Bence en güzel tarifi Fransa imparatoru Napolyon yapmış “ Dünya tek devlet olsaydı başkenti İstanbul olurdu.”

8 bin yıldır insanların ilgi alanı olmuş hani şehrin en işlek caddesinin en kalabalığın kesiştiği yerin en kıymetli köşebaşı binası gibi.

İstanbul’un Türklerin vatanının merkezinde bir parçası olması tarihin kaçınılmaz bir geçişi olarak kabul edilebilir.

Geçmişe baktığımızda İstanbul’un Türklerin yurdu olmasına engel olabilecek bir güç görünmüyordu zaten öyle de oldu.

28 Mayıs 1453 tarihine denk gelmesi sadece bir sürecin devamında yaşanan meyvenin olgunlaşmış halidir. 1453 olmasaydı belki 50 yıl önce veya 40 yıl sonra İstanbul Türkler tarafından mutlaka alınacaktı, biraz okuyan okuduğunu yorumlayan tarihi olayları birbirinin ardına dizebilen herkes bu yorumu yapabilir.

İstanbul’un alınması Türklerin son günlerin moda deyimi ile “ pik “ noktası değildi, aslında bir geçiş noktası idi. “ Pik “ noktası 1.ve 2.Viyana Kuşatmalarıdır.

Türkler olarak İstanbul’u hak ettik mi, İstanbul’un sahibi olmayı hak ediyor muyuz, kendimize asıl sormamız gereken soru bu.

Türkler olarak bizler kentli ve yerleşik bir toplum değiliz. Göçebe toplum karakterinden yarı göçebe ve köylü toplum yapısında yaşıyoruz ve yerleşik toplum yapısına doğru bir yönelimimiz görünüyor.

Yarı göçebe ve köylü toplum yapısının (bizler dahil) şehirleşmesinde de yüzyıllardır bir kuralsızlık yaşam şekli sürmektedir.

İstanbul’un belediye başkanlığını da yapmış ülkemizin cumhurbaşkanının “ İstanbul’a ihanet ettik. “ sözü hala hatırlardadır.

Batı’ya göç ederken mensubu olduğu millete İstanbul gibi bir değerli toprağı hediye eden ecdadımız hediyesinin bir sancak gibi en güzel bir şekilde muhafazasını isterdi herhalde.

Bu günün İstanbul entelejansına yaşayanlarına da düşen kendilerine verilen bu emanete değil hıyanet etmek gözü gibi bakmaktır.