Müslümanca mı yaşamak istiyorsun? Yeme haramı, söyleme yalanı, kıl beşi, kurtar başı! Dînini devletini sev!

Yok, bu reçete, bâzılarına asla yetmiyor. Ne yapacak ne edecek, kendisine bir şeyh bulup tapınacak. Böylelerine, “kelepir derviş” adını taktım. Akıl fikir düşmanı müridler...

Rahmetli âbim anlatmıştı. Birileri aracı olup, bir şeyhe bağlanmaya götürmüşler. Evvelinde nefis terbiyesi var. Ellerine, kazma kürek vermişler. Âbim, bir iki kürek sallayıp etrafına bakmış. İnşaat hâlindeki villalar dikkatini çekmiş. Sonra kazma küreği atıp, “Lan oğlum, nefis terbiyesi diye bedâvadan villa çıkıyorlar.” deyip, gerisin geriye Ankara’nın yolunu tutmuş. Bu villa inşaatında cenneti satın alan öyle insanlar var ki şaşar kalırsınız.

İstanbul’da çok ilginç şeyh-derviş hikâyelerine şâhit oldum. “Baba baba” diye eline sarıldıkları câmi imamına bağlanmıyoruz diye bize ağız burun büken bir arkadaşımız, para yüzünden araları açılınca o babaya neler saymıştı. Ankara’ya taşındığımda da bismillah hemen, “Gel bize kurtul!” mesajları verenler olmuştu. Kendileri kurtulmuş, beni kurtarıyorlar.

Birkaç yıldır yaşadığım şehirde de hemen böyle işler karşıma çıktı. İlginç bir tecrübemi aktarayım:

Emeklilik zor. Ek gelir için bir özel okulda resim öğretmenliği buldum. Tekkeli tarikli, dindar mı dindar bir yönetim. En çok duyduğum ifâde, “kul hakkı”. Çocuklar, yanlış yaptıklarında sürekli birbirlerini "Hakkımı helâl etmiyorum" diye uyarıyorlar. İlk günlerde insan, kendisini zındık gibi hissediyor. Öyle böyle alışmaya başladım. Çocuklar da derslerimi, çok sevdiler. Bir ay dolunca büyük bir hatâ yaptım. Baktım maaşımı vermiyorlar, istedim. “Bir bakalım” dediler. Zannettim ki en fazla beş dakika içinde dönüş yaparlar. Dönüş yapmadıkları gibi, o güne kadar derslerimle ilgilenmeyen “28 Şubat mağduru” müdire hanım, haber vermeden dersime geldi. Bastı desem daha doğru. Bunun Türkçesi, "Para istemeyi biliyorsun ama bakalım dersin nasıl?" demek. Gövde gösterisi yapıp tekrar aynı istekte bulunmamamı sağlayacak. Tekrar edersem maddeci olurum, dünyâlık insan olurum. Eh bu da tasavvufta utanılması gereken bir şey.

Ayrıntısı bende kalsın, utanmadan sıkılmadan hakkım olan parayı aldım ve bir daha gitmedim. Merâkımı yenemeyip okulun bağlı olduğu vakıfta görevli hanımları, biraz araştırdım. Öyle böyle mutasavvıf değiller. Dergi bile çıkarıyorlar. Baştan ayağa tasavvufla donanmışlar. Asrımızın sahâbe kadınlığına soyunmuşlar. Ama altlarında son model arabalar olan ve kelepir dervişlerin çocuklarını parayla eğiten bu mutasavvıf hanımlar, üç kuruş nafakaya mecbur olan başörtülü öğretmenlerin hakkına sıra gelince başka birisi oluveriyorlar. Gencecik öğretmenler, öğretmenler odasında konuşurken korkuyorlar. Muhbir öğretmen, her konuşmayı idâreye ispiyonluyor. Beni de, “Her şey idâreye gidiyor.” diye uyardılar.

Birgün sesi güzel olan bir kız, derste ilâhi okudu. “Bir türkü söylesene” dedim. “Ben türkü bilmem.” dedi. “Nasıl yâni? Düğüne kınaya da mı gitmedin?” diye sordum. “Öyle yerlere gitmem.” dedi. Yok, bunu kabul edemezdim. Bir sürü türkü saydım. Hiçbirini bilmiyordu veya bilmemekte ısrar ediyordu. Nihâyet Plevne marşını bildi. “Bak kızım!” dedim. “Senin marş bildiğin, aslen türkü. Yâni sen, türkü biliyorsun.” Şaşırdı.

Bir başka gün, bir öğrencinin şiir yazdığını duyunca çok heyecanlandım. Neler yazdığını sordum. Şeyhlerine şiir yazıyormuş.

Seçim zamanında basın açıklaması yaparak nereye oy vereceklerini açıklayan bu vakıf/tarikat hakkında bir köşe yazısı hatırlıyorum. Çatır çatır devlet parası yiyen mutasaffıf yazar, vakfı da dervişlerini de öve öve bitirememişti.

Bir başka derviş hikâyem daha var. Hatırlı bir komşum, bir programa dâvet etti. Üstadları konuşacakmış. Gittim. Sahnede şeyh coştu, salonda dervişler coştu. Bitince sıra geldi, eve dönmeye. Bizim mahalleye dönen dervişlerden birinin arabasına, beni dâvet eden hanım sığdı ama yer olduğu ve talep ettiğim hâlde ben sığamadım. Gecenin on birinde ortada kaldım. Neyse ki son otobüs geldi.

Geçenlerde haberlerde gördüm. Sahnede coşan şeyh, Peygamber Efendimiz üzerinden iktisat dersi veriyordu. Geçinemeyenin maaşı indirilmeliymiş ki geçinmeyi öğrensin. Niye arabaya sığmayıp otobüse kaldığımı, o zaman anladım. Nefis terbiyesiymiş meğer!

Bu iktisat dersine, muhtelif yorumlar yapıldı. Benim yorumum şöyle:

Arâzi münbit. Ortalık, kelepir derviş dolu. Adamın ağzı laf yapıyor. Bir güç alanı oluşturmuş. Vakıf, dernek işleri de tamam. Şimdi eğitim alanına girme zamanı. Bu kelepir dervişlerin ve dahî derviş adaylarının çocukları eğitilmeli. Okul açmalı. Bunun için de iktidarla arayı, iyi tutmalı. Eh iktidarın da oya ihtiyacı var.

Başı ekonomik krizle belâda olan iktidara, şöyle güzel bir mesaj vermek, fenâ olmaz. Meselâ, “Ekonomi kötü falan değil, bu millet nankör! Bunlara zam yaparak şımartıyorsunuz.” meâlinde bir şeyler olabilir. Zamları beğenmeyen millete de kanaatkârlık tavsiye edilmeli. Bunu yapmalı ki kurulacak okul, izne ve teftişe takılmasın. Millî eğitim de kaymakam da diyânet de karışmasın.

Zâten ortalık, atama bekleyen ve üç kuruş maaşa çalışacak kelepir öğretmenle dolu değil mi?

Tasavvuf, bu değil! Dervişlik, şeyhlik, bu değil!

Biz, elhamdülillah, kul hakkı yemeyen ve yedirmeyen bir Peygamberin ümmetiyiz!