Kutsallar üzerine siyasetin ciddi sonuçları vardır, en başta yapılan her hata o kutsallarla ilgili şüphe ve tereddütlere neden olur. Onun siyasetini yapanlardan çok kutsallar sorgulanmaya başlar, şüphe ateşi bir çok insanı tahmin edilemeyen noktalara savurur.

Son dönemlerde yazılan yazılara bakıldığında bu gerçeği görmek mümkün. İktidarın İslamcılık siyasetine duyulan tepkiler dini değerlere yansımakta, dinin sosyal alandan tamamen dışlanması yönünde bir eğilimin oluşmasına neden olmaktadır. Din, bunların yaptığıysa... sorusu yerine din buysa... sorusu sorulmakta bu da kişileri İslam çerçevesi dışına sürüklemektedir.

Din, siyasi bir broşür veya parti programı değildir. İslam, bir hayat nizamıdır, insanın sadece dış dünyasını değil, iç dünyasını da hedef alır, insanda iç ve dış ahengi kuracak ölçüleri sunar. Din sadece vicdanlara yönelmez, o vicdanlar üzerinden toplumu da tanzim eder, yeni ve düzenli bir ilişki biçimi doğurur. Bu bakımdan dini sosyal alanın dışına itmek dini yok saymak yahut yok etmekle eş anlamlıdır. Topluma söyleyecek sözü olmayan bir din zaten din değildir.

28 Şubat'ta zor kullanarak dini vicdanlara prangalama projesi vatandaşın direnci sonucu başarısızlıkla sonuçlandı. Toplum zora boyun eğmedi. Bugün bu proje başka bir şekilde devam ediyor. İslam, siyasal İslamcıların hataları, günahları, cürümleri yüzünden giderek güven ve itibar kaybına uğruyor. Onu kullanan, ikbal aracı haline getirenler değil, bizzat dinin kendisi sorgulanıyor. İslamcı olmakla dindar olmanın, yapılanlarla dinin vazettiklerinin farkını kimse görmek istemiyor. Bunda -dinle evvelden beri problemli olan- çevrelerin de büyük etkisi var. Din adına yapılan siyasetin yanlışları yoğun bir propaganda ile kolayca dine fatura edilebiliyor.

İslam'ın hedefi ahlaklı insan ve ahlaklı bir toplum oluşturmaksa bugün yapılanları dinle irtibatlandırmak mümkün değildir. Din adaleti, danışmayı, doğruluğu, kul hakkı yememeyi emreder, rüşveti, yalanı yasaklar. Bir yerde dinin hükümlerine aykırı bir durum varsa orada din de yoktur, dine fatura edilecek bir sorumlulukta. Lakin gerçek böyle olmasına rağmen yapılanların toplumdaki akisleri tamamen farklı olmuştur, olmaktadır.

Dinin adını kullanarak yapılan siyasetin en ağır faturası budur.İnsanın bir hali olarak ortaya çıkan durumlar dinin bir hali ve rüknü gibi görülmekte neticede ortaya ağır bir fatura çıkmaktadır. İslam'a yüklenmeye çalışılan bu sorumluluğun İslam'a değil, aslında -zalim ve cahul -olan insana ait olduğunu anlatmak gerçek din adamlarına, samimi dindarlara ve toplumun can damarı olan ahlak adamlarına düşmektedir. İslam, en somut en mükemmel, en görünür ifadesini şanlı Peygamberimizde bulmuştur. Dinimizi anlamak veya uygulamalarını görmek isteyenler hırsında boğulmuş siyasetçilere değil, ona bakmalıdırlar. Dini kullanmakla dindar olmak arasındaki fark ancak ona ve Kuran'a bakmakla anlaşılır. Bu ayrımı yapmazsak Siyasal İslam'ın hata ve günahları İslam'a mal edilir ve din giderek sosyal hayattan çekilerek vicdanlara ve camilere hapsolur.