kola tam bir dayanışma içinde gözüküyorlar. Bütün dünyanın gözleri önünde bir zulüm ve insanlık suçuişleniyor, özgürlük, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü ağızlarına pelesenk edenlerden hiçbir tepki yok! Çin yönetiminin inanç ve din hürriyetine yönelik uyguladığı baskı ve ihlallerle mağduriyete muhatap olanlar, sırf Müslüman oldukları için kapitalizme yelken açan, kendi insanlarını kapitalist sermayeye peşkeş çekip acımasızca sömürten Komünist(!) Kızıl Çin yönetiminin işlediği bu çirkinliğe göz kırpılıyor, dolaylı destek veriliyor. Ne yazık ki, bir kaos ve dağılma sürecini yaşayan İslam dünyasından da bu yapılanlara tepki olarak güçlü sesler yükselmiyor.

Sömürgeci Batı dünyası, dün olduğu gibi bugün de insan hakları, insana saygı ve hukukun üstünlüğü konularında iyi bir sınav vermiyor. Gerçekte Batı dünyası özüne ve ruhuna uygun olanı yapıyor. Gücü tanrılaştırıp mutlaklaştıranlardan, Allah’ı bırakıp kapitale kul olanlardan ahlak, adalet, dürüstlük, barış, merhamet ve vicdan üzerine kurulu bir medeniyet inşa etmelerini, insanları ve toplumları mutlu kılacak bir dünya düzenini tesis etmelerini bekleyebilir miyiz? İslam’la terörü ilişkilendirerek İslam dünyasını mahkum etmeye yönelik politikalar sömürgeci, ırkçı ve hegemonyacı siyasetin ve stratejinin uygulanmasından başka bir şey değildir! Müslümanların bu global aktörlerin kurdukları tuzakların farkında olmaları, dayanışma ve birliktelik ruhu içerisinde onların tuzaklarını boşa çıkaracak bir üst siyaset ortaya koyup geliştirmeleri gerekir.

Editör: TE Bilişim