~~“Beklemek, direnen bir umuttur bizler için…”

“Genç bir kızım. Babamı hiç öpmemişim. Böyle bir haksızlık olabilir mi?” Senem Babaoğlu’nun 12 Eylül döneminde hapse atılan babasıyla olan ilişkisini tanımladığı cümleyi okuduğumda garip bir sızı hissettim içimde. Belki de, üzerine koca koca kitaplar yazılan, herkesin büyük kelimelerle, iddialı cümlelerle konuşmaya alıştığı darbeleri, en yalın anlatan cümle buydu. Birileri büyük kavgaların, büyük hesaplaşmaların derdindeyken gözden kaçan şey belki de, en saf haliyle insandı.

Dört yaşındayken babası hapse atılan bir çocuğun hayatından çalınan şeylerin listesini yapmak için kalem kâğıdı elime aldığımda sayfaların yetmeyeceğini de hemen anladım. Bu röportajı yapmama sebep olan duygu da buydu bence.

Gerçekten babası elinden alınan bir çocuk için nasıl bir liste hazırlanabilirdi?

Senem Babaoğlu, babası 12 Eylül’de uzun yıllar hapis tutulurken bir çocuk olarak yazdığı mektupların peşine düşüyor. En saf, en temiz haliyle kaskatı duran hapishane duvarlarında bir çatlak yaratıyor mektuplar. Yazılan mektupların, babayla kızın arasında kurulan o biricik iletişim aracının kendisi gibi pek çok çocuğun da tek nefes alma imkânı olduğunu düşünüyor.

Bugünlerde, tıpkı kendisi gibi mektuplara sığınan şimdi her biri orta yaşlarını yaşayan çocukların hikâyelerini araştırıyor.

Mektuplarda yazılan her bir kelimenin, her bir şiirin kaybolan çocukluğu geri getirmese de acılara kabuk bağlatabileceğine inanıyor. 12 Eylül darbesinin yıldönümünde, darbenin bedelini bir çocuk olarak ödemenin nasıl bir şey olduğunu konuştuk.

Ropörtaj: Hatice Deniz

 

MG: Sizin hikâyenizin de yer aldığı “Keşke Bir Öpüp Koklasaydım” kitabını okurken hapis cezasının bireyi aşan bir etki yarattığını düşündüm. Babanız, devrimci mücadeleden ötürü hapse atılmış ama yazdıklarınıza bakınca aile olarak sizin de cezalandırıldığınızı görüyoruz. Küçük bir çocuk olarak sizin cezanız neydi?

12 Eylül 1980 darbesi Türkiye yakın tarihinin en sancılı dönemine işaret eder. 71 bin kişi TCK'nın 141, 142, 143 ve 146. maddelerinden, 98 bin 404 kişi " örgüt üyesi olmak" suçundan yargılanmıştır. İnandıkları uğruna mücadele eden onlarca insandan ve geride kalan ailelerinden söz ediyoruz. Kaldı ki uzayan mahkemeler, uzun tutukluluk süreleri, sistematik olarak uygulandığı bilinen işkenceler ile bu bireyler hiçleştirilmek istenirken, aileleri için de demokrasi rafa kalkmıştı. Yani aile olmak, baba-kız olmak gibi en doğal, en insani haklarınız rafa kaldırılmıştı. Sizi, size yabancılaştırmak istemek en büyük ceza değil midir?

MG: Eşlerini görmek için hapishane duvarlarından içeri bakmaya çalışan kadınların her gördükleri kel kafalı adamı kendi eşi olarak gördüğünü oysa eşlerinin o anda işkencehanelerde olduğunu söylüyorsunuz. Peki bir çocuk olarak sizin tutunduğunuz şey neydi? Siz neye bakınca babanızı gördüğünüzü düşünüyordunuz?

Tutunduğum tek şey mektup beklemekti. Yıllar sonra annem, çocuk hallerimle özenle saklamaya çalıştığım mektupları bana teslim edince kaybettiğim bir hazineyi bulmuş gibiydim. Elbette ilk önce mektuplarımla yüzleşmemi tamamladım. Toplumun birçok konuda gerçekleştiremediği yüzleşmeleri yaşadıklarınızla, tanıklıklarınızla gerçekleştirmek zorunda olan yine siz oluyorsunuz. Yüzleşmelerini tamamlayamamış bir toplum tam olarak toplum olamamıştır. Yüzleşmeler olgunlaşmaların en ağır şartıdır. Size miras, gölgesinde kalmış bir çocukluk olunca, elle tutup gözle gördüğünüz tek gerçeklik de, tek baba da mektuplarınız oluyor.

