Eski ABD Dışişleri Bakanı Bayan Rice’nin uzun yıllar önce belirttiği, “Orta Doğuda sınırların yeniden çizilmesi gerektiği” emperyalist gerçeği/ kehaneti, beklenenden de hızlı bir şekilde devam ederken, ateş çemberinin tam da ortasında yer alan Türkiye’ye bu yangın alazının değmeyeceğini yada bu yeniden yapılanmanın bizi teğet geçeceğini düşünmek için saf dillikle cahillik noktaları arasındaki eğrinin bir yerinde sakil bir biçimde konuşlanmış olmanız gerekir. En milliden en beynelmileline, en dinciden en kaba materyalist bakış açılarına hepsi aynı korkuyla bir hususta birleşiyorlar: Sıra bize de gelecek.

Bu hakikati kavramak için derin strateji bilgilerine bile ihtiyaç yoktur ki kahvehane muhabbetlerinde bile hep aynı muhabbet döner:

Hele bir İran’ı halletsinler.

Demem o ki sağ duyum bana devlet aklının bu hususta muhakkak bir tedbir aldığını fısıldamakla birlikte uzun yıllar devlet içinde gizlenmiş ve bir vakit neredeyse devleti teslim alabilecek kadar derinine nüfuz etmiş, FETÖ tipi beyaz yakalı terör örgütlerinin bu konuyu da sulandırmış yada konu ile ilgili bilgileri ilgili istihbarat örgütlerine ihraç etmiş olabileceği ihtimalinden hareketle palyatif ve günü birlik olmaktan öteye gitmeyen geçici politikaların uygulanmasının bize ileride daha derin sorunlar yaşatabileceğini akıldan çıkarmadan Türkiye ve Türk Milleti merkezli bir oluşumun temellerinin ivedilikle atılması gerektiğidir.

Bununla birlikte bu yazıda düşünmenin suç olmadığı tezinin doğruluğuna inanarak ve devlet dahil hiçbir kurumu yada kimseyi bir şeye yönlendirmeyen farklı bir perspektiften bakacağız olaya.

Evet, hepimizin beklediği sondur İran’ın karışması.

Velakin zemini ve zamanı üzerinde ihtilaflar yaşıyoruz. Bir de İran’da yaşayan farklı milletlerin varlığına rağmen milliyet kavramını bu güne kadar – ve belki bu günden sonra da- ötelemiş olan mezhep birliğinin (Şia) gücü konusunda anlaşamıyoruz. Fakat değişen perspektif İran’da nispi sosyolojik dalgalanmalara sebep olunca, bir de bunun üstüne Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) akıllara gelince “yoksa, dedi kimimiz, yoksa İran için çanlar mı çalıyor?”

Bu düşüncenin olabilirlik ihtimali de artmıştı zaten. Büyük Şeytan Amerika, İran’ın coğrafyadaki en önemli müttefiki ve kendisinin en büyük rakibi olan Rusya ile anlaşmış ve isteğini gerçekleştirmek için Rusya’yı, Suriye üzerinden, sıcak denizlere inme rüşvetiyle ikna etmişti. Dolayısıyla İran tek güçlü müttefikini de kaybetmişti. Artık İran’ı eskisinden daha zor günlerin beklediğini söylemek için pek de uz görülü olmağa gerek yoktu.

Peki İran bu kadar kolay yıkılabilir mi? Yıllarca ağır ambargolara karşı direnç gösterebilmiş İran’ı yıkmak bu kadar mı basit? Hayır diyenlerin argümanı, İran’daki mezhep dayanışmasının güçlülüğü… İran’daki en büyük bağın vatan veya milliyetten ziyade Şiilik olduğunu söyleyen bu kesim İran’ın etnik sebeplerle yıkılamayacağı kanaatinde. Ben öyle düşünmeyenlerdenim ama. Bütün evrensel olma iddiasındaki ideolojik yapılar ya yıkıldılar/ yıkılıyorlar yada yıkılmamak için ufaktan ufaktan rejim değişikliğine gidiyorlar. Sebebi ise iddia ile uygulama arasındaki derin tezat… Sosyalist ülkeler yıkıldılar, yıkılıyorlar. Siyasal İslamcı ülkeler de yıkıldılar, yıkılıyorlar. İddia ettikleri fikrin ahlakını, dolayısıyla o ahlak üzere bina edilmiş yeni insanı var edemediler çünkü. Siyasal İslamcılık zengin Müslüman ülkelerde kapitalist Müslümanı var ederken, fakir İslam ülkelerinde anarşizmi tetikleyen bir yapı doğurdu. İran mesela: dışarda Şii akidesi üzerine kurulmuş İslam devleti görüntüsü verse de içerde hep bir Pers hegemonyası yürüdü. Bilinenin aksine Farisi olmayanların bir alt kategoride değerlendirildiği bir ülke oldu. Mankurtlar dışındaki bütün Türkler hep itilip kakılan oldular mesela. Mezhep dayanışması kadar mühim bir başka birlik sebebi olan ambargonun kalkmasından sonra da içerde işler ters gitmeye devam edip bir de yiyicilerin varlığı (Rüşvet skandalları, Zencani, Zerrab, ilh.) iyice ayyuka çıktıktan sonra, o sihirli dış güçler masalı da yemiyor artık.

