20 Mayıs’ta telefonum çaldı. Osmanlı Arşivi’nden bir arkadaşım, “İskender Bey’i kaybettik.” dedi.

Geçen sene Devlet Arşivleri Genel Müdürü Uğur Ünal, 250 personeli alâkasız kurumlara dağıtmaya kalktığında, listede “İskender Türe” ismini görünce bu tasfiyede iyi niyet olmasına imkân ve ihtimâl vermedim. İskender Türe’yi arşivden göndermek, arşive ihânetti. Hani, “Osmanlı Arşivi’nde bir adam kalacak; diğerleri gidecek.” dense hemen herkesin mutâbık olacağı isimdi. Arşiv, nasıl milletin hâfızası ise Türe gibi isimler de Osmanlı Arşivi’nin hâfızasıydı.

Keçecizâde İzzet Molla, Sivas’ta öldü. Haksız yere sürgündeydi. Sultan 2. Mahmud, haksızlık ettiğini anlamış; af fermanını göndermişti. Fakat Keçecizâde’nin yorgun ve kırgın kalbi, fermanı bekleyememişti. Fermanın, mezarına konduğu söylenir.

İskender Türe de geç gelen ferman mağduru oldu. Basında verilen tepkiler netîcesinde ne idüğü belirsiz karar geri çekildiyse de emekliliğini istedi. Ferman yetişti ama âyine-i İskender, kırılmıştı bir kere.

İskender Bey gibi insanlar, yıllarca Osmanlı Arşivi’nin tozunu yuttular. Taşkömürü ocaklarından beter mahzenlerde, depolarda aşkla çalıştılar. O depolarda, sandık kokusu gibi değişik bir koku vardır. Sâdece ağacın, mürekkebin kokusu değil. Milletin hâfızası, hâtırası, her şeyi, belgelere sinmiş. İskender Bey, bu kokuyu doya doya içine çekenlerdendi.

Ömründe arşiv tozu yutmamış, sandık kokusu bilmeyen akademist bir genel müdür ve yöneticiler, bu kokunun zevkine varanları, pirinç ayıklar gibi ayıklamaya kalktılar. Yaptıklarının ucunun nereye varacağını kestiremediler.

Yönetimin, İskender Bey’i arayarak emeklilikten vazgeçirmek istediğini; İskender Bey’in kabul etmediğini duydum. “Olanları boşver! Kaldığımız yerden devam edelim.” teklifine, “Bana müsaade!” cevâbını vermiş. Makamlarına, koltuklarına yapışanlar, çekip gitme hürriyetinin tadını bilemezler.

“İskender olan cihân-ı dilde

Mir'ât-ı cihân-nümâyı n'eyler?”

Eğer Türe’yi biraz tanıdıysam emeklilik dilekçesini verirken gözyaşlarını içine akıtmıştır. Çok çalışkandı. Yavaş yürüdüğünü hatırlamıyorum. Nitekim IRCICA, Devlet Arşivleri yönetiminin istihdam fazlası gördüğü bu kıymetli araştırmacıyı, hemen bünyesine kattı.

Arşiv personelini tasfiye denemesi unutuldu ama son altı ayda Osmanlı Arşivi personelinden iki kişi, kalp krizi geçirerek vefat etti. Sürecin sıkıntısına yenik düştüler.

Öyle, “Osmanlı Arşivi’nin başı sağolsun” gibi topluca bir başsağlığı dilemeyeceğim.

28 Şubat döneminde buna benzer bir kıyım yapılmak istendiğinde Osmanlı Arşiv personeli, topluca isyan etmişti. Fakat bu sefer öyle olmadı. Kalanlar, “Devletin bir bildiği vardır. Ağzımızın tadı kaçmasın.” diye sustular. Ayıp ettiler, çok ayıp ettiler. 30 senedir birlikte çalıştıkları vatansever arkadaşlarının “fetöcü, pkk’lı” diye yaftalanarak sürülmeye kalkılmasına seyirci kalanları, bu vesîleyle kınıyorum. Yapılan, herhangi bir haksızlık değildi. Hâfıza silme oyunuydu. Bu oyun, liselerde târih derslerinin seçmeli olacağının açıklanmasıyla iyice belirginleşti.

Milletimiz, ecdâdına lâyık güzel bir evlâdını; devletimiz, tertemiz bir memurunu; IRCICA, kıymetli bir çalışanını; Zülkarneyn, müellifini ve en mühimi, Hazîne-i Evrak, kıymetli bir hâdimini kaybetti.

Mekânı cennet olsun.

Tesirli olur mu bilemem ama İskender Türe gibi ecdad muhibbi, târih âşığı insanların kalbini kıran bül-heveslere, sâfiyâne bir tavsiyem var:

“Çünki zevk-i nükte-i hayra'l-umûru bilmedün

Ya İskender ol ya pâyun tengnâ-yı fakra çek”