2015 yılı Kasım seçimlerinde yaşanan bir kırılma sonrası olanlar oldu.

Aslında öncesi vardı ancak o tarihten sonra su yüzüne çıktı. Tıpkı Fazilet Partisindeki direnmeler sonrası doğan Adalet ve Kalkınma Partisi (Sayın Erdoğan) ve Saadet Partisindeki direnmeler sonrası doğan Halkın Sesi Partisi (Sayın Kurtulmuş) gibi…

İyi olup olmadığı tartışmalarından ziyade yapılabileceklere bakmak lazım. Siyasi boşluktan doğan ve iskeletini Millî Görüşçülerin oluşturduğu Adalet ve Kalkınma Partisi gibi muhalefet yetersizliğinden doğan ve iskeletini ülkücülerin oluşturduğu İyi Parti, Türkiye’nin iyiliğine kalıcı bir iktidar yakalayabilir mi sorusu cevaplanmalı.

Peki ne yapılmalı?

Türkiye ve Türk insanı değişti. Artık yolsuzluğa, talana ve yalana değil, kendisine neyin sunulduğuna bakıyor. Bu milleti ve ülkeyi gerçekten sevenler bu gerçeği bilerek çalışmalıdır.

Yani çok çalışmak, uyduruk değil gerçekçi projeler üretmek…

Yetmez, gönüllere girmenin yolunu bulmak…

Dünyayı izlemek gerekir.

Önce projeler konmalı ortaya ve daha fazlasının verilebileceği gösterilebilmeli...

Halktan birisiymişsin gibi değil birisi olarak davranılmalı ve dahi yaşanmalı…

Bir siyasi vizyonun olduğu gösterilmeli, umut verilmeli, inandırıcı olunmalı. Türkiye gerçeği projelerle örtüştürülmeli.

Halk katmanlarının en altındakiyle hemhal olunmalı. Millet hiçbir zaman kendisi için ezileni ezmemiştir. Bazı sesler duyar gibiyim, “biz bu ülkeyi karşılıksız sevdik, onun uğrunda öldük, zindanlarda yattık, işkenceler gördük…” Evet bunların hepsi doğru lakin neden böyle oldu sorusunun cevabını kendimizde aramalıyız...

İktidarın yolunu ancak millet açabilir, onun derdiyle dertlenmek ve iç içe olmak gerekir. İyi günde de kötü günde de.

Eski söylemler bitti, görmezsek yok oluruz.

Şehirlilik de değişti, köylülük de bilmezsek yerimizde sayarız.

Televizyon ve internet şark kurnazlığını şark profesyonelliğine terfi ettirdi. Toplum mühendisleri şehirlilik olgusunu bir ucubeye tahvil etti. Kısaca toplumun kimyası değiştirildi.

İnsanlarla göz teması kurmadan kalplere girilmez. Birileri yoluna çakıl taşı döşeyecektir, varsın döşesin. Göz teması kurdukların toplar onları. Birileri bariyerler kuracaktır geçeceğin sokaklara, varsın kursunlar. Vaat ettiklerin yıkar onları.

Yeter ki, inandırıcı hedefin olsun. Yeter ki, üreten ol, vaatlerin olsun…

Yeter ki hem koyduğunuz hedef hem de ürettiğiniz şey anlaşılır hem de vaadiniz cazip olsun. Anlaşılmadıktan sonra hedefinizin de vaadinizin de bir anlamı olmaz. Uygulanabilir olmadıktan sonra ürettiğinizin esamisi okunmaz…

Bunu kimler başarabilir?

Tarihe baktığımızda cevabı apaçık görürüz. Halkın işte bizden diyebileceği birileri, küresel siyasi projeleri okuyabilecek birileri, kadrolarına sevgiyi ve saygıyı aşılayabilecek birileri, ayrık otu gibi bitenleri ayıklayabilecek birileri, gece gündüz demeden çalışabilecek birileri...

Nefret edenlerin bile en az nefretleri kadar takdir edebileceği birileri…

Bu görüşlerimizi ve daha ötesini yıllardır hem yazdık hem de ilgililerine sunduk lakin…

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun kuru tenkitten kaçınıp yeni şeyler söyleyenlere, geldiği yeri unutmayanlara, kabuğuna çekilmeden halkın içine karışanlara ve alacağını değil vereceğini anlatanlara...