Covid-19 pandemisinin, ABD'nin tartışmalı başkanlık seçiminin, Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden resmen ayrılmasının gölgesinde geçen ve genel olarak çok kötü bir yıl olarak değerlendirilen 2020 yılını geride bırakarak, 2021'e girdik.

Bölgesel boyutta; 2020'de İran'ın yurtdışında askeri etkinliğini üzerine kurduğu bir kaç isim suikasta uğradı ve İran'ın eli, sınırları dışında ciddi şekilde zayıflarken, bölgedeki savaş ve kargaşa alanları, uzun bir zaman ardından nisbi bir huzur ile tanışmış oldu. Suriye İdlib'deki çatışmalar, Türkiye'nin bazı uluslararası kaldıraçları kullanmasıyla durdurularak İran ve Rusya'nın istediğinin tam olarak gerçekleşmesi engellendi. Türk hükümetinin Libya hükümeti ile 2019 sonuna doğru imzaladığı Akdenizdeki yetki alanları konusundaki anlaşma sonrası başlayan gerginlik, 2020 yılı boyunca artarak devam etti.

İpekyolu’nun raylı versiyonu, İran'ın Tebriz, Rey ve Nişabur gibi tarihi İpekyolu’nun başat şehirlerinin ötesinde fiilen hizmete girdi. Ermeni güçlerinin 2020 yılı içerisindeki ikinci saldırısına müteakip, Azerbaycan ordusu işgal altındaki topraklarının büyük bir bölümünü, dünyanın ilk kez izlediği savaş taktileri ile beklenmedik ve hızlı bir şekilde kurtardı. Bir Rus helikopterinin şüpheli düşürülmesi ve hemen ardından Rusların baskısı altında varılan ateşkes anlaşması olmasa, operasyonlar işgal altındaki toprakların hepsi kurtarılana kadar da devam edecekti muhtemelen. 2020 sonuna doğru özellikle İranlı nükleer bilim adamının terör saldırısıyla öldürülmesi sonrası, bölgedeki ABD ve İsrail menşeili hareketlenmeler görülmeye ve dillendirilmeye başladı.. Ve elbette tüm bu olaylar arasında gözlerden kaçan/saklanan önemli vakalar da gerçekleşti ki bu yazıda bunları derinlemesine inceleyemesek de, genel olarak bölgenin nereye doğru sürüklenmekte olduğunu anlamamıza yardımcı olması açısından bazılarına değinmeye çalışacağız.

Yüz yıl önce bugünlerde (I. Dünya Savaşı'ndan sonra) İran'da Kacar devletinin Meşrutiyet düzeninden sapmış olması, özellikle Azerbaycan ve Gilan'da huzursuzluk yaratırken, Rusya'daki meşhur Ekim devriminin ardından Kafkasya'da Azerbaycan adında ve İran'ın Azerbaycan eyaletine komşu olan bağımsız bir devlet kurulmuştu. Savaşta mağlup olan Osmanlı imparatorluğu çöktüğü gibi, ana gövdedeki çeşitli bölgeleri, hatta başkenti yabancı güçler tarafından işgal edildi. Osmanlı Türklüğü işgalcilere karşı nefret ve ayaklanma hisleri beslemekteydi.

Bölgedeki en etkin siyasi aktörlerle ile ilgili olarak bu dönemde belki de en belirgin olan etken, Türk olmalarıydı. Bununla ilgili yeterli delillerin bulunduğu gibi, siyasi tarihçiliğin özellikle konuya sessiz kalması ise meseleyi aslında daha düşündürücü kılmaktadır. Bu yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nda peş peşe gelen yenilgilerden etkilenen kamuoyu milliyetçiliğe eğilirken, entelektüeller, anayasacı bir akım olarak bazı reformları uygulama ihtiyacını dile getirmeye başladılar. Bu akımın oluşumunda ve özellikle sapma sürecinde Ermeni ve Rum entelektüellerinin hatta bazı Türklerin izleri açıkça görülmektedir. Ancak Türk unsurunun gerek Anadoluda gerekse de başkentte baskın olması, bu tip entelektüellerin milliyetçiliği yozlaştırmasına engel olmakla kalmayıp, daha da keskin bir şekilde yayılmasına sebep olmuştur. İlerleyen yıllarda bu hareket, İttihat ve Terakki partisi olarak ortaya çıkacak ve ülkenin makro-siyasetinin gidişatını, hatta Osmanlı İmparatorluğu'nun küllerinden Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına kadar etkileyecekti.

