Türkiye köşeye sıkıştıkça iktidarın yalanlarının boyutu artıyor. Daha iki gün önce Atlas Havayolları bütün seferlerini durdurdu, Türkiye'nin önemli giyim markalarından biri olan Sarar küçülme kararı aldı. Ama Berat Albayrak'a sorarsanız her şey sütliman, kriz atlatıldı, ekonomi düzeldi, hatta şaha bile kalktık. Geçen seçimlerde yerli araba yapmış, kendi uçağımızı üretmiştik, önümüzdeki seçimlerde de muhtemelen uzaya araç yollayacağız!?

Yalanlarla bazı gerçekleri örtmek mümkün olsa da her gerçeği uzun süre saklayabilmek mümkün değil. Vatandaş ay sonu faturaları görünce uzaya mı gidiyoruz, başka bir yere mi gidiyoruz görüyor. Ne yazık ki ekonomik krizin perişan ettiği bir toplumda en az ekonomik krizi konuşuyoruz. Çünkü yandaş medya her gün toplumun dikkatini farklı bir konuya çekiyor. Muhalefetin de kendi gündemini oluşturmak gibi ciddi bir gayreti yok. Bu yönde çabası olanlar da medya duvarını aşamıyor.

İslamcılık, doğru yapıldığında dindarlık anlamına gelir, dindarlık ise helalı haramı bilmek, kamu malına zarar vermemek, vatanı sevmek, insanlarla iyi ilişkide bulunmak, kul hakkına riayet etmektir. Bir başka boyutu da ülke ve millet menfaatlerini kişisel çıkarlardan üstün tutmak ve ne pahasına olursa olsun adaletten, doğruluktan ayrılmamaktır. Bugün İslamcılık sadece iktidara yükselme orada kalma aracı olarak kullanılıyor. Etnik ayrılıkçılar tarafından da -milli kimliği reddetmenin, yok saymanın- vasıtası olarak görülüyor. Onun için en yoğun geçişkenlik İslamcılarla Kürtçüler arasında yaşanıyor. Bunun böyle olduğunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok. Esat rejiminden kaçan milyonlarca Suriyeli ensar-muhacirin yalanıyla bu ülkeye alındı. Her seçim iman-küfür savaşı olarak takdim edildi. Milliyetçilik reddedilirken iki de bir Kılıçdaroğlu'nun etnik kökeni üzerinden siyaset yapıldı. Siyasi başarısızlıklar din perdesi altında kamufle edildi. Milliyetsiz, hatta milletsiz bir din anlayışı empoze edildi. Milliyetsiz din anlayışı kendini kimin yönettiğine bakmaz.Bizi kim yönetirse yönetsin yeter ki İslamcı olsun paradigmasından hareket eder. Böyle bir din anlayışında yönetimin nasıl olacağı da önem taşımaz. Nitekim, Rusya İslamcıların bu zaafından yola çıkarak Çeçenistan'da Sovyetler döneminde yapılan din karşıtı siyaseti terk ederek dinle kandırma siyasetine geçmiş, Kadirov içkiyi, mini eteği yasaklamış, Grozni'ye dünyanın çeşitli yerlerinden din adamlarını, mutasavvıfları çağırarak kongreler düzenlemiş yine aslında İslam temelli olan Çeçen direnişini kırmıştır. Yani İslam'a karşı İslam. Demek ki nasıl bir İslam ve İslamcılık anlayışına sahip olunduğu da büyük önem taşıyor. Milliyetsiz İslam mı, yoksa milleti/ulusu sosyolojik bir gerçek olarak gören ve biz sadece kendi kurallarımızla değil, kendimizi yine kendimiz yöneteceğiz diyen bir İslam mı?

Bugün bize telkin edilen milliyetsiz İslam'dır. Onun için akın akın gelen Suriyeliler, Afganistanlılar bizi hiç rahatsız etmiyor.İslam kardeşliğinin milliyeti reddettiği gibi bir düşünce ile hareket ediliyor. Bunun tabii sonucu olarak bu vatan bizim, yani Müslüman Türklerin olmaktan çıkıp bütün Müslümanların malı oluyor. Dolayısıyla bu coğrafyaya doluşanlara söz söyleme hakkımız kalmıyor, çünkü bu ülke ne kadar bizimse o kadar a onların olmuş oluyor. Aynı mantık, yönetimin biçiminden çok kimin tarafından yönetildiği ile ilgileniyor. Yöneten Müslüman ise başarısız,kifayetsiz,otokrat veya yolsuzluklara karışmış olması önem taşımıyor. Bu gibi durumlarda aslında Müslümancılık dinin önüne geçiyor. Yöneten bizdense yaptığı her yanlış bir şekilde tevil edilerek meşrulaştırılıyor. Böyle olmasaydı bir parti bu kadar yanlıştan bu kadar başarısızlıktan sonra hala iktidarda kalabilir miydi?