Irkçılık toplumları bir birine düşman eden bir illettir. İslam, her türlü ırkçılığı yasaklamıştır. Ancak ırkçılığı da doğru anlamak gerekir. Günümüzde milliyetçilikle ırkçılık bilinçli olarak birbirine karıştırılmakta ve bundan sadece Türk milliyetçiliği kastedilmektedir. Bu elbette boşuna değildir, milliyetçiliği geriletmeden başka bir milliyetçiliğe yol açmak mümkün olmadığından Kürt milliyetçiliğine yol açmak isteyenler Türk milliyetçiliğini -ırkçılıkla- yaftalayarak dindar kesimlerin gözünde itibarsızlaştırmaya çalışmışlardır.

Milliyetçilik ırkçılık mıdır, elbette hayır. Peygamber efendimiz döneminde bugünkü anlamında bir milliyetçilik olmadığı için -olmayan bir şeyin- o dönem yasaklanması da mümkün değildir. Milliyetçilik, Fransız ihtilalinden sonra milliyetler prensibine bağlı olarak dolaşıma giren bir kavramdır. Başka milletleri, ırkları küçümseme üzerine kurulmuş bir doktin değildir. Toplumları kabile, aşiret parçalanmalarından kurtararak daha büyük bir birim etrafında bütünleştirmek için ortaya çıkmış bir kavramdır. İslam'ın yasakladığı ırkçılık, kanlı çatışmalara, boğazlaşmalara sebep olan ve tamamen kan akrabalığına dayanan kabileciliktir. Ve bunun da -kavmine yasak, haram olan işlerde- yardımcı olunanı yasaklanmış ve ırkçılık olarak kodlanmıştır. Demek ki, ırkçılık -kan akrabalığından yola çıkarak- sizden olanın Hak'ka hukuka,adalete aykırı olan işlerinde destek olmaktır. Bir kişinin doğru ve adalete uygun işlerde kavmine yardımcı olması- bu yardım akrabalık bağından kaynaklanmış olsa bile- yasak değildir.

Oysa milliyetçilik kana değil, kültüre ve günümüzde siyasi mensubiyete dayanır. Kanla, renkle, hısımlıkla, kavim birliği ile alakası yoktur. Aynı kavimden olmayan insanları ortak ülküler etrafında bir araya getirir. Kavmiyetçiliğe, kabileciliğe karşıdır, çünkü kavmiyetçilik millet olmanın önündeki engellerin en büyüklerinden biridir. Milliyetçilik ırk birliği değildir, bir ırka mensup olanlar başka bir ırka geçemezler, çünkü ırk, kabile doğuma bağlı bir durumdur. Ancak milliyetçilik öyle değildir. Her ırktan insan bir milletin milliyetçiliğini yapabilir, girmek mümkün olduğu gibi çıkmak da mümkündür.Doğum veya kan bağı ile ilgili değil, alınan terbiye ve aidiyet duygusu ile ilgilidir. Onun için hiç bir milliyetçi kimsenin ırkına, kabilesine aşiretine bakmaz. Aynı siyasi ve kültürel mensubiyeti sosyal akrabalık için yeterli görür. Nitekim hiç bir milliyetçi herhangi bir siyasi lidere mesela -cibilliyetini- sormamıştır. Siyasi rekabeti insanların aşiretine, kabilesine veya doğduğu yere indirgememiştir.Milliyetçiler, insanların etnik kökenlerinden ziyade ideolojilerine bakmışlardır. Gerçek anlamda ırkçılık insanları etnik kökeni, memleketi, mezhebi üzerinden vurmak ve bu kavramlar üzerinden ayrımcılık yapmaktır.

Peygamber efendimizin üzerinde ısrarla durduğu ve Arap toplumlarının bütünleşip devlet olmasına mani olan işte bu tür bir kabileciliktir. Medine'de Evs ile Hazreç, Mekke'de Kureyş'in kolları arasındaki kabile çatışmalarını ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştır. Kavmiyetçilik dediği de işte bizzat tanık olduğu bu kabile çatışmalarıdır. Peygamber'in manevi ağırlığı ve verdiği eğitim ile duran bu çatışmalar Hz.Osman döneminde yeniden su yüzüne çıkmış, Muaviye ile birlikte siyasi rekabetin bir parçası haline gelmiştir. Bugün de siyasal İslamcılık ve Kürtçülük perdesi altında devam etmektedir.Namaz kılan, oruç tutan, Kuran okuyan, şahadet getiren insanların Rum, Yunan,Ermeni,Pontus diye yaftalanması -ırkçılığın günümüzdeki- görünümlerinden başka bir şey değildir. Geldiğimiz bu durum yıllardır ırkçılığı reddediyoruz diyenlerin aslında Türk milliyetçiliğini reddetiklerini ve içten içe -kavmiyetçilik- zehiri taşıdıklarını göstermektedir.