Osmanlı'nın doğusunda yani Kacar İran'ında da, kamuoyu milliyetçilikle tanışmaktadır ancak burada antik İran'ın ihtişamının vurgulandığı ve "Iranşehri" gibi muğlak adlarla süslenmiş bir milliyetçilik anlayışı gelişmektedir. Bu tanım, ilk bakışta trans-etnik olarak gözükse de, aslında İngilizlerin kullanmaya daha elverişli olduğunu tespit ettikleri farsi unsuru esas alır ve o dönemde İran'ı yöneten ve nüfusunun yarısını kapsayan Türk unsurunu tamamen dışarıda bırakır. Biraz da bunun Türklerce farkedilmemesi için bu şekilde sunulmakta olduğunu anlamaktayız.

Pek tabii oyunun farkına varan kişiler bulunmaktaydı ve bunun örnekleri Samet Han El-Devle'nin Settar han'a verdiği yanıtta ve dahi Şeyh Muhammed Hıyabani'nin Mehdi Kuli Han'a verdiği yanıtta görebiliyoruz.

Ahmed Şah liderliğindeki Kacar devletinin, Osmanlı ile ittifak yapma ve yeni kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti ile ilişki kurmaya -çok ihtiyatlı olsa dahi- yaklaşımı bile, devletin başındaki bazı unsurların, devletin mahiyetini hedef alan senaryoların farkında olduklarının göstergesidir.

Yaklaşık yüz yıl sonra Rus işgalindeki Türk topraklarının bir kısmında tamamen etnik (Türk) bir ülke kurulmuş olması, İran'da meşrutiyet düzeninden (şüpheli yönde) sapmanın vatansever rical tarafından gözlemlenmesi hatta devlet başkanı Ahmed Şah’ın tepkisine neden olması, Emir-i Kebir'in öldürülmesinden yarım asrı aşkın bir süre sonra ülkenin idari sisteminden hainleri, yabancı mihrak ve işbirlikçilerini temizleme iradesinin yeşermiş olması, diğer yandan Osmanlı İmparatorluğu'nda Türk milliyetçiliğinin kaçınılmaz bir gereksinim gibi doğması vb. olaylar göz önüne alındığında; kalpgâhın güneyindeki en yakın sınırda (siyasal olarak olduğu gibi) toplumsal olarak tam egemen olma doğrultusunda bölgenin her açıdan en etkili ve en kalabalık unsuru olan Türklerin içerisinde uyanış hareketinin ilk kez şekillendiği söylenebilir.

Bu yıllar içinde yaşanan olayların seyri, bu konuda bize net bir resim sunmaktadır:

Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle Ahmed Şah, İran'ın tarafsızlığını ilan ederken batı komşusu Osmanlı Devleti ise savaşın asli taraflarından biri oldu. İran'ı daha önce kendi aralarında nüfuz bölgelerine ayıran Rus ve İngilizler, geniş ve zengin Osmanlı topraklarını da ele geçirmek için her taraftan saldırdılar.

Osmanlılar, savaşın ilk yıllarında, Filistin, Irak, Çanakkale ve Kafkasya dahil olmak üzere çeşitli cephelerde düşmanlarını büyük yenilgilere uğratsalar da, içeride bu düşmanların kışkırttığı Arap ve Ermeni ayaklanmalarının yayılması ve özellikle de en büyük müttefikleri Almanların yenilgiyi kabul etmesinden sonra yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldılar.

Savaşın ilk yıllarında müslüman bir ordunun hatırlanamayacak kadar uzun süre sonra batı devlerine (İngilizlere) karşı kazandığı zaferler, pek tabii ki diğer müslüman halklara da ilham kaynağı oluyordu. Bu halkların başında ise (o zaman, Pakistan ve Bengladeş dahil) Hindistan ve İran geliyordu.