Yeni Dünya düzeninin sahipleri İran’ı yıkmak zorunda… Aksi takdirde öncekinden daha güçlü bir İran’ın varlığı kaçınılmaz: Irak, Lübnan, Suriye hattındaki yoğun Şii nüfusunun ve nüfuzunun Tahran merkezli hareket edeceği, böylece Yemen’e kadar uzanan bölgede daha güçlü bir İran göreceğimiz aşikar. İran’ı en az Amerika kadar sevmeyen Ortadoğu’daki Sünni-Selefi yapılarla Vehhabi iktidar da bu hususta Amerika’nın istediklerini ikiletmeyecek gibi görünüyor. Zira Şia gücü Ortadoğu’daki otokrat iktidarlar için de risk oluşturuyor. Türkiye’nin sırf bu sebepten iki ihtimalli - İranlı ve İransız - Ortadoğu politikaları geliştirmesi elzem artık… her iki ihtimalde de Türkiye hazırlıksız yakalanırsa eğer kendi coğrafyasındaki hükümranlık hakları dahil olmak üzere ciddi sıkıntılar yaşayacaktır. Kaldı ki İran nüfusunun çoğunluğu Türk’tür ve Türkiye için bu, kriz anında kullanılacak önemli bir koz değildir sadece. en az Türkmenlere gösterdiğimiz ilgi kadar oradaki Türklerin de hayat ve huzurlarından sorumludur Türk devleti. “Onlar Şii, biz Sünni’yiz.” Özal gericiliğini bu çağın ve bu coğrafyanın şartları dün tolere etmişse de bu gün kaldıramaz artık. Ve Türkiye’nin özellikle sınırları dışındaki Türk bölgelerini hesaba katmadan geliştireceği bütün politikalar kıyametimiz olacaktır. Nitekim “Kerkük’e sahip çıkamazsan Diyarbakır’ı koruyamazsın” sözüyle dikkat çekilen milli politikalar kulak ardı edildiğinden bölücü terör dâhil, bu gün yaşadığımız bütün belalar, dün Kerkük’e, Halep’e sahip çıkmadığımızdan, Tuzhurmatu’yu, Türkmen Dağını sahipsiz bıraktığımızdandır. Şimdi sıra Tebriz ve Gence üzerinden politikalar üretmeye gelmiş ve güney Azerbaycan olarak adlandırılan bölge ile ilgili yapabileceğimiz hataların kıyametimiz olacağı aşikâr ise de yazık ki devlet aklı dünkü kadar olmasa da hâlâ aynı vurdumduymazlıkla politikalar üretmektedir.

Doğrusu Türk milliyetçilerinin bile kafasının karışık olduğu bu konuda milliyetçiliği teğet geçen siyasi yapılardan daha fazla şeyler beklemek çok da insaflı bir davranış olmaz. Asıl esef verici olan durum, İran’daki son küçük çaplı krizde, Türkiyeli Türk Milliyetçilerinin gösterdiği tepkilerin Türkçü düşünceden uzak ve geri oluşuydu. Rüyalarında sol baldırlarına saplanmış oka aldırmadan, zağlı pusatlarıyla havada daireler çizerek dıgıdık dıgıdık Ötüken’e yeniden diriliş için sefer eyleyenler, uyanıkken pek bir pısırık ve “amanın da amanın ne cici İran’mış bu” sevgi cümlelerini coşa çağlaya söylediler ya aşk olsun. Turan’ın olması için İran’ın olmaması gerekir oysa. Bu cümleyi savaş çığırtkanlığıyla alakalandırmak apaçık bir cehalettir. Evet, Turan Türk devletlerinin kuracağı sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri işbirliğine dayanan bir birlik olacaksa da özgür Kuzey Azerbaycan’ı kendisinden üç kat fazla nüfusa sahip esir Güney Azerbaycan’la birleştirmeden bu mümkün olmayacaktır. Bunun için öyle yada böyle İran’ın yıkılması gerekiyorsa, niçin Farslardan ziyade Türkler telaşa kapılırlar anlamak mümkün değil. Bir tanımı da yeryüzündeki bütün Türklerin dertleriyle dertlenmek diye yapılabilecek Türkçü düşünce Kazan’ın Rus, Tebriz’in İran, Urumçi’nin Çin, vs. esareti altında kalmasını kuzu kuzu izleyecekse fıtratınızdaki kurtluk en fazla elma kurdu cibilliyetine denk gelir.

Bu coğrafyada Türk rahat değilse hiç kimse rahat olmamalıdır. Kimsenin de “Yurtta sulh cihanda sulh” vecizesini korkaklığına kılıf yapmaya hakkı yoktur. Öyle zamanlar olur ki av olmamak için avcı olursunuz. Çağı yüzyıl geriden izleyen kodaman ve kocaman milliyetçi(!) bilmelidir ki artık yeryüzündeki bağımsız tek Türk devleti de son Türk devleti de Türkiye değildir. Türkiye’den sonra kurulmuş altı Türk devleti daha vardır, hürriyet ateşi ile yanan iki katından fazla da Türk bölgesi. Dünyada Bahçesaray isimli tek bir yerleşim yeri olduğunu, onu da Van’ın ilçesi zannedenler Kırım Giray’larının hatıralarına yad olanlardır ki onlarla değil Turan’a, Taksim’e giden yolda bile birlikte yürünmez.

İran’dan sonra sıranın bize geleceğini bu sebeple İran’ı, “Akıllı olun başınızı/başımızı belaya sokmayın. Amerika’nın uşakları… Yarın sınırlarımıza dayandığınızda sizi almayız.” kabilinden cümlelerle oradaki Türkleri rencide etmek pahasına korumak düşüncesinde olanlar, Türkiye’nin bir başına ve sırasıyla Irak’ı, Libya’yı ve Suriye’yi parçalanmaktan kurtaramadığını unutmamalıdırlar. Bize sıranın gelmemesi için başta sınırlarımıza yakın Türk bölgeleri olmak üzere tüm Türk coğrafyaları ile daha fazla ilişkili olmamızı bir de…

Yazıyı daha fazla uzatmamak adına son cümle:

“Tebriz nefessiz kalırsa Ankara boğulur.”