MG: Babanızla mektup yoluyla satranç oynadığınızı okuduğumda oldukça şaşırdım. Mektuplar gerçekten insanın bütün iletişim ihtiyacını karşılayabilir mi? Bütün sempatikliğine rağmen mektuplar aynı zamanda dokunamamanın, koklayamamanın, sarılamamanın da ifadesi değil mi?

Mektuplaşmak insana çok şey öğretir. 11 yaşına kadar mektuplarla geçmiş bir çocukluk umutlu bir bekleyişin en yalın, en naif şeklini ifade eder. Elbette aile olmak, aynı çatı altında yaşamak ile başlar ve devam eder. Bu sebepten mektuplar ile kurulmuş bir iletişim hiçbir zaman tamamlanmış ya da ileride tamamlanması mümkün olan bir iletişim şekli değildir. Şartların size dayattığı bir iletişim yoludur. 12 Eylül'ün en derin tahribatı, geride kalan aileler ve çocukları için budur. Şah-mat duygularının sevincini-hüznünü babanızın boynuna sarılarak ifade etmek mektuplarla mümkün değildir ama mektuplarla satranç öğrenmek ve oynamak öylesine mümkündür ki... Her mektubun kenarına yan yazılmış rakibinizin yaptığı yeni hamle umuttur... Beklemek direnen bir umuttur bizler için…

 

MG: Sanırım çekilen acıların iki yüzü var. Birinci yüzde; ölçülebilen, ifade edilmesi kolay şeyler bulunuyor. Örneğin hapis yatılan süre… 7 yıl dediğinizde zihnimiz bir ölçü koyuyor. Ancak ikinci yüzde; ölçülemeyen acılar var. Mesela size âşık olduğu için okul müdürü tarafından tartaklanan çocuğun durumu. Ve sizin yıllar sonra bu olayı öğrenmenizle beraber döktüğünüz gözyaşları… Mahkeme kararlarından bağımsız olarak verilen bir ceza değil mi bu? Asla sonu gelmeyecek, müebbet bir cezalandırma mı söz konusu?

Ortaokul çağlarında bir çocuğun, okul müdürü tarafından tartaklanmasını yıllar sonra öğrenmek ilk başta bende şaşkınlık yaratmıştı. Yaşanılanları acı diliyle ifade etmeyi aslında çok seven ve tercih eden biri değilim. Bu olayın da bize tüm yaşatılanların da toplumsal algılar, önyargılar sebebi ile olduğunu düşünüyorum. Muhtemeldir ki o müdürün bana gizli, diğer öğrencilere açık olan tavrından ötürü birçok çocuk benimle arkadaş olmamıştır. Zaten ben de babası sakıncalı bir kız çocuğu olarak büyümenin tüm zorluklarını yaşadım. Baksanıza bildiğim ve bilmediğim hikâyeler biriktirmişim. Aslında haksızlığı, hukuksuzluğu, baskıyı ve zulmü uygulayan her kurum ve her birey cezalıdır. Faili olmayan haksızlıkların hesabını sormak zaten çok mümkün değil. Belki toplumsal farkındalıkları arttırarak gizli kalmış her zulme söyleyecek bir söz bulabileceğiz.

 

MG: Yaşadıklarınızı birileri bilsin ve her şey kolayca unutulmasın diye “Gölgende Çocuk Olmak” isimli bir proje üzerinde çalıştığınızı biliyorum. Sizin cümlenizle sorarsam “Bir şeyin gölgesinde çocuk olmak mümkün mü?”