Osmanlılar, savaşın ilk yıllarında İran'ı yanlarına çekmek için adım attıklarında sarayın içi dahil, ülkede yabancı işbirlikçilerin ne denli yuvalandığını kısa sürede fark ettiler. Bu işbirlikçiler, İngiltere'yi İran'daki devletin etnik yapısını değiştirme gereğine ikna eden ve bir kaç yıl sonra İngiliz- Siyonist kurgusu "Yeni İran" projesinin birinci perdesini ‘Pehlevi devleti’ adı altında icra eden unsurlardı.

Rusya'daki devrimin müteakibinde bu ülkenin kuvvetlerini kuzeydoğu Anadolu ve Kafkasya dahil savaş alanlarından çekmesi ile birlikte, İngilizler Osmanlılar’ın Kafkasya'ya ilerlemesini ve Kacar devlet adamları içinde Osmanlı ile ittifak cazibesinin artmasını engellemek için Anadolu ile Kafkasya arasındaki bölgelerde huzursuzluk yaratmak üzere Kürt ve Ermeni silahlı gruplarının yeni sahipliğine soyundular. Ancak Osmanlı ordusu, bölgedeki terörist grupları temizlediği gibi İngiliz kuvvetlerinden önce Bakü'ye varmayı başardı.

Kacar devleti Osmanlılar’la daha fazla yakınlaşmak için sinyaller verirken, "Yeni İran" projesi işbirlikçilerinin ismiyle ilgili kopardığı yaygaraya ragmen yeni kurulan Azerbaycan Cumhuriyetini de de fakto olarak tanıdı. İşlerin, İngilizlerin yıllardır yatırım yaptıkları istikametin dışına çıktığı artık gayet açıktı. Acilen bir şeyler yapmazlarsa her şey için çok geç olabilirdi.

1920 yılında; İran Azerbaycan'ında Hıyabani ayaklanması ve bastırılması, Azerbaycan Cumhuriyetinin yıkılışı, Osmanlı'da Misak-ı Milli sınırlarının ilanı, işgalcilerin İstanbul'daki devlet binalarına girmesi, Sevr'in imzalanması, Batı Anadolu'nun Yunanlılar tarafından işgali, Kuzeydoğu Anadolu'nun işgal altındaki bölgelerinin Kazım Karabekir Paşa tarafından kurtarılması ve Gümrü Antlaşması'nın imzalanması gibi olaylarken yaşanacaktı. Bu gelişmelerin hemen ardından ise 1921’in ilk iki ayı içerisinde İran ile Rusya arasında önemli bir antlaşmanın imzalanması ve onu müteakip, işbirlikçilerin Rıza Mirpenç önderliğinde darbe yapması gelecekti.

Peki, bütün bu olanların niteliği, hepsinin Türk karşıtı çizgide olduğunu göstermiyor mu?

Gelecek beş yıl içinde, olayların seyri aynı istikamette ilerleyecek ve senaryonun asıl amacının devletin etnik mahiyetini değiştirmek olduğunu İran Türklüğüne hissettirmeden kontrollü bir şekilde geliştirilecekti. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı imparatorluğu külleri üzerinde kurulacak, İranda Pehlevi devleti lağvedilen Kacar devleti yerine kurulacaktı. Diğer tarafta ise, yeniden rus işgali altına giren Azerbaycan ile Türkiye'nin coğrafi-siyasi, demografik bitişikliğini koparmak için zengezur vilayetinin batısı Ermenistan, SSCB'ye verilecekti..

