“Ben Bond, James Bond.”

Onu, böyle tanıdık. Önce soyadını, sonra adıyla soyadını söylemesiyle.

James Bond, şöhreti yazarını aşan roman kahramanlarından. Onu herkes tanır. Fakat mûcidi Ian Fleming fazla bilinmez. Ian Fleming, tıpkı Bond gibi bir İngiliz ajanıydı. Arap Lawrence’den Rahip Brunson’a uzanan ajanlık faaliyetlerinin bir parçasıydı.

Fleming, 6-7 Eylül 1955 olaylarında Beyoğlu'ndaydı. İnterpol toplantısı için geldiği otelden neden ayrıldığını, daha sonra şöyle açıklayacaktı:

“15 dakika katıldım, sıkıldım. Seccâde almak için dışarı çıktığımda olaylar meydana geldi."

Gezi olaylarında Kızılay’da kalabalığı örgütleyen ajanımsı tipleri, bilmem hatırlıyor musunuz? Belki yakalansalar onların da seccâde, tespih vs. almak için orada olmaları muhtemeldi.

Ian Fleming, İngiliz istihbarat örgütü MI6’da üst düzey görevlere kadar yükseldi. Ayrıca gazetecilik de yapıyordu.

6-7 Eylül olaylarının hemen ertesi günü İngiliz Sunday Times Gazetesi’nde imzâsız bir haber çıktı. "İstanbul’da büyük ayaklanma" başlığıyla verilen haber, görgü tanıklarının dilinden anlatılıyordu.

Haber, imzâsız olsa da Ian Fleming’in üslûbuna benziyordu. Bir iddiâya göre Fleming, Atatürk’ün evinin bombalandığı Selânik üzerinden İstanbul’a gelmişti.

Ian Fleming’in 6-7 Eylül olaylarındaki rolü, hâlâ gün ışığına çıkmadı. Seccâde alışverişiyle sınırlı kaldı.

Fleming’in İstanbul sevgisi, bununla bitmedi. Bond serisinin ikinci filmi olan Rusya’dan Sevgilerle İstanbul’da çekildi. Soğuk Savaş dönemini konu alan film, 60 ihtilâli sonrası gösterimdeydi. Bond, müttefikimiz İngiltere’nin ajanı olarak İstanbul’a gelip Rusların entrikalarına el koydu. Türk halkını konu alan sahneler, çingene mahallesinde geçiyordu.

İşte adamların bize bakış açısı bu!

BİR SECCÂDE MERAKLISI DAHA

Ian Fleming’in seccâdesini duyanlar, niye şu soruyu sormazlar?

“Arkadaş, sen Hristiyansın. Seccâdeyi ne yapacaksın?”

Efendi-köle ilişkisi böyledir. Ard niyet sorgulaması yapılmaz. Köle, yakınlık gösterdiği için efendisine şükran duyar.

Ian Fleming’den 58 yıl sonra Kapadokya’da çekilen Hayâlet Sürücü filminin başrol oyuncusu Nicolas Cage, 2013 yılında verdiği bir röportajda şöyle dedi:

"Türkiye'den bir seccâde almıştım. Onu, her yere yanımda götürürüm.”

Buyrun, bir seccâde meraklısı daha! Adamlar, bizi, bizden iyi tanıyorlar. Cage’in İslâmla bağlantısını kuruyorlar ki film çekiyoruz diye Kapadokya’da çevirdikleri entrikalar belli olmasın.

Yine Kapadokya’da çekilen İslâm düşmanı “İl Mercante Di Pietre” filminin başrol oyuncusu Harvey Keitel’de Sultanahmet’de namaz kıldı. Bir Allah’ın kulu çıkıp da “Kelime-i şehâdet olmadan, abdest olmadan namaz olur mu?" diye sormadı. Keitel kıldı, oldu. Bu kadar! Üstüne bir de Antalya Film Festiva’linde onur ödülü verildi.

Keitel, Kapadokya’da Müslüman Türk düşmanı film çevirirken protesto etmek veya engel olmak şöyle dursun, bölgenin belediye başkanı, film setini ziyâret edip Türkiye’ye sunduğu katkılar için teşekkür etti.

Trump’ın sevimli gösterilmesi projesi adım adım ilerlerken ismi lâzım değil, bir başörtülü yazar, Lindsay Lohan’ı getirip mülteci kamplarını gezdirdi ve onun şahsında Amerikan merhametini övdü.

Yetmedi. Lohan, başörtü taktı. Bizim saftirik İslâmcılar, “Bana su verdi” diye sevinen Kuazimado misâli, “Lohan, Müslüman oldu.” manşeti attılar.

Sorunumuz, Lawrence, Fleming veya Brunson değil.

Sorunumuz, bunlarla iş tutanlar

Elbette, tâcizcisine âşık aptallar, en büyük sorunumuz.

Hırsız içerden olunca kapı kilit tutmuyor.