İran denilince bir kesimin zihninde hemen Şah İsmail atamızdan dolayı şii-sünni çatışması ile Türkiye’nin ayağına çelme takılması gelebilir. Fakat bu o dönemin siyasetiydi ve bu hatadan dersler çıkarıldı. Artık İran Türklüğü düşünüyor ki son yüz yıldaki Türklerin pasifizasyonun en önemli amaçlarından biri uyanan Türk milliyetçiliğine set vurmak içindi.

Bugün İran Türklüğü milliyetçiliğe sıkı sıkı bağlı ve meseleleri büyük Türk düşüncesiyle okuyabilmekte. Yakından takip ettiğimiz İran’da bu sıralar seçim telaşı var. Buyurun İran’da yaşayan bir İran Türk’ü dostumun gönderdiği seçim analizini birlikte okuyalım;

İran İslam Cumhuriyeti Oyunundan Yine Bir Sahne: Seçim

İran'da yine önümüzdeki günlerde demokrasinin en büyük göstergesi olan seçim tiyatrosu oynanacak. Söze başlarken bu olayın bir tiyatro olduğunu söylemiş olmamın bilimsellikten uzak olduğunun farkındayım. Malum odakların da İran’daki sözde seçimlerin tiyatro olduğu söylemlerinden farklı olarak bir noktaya vurgu yapmak durumundayım. Asıl oyunun sadece bir perdesi olan bu seçim sahnesinin doğaçlama oynandığını zannetsek de ana tema 100 yıl evvel oluşturulmuş ve bütün perdeler o temaya sadık kalmak kaydıyla oynanmaya devam etmektedir.

Peki bu bir komplo teorisi midir?

Bunu daha iyi anlamak için İran'ın özellikle son 100 yıllık tarihine bir göz atmakta fayda vardır diye düşünüyorum.

İran'daki hakimiyetin 100 yıl evvel Türk Kacarlardan Pehlevilere geçmesinin, daha önceki rejim ve devlet değişimlerinden en önemli farkı, egemen etnisitenin dahi değişmiş olmasıdır. İkinci önemli fark ise, bu değişimin doğrudan İngilizlerin etkisi ve manipülasyonuyla gerçekleşmiş olması. Bu iki faktörün önemini, ancak İngiliz ve siyonistlerin yeni devlet/rejime yükledikleri misyonlardan anlamak mümkün.

Evet, sömürgeci İngiliz devleti, İran'ı meşhur büyük oyununun ortasına yerleştirdiyse, herhalde Tahran'a konuşlandırdıklarına da bazı misyonlar yüklemiştir.

Bu misyonların başında, sömürgesi Hindistan'ın güvenliğine hizmet etmesi ve petrol ihtiyacını temin etmesi gibi daha somut ve görünür görevler dikkatimizi çekebilir. Yalnız görünmeyen bazı faydaları da olacaktı. O gün gözde devletleri İngiltere olan üst akılın, uzun vadeli çıkarları yönünde, İran'ın coğrafi konumu itibariyle İslam dünyasında bir ideolojik yarık açması, Türk dünyasında bir yarık oluşturması ve bu projeye gelecekte gelişen yeni durumlara göre görevlendirilecek yeni taşeronlara gizli veya açıktan destek olması bunlardan bazıları olarak dikkatimizi de çekmeli.

Avrupa’da Hitler Almanya'sının güçlenmesi ve İngiliz piyonu Rıza Şah’ı etkilemesinin görünür hale gelmesiyle, yerine oğlu Muhammed Rıza getirildi. Bu değişim, savaşta güçsüz duruma düşen İngilizlerin, SSCB nüfuzuna karşı Amerikalıları da kendi yanında oyuna dahil etmesi ile gerçekleşti. Ve ikinci dünya savaşının tozu dumanı yatışması ile birlikte Amerikalılar Muhammed Rıza İran'ında en etkin güç haline gelmişlerdi. Artık İngilizlerin çıkarları çizgisinden kurtulan İran, ABD yörüngesine girmiş fakat hala batı/siyonist odakların çıkarları çizgisinde idi.