2020'nin bölgesel olayları:

General Süleymani, Bağdat'ta bir suikast ile öldürüldü. Suriye ordu birlikleri, İran ve Rus müttefikleriyle birlikte İdlib'de operasyon başlattılar. Bu operasyonlar ancak, muhalefetin kontrol ettiği bölgenin yaklaşık üçte ikisini ele geçirip, kuzey-güney ve doğu-batı ana yollarını kontrol altına aldıktan sonra durduru. Çatışmalar esnasında Rus hava saldırısında kalabalık bir Türk konvoyu hedef alındı. İlkbaharda Türkiye tarafından desteklenen meşru Libya hükümeti ordusu, cephelerin derinliklerinde ve stratejik noktalarda ilerleme kaydetti. Ermenistan Tovuz'a saldırdı. Libya'daki operasyon durduruldu. Ekim ayında Ermenistan bir kez daha Azerbaycan ordusu mevzilerini hedef aldı. Azerbaycan güçleri bu kez hızlı bir karşı saldırı başlattı ve Dağlık Karabağ bölgesinin büyük bir bölümünü kısa sürede kurtardı.

Savaş sırasında, Azerbaycan'ın dış diplomasi unsurları, bölgedeki gri devletlerin, Ermenistan'a etkili bir şekilde yardım etmelerini ve/veya iç kamuoyunu Azerbaycan aleyhinde yönlendirmemeleri için büyük gayret sarfetti. Ta ki Şuşa'nın kurtarılmasının ardından bir Rus helikopterinin şüpheli bir şekilde düşürülmesine kadar. Bu olay akabinde, Moskova'nın yangından mal kaçırırcasına, ateşkes anlaşmasını savaş taraflarına (daha doğrusu Azerbaycan'a) dayatması yaşandı.

2020 yılının özellikle ikinci yarısında yaşanan bölgesel olaylar için Türkiye'nin bilinenden daha etkili olarak sahada ve masada yer aldığı yorumu yapılabilir. Rusya, Türkiye'yi çok net bir şekilde karşısına almamaya özen göstermekle beraber, tüm bu olaylarda Türkiye'nin karşısında olmuştur. Dağlık Karabağ savaşının gerek Azerbaycan gerekse de Türkiye tarafından çok iyi götürülmekte olduğunu görünce, helikopterin kazara da olsa vurulması üzerinden Azerbaycan'a muazzam bir baskı ve muhtemelen tehdit uygulamış, hızlı bir şekilde bir anlaşma yaparak Türkiye'yi bunun dışında bırakarak Kafkasya'dan atmayı planlamıştır. Öte yandan, Türkiye'nin buradaki başarılarından vazgeçmeyeceği de gösterdiği duruşla çok net bir şekilde anlaşılmış oldu. Ancak, içindeki Türk nüfusunun son dönemde artan etkinliğiyle en azından Karabağ konusunda hiç olmadığı kadar dikkatli davranmak mecburiyetinde kalan Tahran'ın da bu konuda Rusya’ya verebileceği pek bir destek sözkonusu değildir. Gerçi Rusya da bunu istemediğini gizlemiyor. Moskova, burada elini rahat hareket edebilmek için hala Minsk grubu ve özellikle Fransa'yı kullanmanın peşinde.

Acaba bölge Türklüğü arasında alevlenen bu paha biçilmez sinerji, hangi bölge ülkelerince tehdit olarak görülüyor? Bu soruyu cevaplamak herhalde abesle iştigal olacaktır.

Belki de bunları ifade etmekten ziyade, bu denklemdeki en önemli kaldıraca değinmek yeterli olacaktır: İran Türklüğü.

İran Türklerinin son Dağlık Karabağ savaşındaki caydırıcı etkisinin incelikleri bir İttihatçı vizyonuyla dikkatle incelenmeli ve İran’ın bölgenin hakim demografisini ve dinini tekrar benimsemesine yardımcı olunmalı. Zira bu sürecin, İran’daki Türklerin Fars hükümranlığından gerekirse zorla ayrılacağı sürece evrileceği sık sık İran’a hatırlatılmalı.

Öte yandan, Ermeni devleti ve halkına, onlarda yaratılan afaki hayallerin onları mutlak surette birilerine muhtaç ve hatta esir düşürdüğünü anlamalarına yardımcı olmak gerekir. Ve tabii ki, Şam ve Tel Aviv ile ilişkileri layık olduğu seviyeye taşımakla birlikte, Azerbaycan, Ukrayna, Gürcistan, Libya, Suriye, Kuzey Kıbrıs, Pakistan, Irak, Birleşik Krallık ve Türk dilli ülkelerdeki stratejik başarılar korunmalıdır.