Ben bir dönemin gölgesinin çocuğuyum. “Gölgende Çocuk Olmak Projesi” de benim çocuğum. 2009 yılında gölgeden aydınlığa doğru yürüyen bir hikâyesi var. 12 Eylül döneminde anne-babası cezaevinde olan çocukların hikâyelerine uzanıyor, mektuplar üzerinden kurulan yaşamlara ışık tutmayı amaçlıyor. En büyük travmalar yüzleşerek aşılır diyip acılara dokunuyor. Mektuplara vurulan "görülmüştür" kaşesi, toplumun   hafızasında bir yer açsın istiyor. Çocuk olma hakkı, aile olma hakkı, baba-kız olma hakkı herkes için en insani, en kutsal haktır ve darbenin iyisi kötüsü olmaz diyor. Baba, kız çocuklarının dünyasında yitikse babalarının varlığı ile tamamlanamamış kızlar hayata karşı savunmasız, ürkek kalırlar. Darbenin böyle bir hakkı olamaz, olmamalı.

 

MG:  Sizi dinleyince darbenin asıl mağdurunun hapishanede yatanlar mı yoksa geride kalanlar mı olduğuna karar veremedim. Sizin açınızdan 12 Eylül bitti mi?

Hayır bitmedi. Toplumsal hafıza olmadıkça da biteceğini sanmıyorum. Takipçisi olduğumuz bir dava sürecini yeni bitirdik. Sıra, illerde devam eden işkence davalarında… Görünen o ki onlarda da istenilen neticeye ulaşılamayacak. Babam, bir röportajında "bizler bu tiyatronun gönüllü oyuncularız" demişti ve 12 Eylül duruşmalarında müdahil avukat olan babam Fikret Babaoğlu "Aslında sonucu belli bir davayı götürüyoruz. İstediğimiz yargılamayı yapamadık. Evren ve Şahinkaya, 146. madde ile yargılanıyor. Savcı da o maddeye göre kararını okuyacak. Mahkeme yargılama yaptım demek için 146. maddeden ceza verecek. Bu sonuç mağdurları tatmin etmeyecek." demişti. Ama sonucu belli davaların da takipçisi olmak gerekir.

 

MG: Adı darbe olmasa da hukuksuzlukların yoğun olarak yaşandığı bir dönem yaşıyoruz. Binlerce insan siyasi davalar nedeniyle hapis yatıyor, sevdiklerinden ayrı kalıyorlar. Ama üzülerek görüyorum ki, yaşanan bütün acılar belli kişilerin ya da grupların sorunu olarak görülüyor. Bu toplum, başkasının acısına ya da haksızlığa uğrayan başkalarının dertlerine ortak olabilecek mi? Acıların her insanda aynı etkiyi yarattığını anlayabilecek mi?

Halen yaşanılanlar ve insanların acıları kavrayış şekli, yüzleşmelerini henüz tamamlayamamış bir toplumdan kaynaklanıyor. Acıların ortaklaşabilmesi,  kutuplaşmaların aşılması ile mümkün kılınabilir. Bunun için şimdilerde 30'lu yaşlarınız aşmış birçok kişi çeşitli projeler yürüterek toplumsal farkındalığı arttırmayı amaçlıyor. Bu yıl 12 Eylül'ün 34. yılı ve biz "Çocuklarız Bir Aradayız İnisiyatifi"  olarak 3 gün sürecek etkinlik hazırladık. Amacımız bir arada olarak daha  güçlü bir ses çıkartmak ve toplumun hafızasında farklı bir pencere açmak.

 


MG: Son olarak geleceği sormak istiyorum. Mektuplar üzerinden bir iletişime mahkûm edilmiş bir neslin çocukları olarak sizler. Geleceğe, örneğin 2030 yılına, 12 Eylül darbesinin 50. Yılına bir mektup yazsaydınız neler söylerdiniz? Kendinize, babanıza ya da topluma ne yazmak isterdiniz?

12 Eylül 'ün 50.yılında o zamana kadar yaratmak istediğimiz farkındalıklar neticesinde toplumun biz geride kalan çocuklara bir mektup yazmasını isterdim. O zaman tüm acılar ortaklaşmış olurdu.

 

MG: Teşekkürler. Biz de 12 Eylül mağduru tüm çocuklar adına halkımızı aşağıda ilanı bulunan etkinliğe katılmaya davet ediyoruz. Umarım Türkiye demokrasisi bir daha darbelerle ve darbe acısıyla karşılaşmaz.

Senem BABAOĞLU’nun iletişim Bilgileri: Twitter-@SenemBabaoglu

Facebook: Senem Babaoğlu

E-Mail: [email protected]

Editör: TE Bilişim