Ancak Muhammed Rıza da babası gibi, özellikle 1960'lardan sonra, çok ihtiyatlı şekilde de olsa batılı patronlara isyan bayrağı göstermeye başladı. Bunu SSCB ile daha iyi ilişkilerde bulunarak gösteren Muhammed Rıza'nın bu davranışının altında Batılıların babasının başına getirdikleri, tüm baskı ve önlemlere rağmen sol idelojik tabanının İran'da yol almaya devam ediyor olması ve defaatle açık istekte dahi bulunulmasına rağmen ABD'nin İran'ı NATO’ya alması bir yana SSCB'nin muhtemel saldırı ve işgaline karşı SSCB ile İran için savaşa girmeyeceği ve İran'ı net bir şekilde savunamayacağı mesajını vermesi yatıyordu. Muhammed Rıza artık SSCB (ve diğer doğu bloku üyeleri) ile askeri makina ve malzeme dahil bazı teknolojileri geliştirme ve satın alma konusuna müsbet yanaşıyordu.

Muhammed Rıza 1978'e gelindiğinde tahtının tehlikede olduğunu anlamıştı. Ancak bir noktada yanılıyordu; O, mollaların sol hareketle stratejik bir bağ kurduğunu düşünüyor ve muhaliflerini ‘kızıl ve kara birliği’ (solcular ve yobazlar birliği) olarak nitelendiriyordu. Bu kısmen doğru olabilirdi ancak Kum Şii Medresesinin temeli bile bir İngiliz projesiyken, bu birliktelik ancak geçici bir durum olmanın ötesine geçemezdi. Hala İran'daki rejimin Rus mandası altında olduğunu düşünenler vardır oysa ki ... Fakat bugünlerde yeniden açık hava tiyatrosu oynandığı ve İran İslam Cumhuriyetindeki seçimlerde bunun öyle olmadığı görülmektedir.

Humeyni ve rejimin ilk yıllarıyla ilgili Tansuğ Bleda'nın Maskeli Balo kitabındaki İran bölümünü okumak yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Sayın diplomatın ‘diploması gereği her şeyi anlatamadığı’nı vurguladığı bu kitapta oyunun ana ayaklarını anlamak mümkün.

Günümüzde sanki rejimin en büyük muhalifi rolünü oynayan Ahmedinejad'ın davranışlarını iyi ve doğru analiz etmek için 8 yıl sürdürdüğü cumhurbaşkanlığı döneminde yaptıklarını incelemek lazım. Onun döneminde devrim muhafızları ordusu İran'daki hemen her şeyi elinde tutma çabalarını istediği sonuca vardırdı. 100 milyarlarca dolar paranın kaybolduğu bu dönemde, fars ırkçısı etnik-kültürel söylemleri faşistik derecede devlet seviyesinde yer buldu ve dini değerlerin büyük darbe aldığı İran'da şii mezhep etkilerinin artmasına büyük yatırımlar yapıldı. Dikkat ederseniz bütün bunlar, Pehlevilere verilen misyonların birer sokak tezahürleridir. Bu perde, Ruhani döneminde biraz farklı görünümde devam etti. Ruhani döneminde özellikle 5+1 görüşmelerinin İran lehine gelişiyor olduğu imajı yaratıldığı andan itibaren İran'ın pkk desteği aniden arttı. Bunun bir diğer yansıması da Suriye’de oldu. Rejim, bu işleri bitik maddi durumuyla hem de bir avuç çapulcuyla yapamayacağını biliyordu. Bütün amacı batıya ‘bölgedeki senaryolarında yanındayım’ mesaj vermekti.

Türkiye büyük hamleler dizisiyle batıya bunu hele de İran ve projenin yeni gayrı meşru çocuklarıyla yapamayacağını, yapmaya diretirse (azdan az, çoktan çok gider atasözünü birkaç defa hatırlatarak) onlara pahalıya mal olacağını bildirdi.

