Az gelişmişlik, “aşağılık kompleksi” denen bir hastalığa tutulmak, tembellik, üretememek, teknoloji fakiri kalmak ve Allah’ın verdiği aklı kullanmaktan aciz olmak bizi ne hallere düşürüyor Ya Hu!

Bazen Amerika’ya kızıyoruz ve güya onun mallarını boykot ediyoruz ama mesela biraz daha ucuz diye marketten aldığımız ceviz oradan geliyor, haberimiz yok. Ermeni meselesinden dolayı bir zaman çarşaf çarşaf Fransız mallarının listesi yayınlanmıştı da millet evlerinde ne kadar kırık dökük   mikser, robot, saç kurutma makinesi vs. varsa meydanlara atıp parçalayarak, yakarak şov yapmış, fazla gaza gelenler de evlerinde yoksa bile para verip mağazalardan alarak katmerli şov yapmıştı ama nedense Fransız malı Reno otomobillerin türevlerine sahip olanlar ona cesaret edememişti. Tıpkı başta Diyanet, TBMM Başkanlığı, Bakanlıklar ve tabii ki Cumhurbaşkanlığı’nın, Alman malları protesto edilirken lüks Mercedeslerinden feragat etmeyi düşünmedikleri gibi! Aslına bakarsanız uygulanan “özelleştirme” furyası ile içtiğimiz sudan yediğimiz peynire, topraklarımızdan çıkarılan madenlere ve onlardan yapılan malzemelere kadar hangisi bizim, hangisi İsrail’in ya da Yahudi sermayesinin onu da bilmiyoruz ya!

İsrail – Filistin meselesi kronikleşmiş bir hastalık olarak yıllardan beri devam ediyor. Artık 70 yaşını geçmiş biriyim. Bir başka deyişle İsrail’le yaşıt sayılırız. Ömrüm bu konudaki gelişmelere, çatışmalara şahit olarak; camilerde, televizyon başlarında Filistin için yapılan dualara ve İsrail’e lanet okuyan beddualara âmin diyerek, siyasilerimizin icraattan uzak ama vatandaşlarımızın nabızlarına göre verdikleri nutukları dinleyerek geçti. Gelin görün ki ne dualarımız kabul oldu ne de beddualarımız yerini buldu. Siyasilerimiz de bir sonuca ulaşamadılar. Demek ki eksik olan bir şeyler var. Yazımız tamamlandığında eksik olanların anlaşılacağını umuyorum.

Kamuoyu oluşturup haklılığını anlatacak yollar bularak, diplomatik kanalları zorlayarak mücadele edilmesi gerekiyordu. Oysa Filistin topraklarının Gazze bölümünde Filistin birliğinden ayrı bir devlet gibi hareket eden Hamas, İsrail’in teknolojik üstünlüğünü ve olağanüstü dış desteğini hesaba katmadan arı kovanına çomak soktu. Bunu yapınca da hem kendisini hem de on binlerce masum insanı ateşe atmış oldu. Şu ana kadar 20 bin civarında can kaybı, belki 100 bin kadar da yaralı var. Yakılıp yıkılan, harap olan binaların, hastanelerin ve başka yapıların, dolayısıyla verilen maddi kayıpların ise haddi hesabı yok.  Yazık ve günah değil mi?

İsrail bir devlet olarak 1948 yılında kurulmuştu (Benden 3 yaş büyük sayılır). O tarihten beri hiç bitmeyen ama Ekim 2023 başlarından itibaren en şiddetli ve en yıkıcı bir hal alan savaştan sonra “İsrail mallarını boykot” diye öyle listeler yayınlandı ki akıl alacak gibi değil. Bakıyoruz, marketlerimiz, bakkallarımız o mallarla dolu ve hemen hepsi de tercih ediliyor. O malların tamamı İsrail’de üretilip pazarlanıyorsa ve Türkiye’mizle birlikte bütün İslam ülkelerinde tercih edilip alıcı buluyorsa boykot etmek yerine oturup binlerce defa düşünmemiz gerekir. Daha 75 yıl önce çölün ortasında kurulmuş bücür bir devletin bunları yapıp piyasaya hâkim olması öncelikle bizim ayıbımızdır. Deterjan, şampuan, ped, kola, şu ya da bu… Daha iyisini, daha kalitelisini üretemezsek buna mahkumuz. Yerli ve milli olsun diye çamaşır deterjanı alıyoruz lekeler çıkmıyor, bulaşık deterjanı alıyoruz tabaklar lekeli, bardaklar bir tuhaf çıkıyor. Kaç çeşit kola çıkardık ama o malum markaların saltanatını yıkamadık. Dolayısıyla boykot ederek bu işin içinden çıkamayız. Hele de marketlerden İsrail malları alıp yakmak, dökmek, parçalamak akıl işi değildir. Bu fiiller o malların reklamını yapıp sürümünü arttırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Öfke dinince de zaten geçmişte kaç defa yaşandığı gibi her şey eskiye dönüveriyor.