Peki, nüfusunun yarısına yakını Türklerden oluşan ancak 100 yıl evvelki İngiliz manipülasyonunun devamındaki rejimin yani İslamiyet’le tek alakası İslam dünyasının mezhepsel ayrılıklarını derinleştirerek yarmak ve de bir bütün olarak İslamiyet’in imajını bozmak misyonu olan fars ırkçısı rejimin sözde seçim arifesinde neler oluyor?

Adayların en gözdesi ‘Reisi’. Fars etnisitesinden olan ve şii mezhebine sembolik bağını başında bulunduran bu şahısın seçilmeden önce, İran Türklüğü ve aynı doğrultuda Türk dünyasını ilgilendiren en dikkat çekici atılımı, Güney Azerbaycan halkına soykırım uygulayan Simko'nun torununu, Batı Azerbaycan eyaletinin aşiretler ve kavimleri başkanı olarak ataması!

Batı Azerbaycan eyaleti bilindiği gibi İran'ın 400 kilometrelik Türkiye sınırını oluşturan eyalet. Bu eyalette yüzde 15-20'lik Kürt azınlık yaşamakta ve özellikle Ahmedinejad(dahil)’dan bu yana demografik yapısının değiştirilmesi için büyük çabalar sarf edilmektedir. Reisi ve benzerlerinin bu türden yaptıklarının aynı zamanda Suriye'de yarım kalan proje lehinde üst akıla mesaj vermesi olarak da değerlendirilebilir.

İran İslam Cumhuriyeti tiyatroyu; her biri küresel misyonun bir maşası olan ve güya birbirleriyle rakip veya hatta düşman olan kişiler seviyesine indirgeyip hikayeyi sürdürmeye ve rejim olarak son nefesine kadar mümkün oldukça en ileri bir noktaya taşımayı amaçlamaktadır. Tahran'ın kurumaya terk ettiği Urmu Gölü, ikinci Karabağ savaşı, Irak'ta ve Suriye'de yaşananlar-yaşanacaklar vs. ise bu misyonlar doğrultusunda hareket ettiğinin birer açık göstergesidir.

Bugün yurt dışında (muhtemelen Türkiye'de) yaşayan İranlı seleberitilerden Tataloo'nun Reisi'den yana olduğunu bildirmesi de oyunun, ülke içinde belli bir kitleye (fiilen nötr, görünüş itibariyle muhalif -genellikle- kadın ve başıboş gençliğe) hitap etmesi açısından ana projenin cilvesi olsa gerek!

Adaylardan biri ise Azeri asıllı Mehralizade. Bu şahsın listede olmasının bir amacı Türkleri(n bir kısmını) de sandık başına çekmek ve katılım oranını yükseltmek olsa da, daha önce oynnan benzer bir perdede görüldüğü gibi katılıma pek bir katkısının olamayacağı bilinmektedir aslında. Belki de böylece edinilen oy sayısının Türklerin genel nüfustaki oranı gibi göstermekten bir şeyler umuyor da olabilirler!

Diğer adaylar içinde Rızaî ve Saidî gibi kısmen güçlü adaylar vardır ama oyun özellikle son bir yıldır o kadar afişe ki, analiz etmek bile sanki okuyucunun aklıyla alay etmek gibi geliyor. Burada belki en önemli nokta, içerideki oyunun dışarıdaki güya opizisyon kanalları tarafından da (kötü muhalefet, kısır düşmanlık, ana misyonları gizlemek vs. suretiyle) aslında desteklenmesi ve bunun İran halkının kahir çoğunluğu tarafından yutulması!

Nasıl bir oyunun içinde olduklarını İran halkına anlatmak bizi ancak dolaylı olarak ilgilendirse de, Büyük Türk milletini; doğusunda pusuda yatan büyük tehlikeye karşı uyandırmak en büyük vazifemizdir. Ve dahi İran Türklüğünü üst akılın çeşitli oyunları yerine kendi gücüne inandırmak hatta İran tarihinde olduğu gibi geleceğe yönelik de alabileceği rollere vakıf etmekte katkımız olabilir.

Bir İran Türk’ü.