Kaldı ki boykot listeleri yayınlanıp bazı malların imha edilmesi ile de yetinilmedi. Bir profesör, işe “bilimsel” bir boyut kazandırma yoluna gitmiş ve markaları da yazarak İsrail malı pedlerin “Rahime doğurma diye emir verdiği”, “Temizlikte kullanılan bir deterjanın Rahim kanserine yol açtığı”,Allah’ın insanları her birlikteliklerinde çocuk sahibi olabilecek şekilde yarattığı”, Türkiye’de Kısırlık oranının yüzde 23’lere fırladığı” gibi “görüşler” sıralamış. Bu paylaşımı görünce bir anda irkildim ama serde araştırmacı gazetecilik kimliğim vardı. Öncelikle o paylaşımı yapan profesörün Tıp Doktoru ya da Kimyacı değil de bir Sosyolog olduğunu öğrendim. Sonra bu konularda asıl bilgi sahibi olması gereken tanınmış bir Kadın Doğum Profesörüne danıştım. Danıştığım Profesör arkadaşımız paylaşılan maddeleri inceledikten sonra güldü ve başladı anlatmaya:

“Çoğu yanlış, doğru değil. Önce doğru olanı söyleyeyim; kısırlığın artmış olması doğru. Doğru da sor bakalım neden? Bir defa evlilik yaş ortalaması 35 yaşa doğru çıktı. Biz biliriz ki 35 yaştan sonra zaten kısırlık artar. Bu bir. İkincisi, iddia edildiği gibi asıl kısırlık kadınlarda değil erkeklerde. Malum, erkekler ped kullanmıyorlar! İddia ettiği gibi her ilişkide gebe kalınması ise akla da ilme de yaşanmışlıklara da aykırıdır. Asıl tehlike deterjanlarla pedlerden çok genel kimyasallarda ve İsrail’den gelen sebze tohumlarında. Burada yerli sandığımız bazı ürünlerin hammaddeleri de ne yazık ki İsrail’den geliyor ve isim değiştirilerek kullanılıyor. Ticaret konusuna, burada İsrail malları protesto edilirken yüzlerce gemi ile İsrail’e petrol, çelik ve başka malzemeler taşınıp oradan mallar getirildiğine ise branşım dışında olduğu için girmiyorum. Onu da bu yanlış iddiaları sıralayanlar ve devletimizi yönetenler düşünsün!”

Durum bu. O konulara biz de girmeyelim. Uluslararası ilişkiler, ekonomik hareketler, alışverişler elbette olacaktır. Artık günümüzde hiçbir devletin, hiçbir milletin kabuğuna çekilip kendi başına yaşaması mümkün ve doğru değildir. Ancak bir yandan bu yönde hareket edilirken öbür yandan dini hassasiyetleri kullanıp siyaseten seçmene şirin görünecek laflar etmek hoş olmaz.

Ülkemizde konuya daha çok dini açıdan bakıldığı için meselenin bir başka önemli tarafını kaçırıyoruz. Kaçırdığımız taraf günümüz şartlarında büyük önem taşıyor. O da bilim, teknoloji ve diplomasi. Dünyada 57 İslam ülkesinde 2 milyardan fazla insanın yaşadığını biliyoruz. Boykot listeleri yayınlanınca bir defa daha görmüş oluyoruz ki İsrail pek çok malın üretiminde ve piyasa hakimiyetinde hepimizden ileride.

İsrail bir çöl ülkesi. Çöl şartlarında tarım ve sanayide devrim yapmayı başarmış. Bilim ve teknolojide çağın gereklerini yerine getiriyor. Yeraltı kaynaklarının zenginliği, sermayelerinin gücü bakımından İsrail’i ona, yirmiye belki de yüze, bine katlayacak Arap ülkeleri var. Onlar oyunda oynaştalar. Birbirleriyle kavga ediyor, gökdelenler dikiyor, milyarlarca dolar ve avroyu adeta savurarak dünyanın en pahalı, en meşhur futbolcularını transfer ediyor, Avrupa’nın, Türkiye’nin gözde yerlerinde arsalar, evler alıyor, tatil beldelerinde günlerini gün ediyorlar. Hep söyleyegeldiğimiz ve biraz da kendimizi avuttuğumuz gibi bu 57 ülkenin içinde yine de en iyi durumda olan biziz. Siyasilerimiz İsrail – Filistin meselesinde daha çok tribünlere yönelik demeçler veriyor olsalar da bu konuda en gayretli İslam ülkesi de yine biziz. Onda şüphe yok.

İslam ülkeleri ve o ülkeleri yönetenler akıllarını kullanmayı öğrenmeli, neden bu halde olunduğunu düşünmeli, hazıra konmayı bırakarak bilimin ışığında teknolojiye, üretime önem vermenin yollarını bulmalıdırlar.  Bu işin göstermelik ve hatta şova dönen dua seansları ile, lanet edip beddua okumakla çözüme kavuşmayacağı da artık anlaşılmış olmalıdır. Çünkü duanın da bir adabı vardır. Dua her şeyden önce ihlas ve samimiyet gerektirir, Çünkü Allah şöyle buyuruyor: “Rabbinize alçakgönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O haddi aşanları sevmez.” (A’raf Suresi, ayet 55)

Onun için rasgele, bağıra çağıra şov yaparcasına dua etmenin bir anlamı yoktur. Bu anlayış halkın ifadesiyle “Olmayacak duaya âmin” dedirtir ve duanın masumiyetine gölge düşürür. Hep vurgulaya geldiğimiz gibi de Müslümanlar akıl ve bilim yoluna girmeli, başlarını ellerinin arasına alarak iyice düşündükten sonra harekete geçmelidirler. Mehmet Akif Ersoy ne güzel söylemiş:

“Ey dipdiri meyyit (ölü), ‘İki el bir baş içindir /Davransana… Eller de senin, baş da senindir!”

Yazımızı Cenab-ı Allah’ın ayeti ile noktalayalım: “Hala düşünüp öğüt almayacak mısınız?” (Secde Suresi, ayet 4)