Kişilerin suçu kurum ve kuruluşlara, hele de fabrikalara yüklenemez

Ah bu siyaset! Madem ki beceriksizliğinin, iş bilmezliğinin suçunu başkalarının üzerine atıyor ya da üstünü örtmeye çalışıyorsun sana ne desem bilmem ki?

Abone Ol

Anayasa Mahkemesi hoşuna gitmeyen bir karar alınca “Anayasa Mahkemesi kapatılsın”, Barolardan farklı bir ses çıkınca “Adındaki Türkiye ibaresi kaldırılsın”, olmadı mı “Başka barolar da kurulsun”, Türk Tabipler Birliği yöneticileri saçmalayınca “İsimlerindeki Türk adı kaldırılsın!..” Olacak iş mi bu ve böyle nereye kadar?

Beceriksizlik yalnız bunlarla sınırlı değil tabii… “Şeker fabrikaları kapatılsın!”, Kapatıldı ya da satıldı. Sonra ne oldu? Daha bir yıl öncesine kadar beş kilosu 25 – 30 Türk Lirasına alınan şeker 130- 140 Türk lirasına çıktı. “Kâğıt fabrikaları kapatılsın!” Kapatıldı ya da satıldı. Sonra ne oldu? Tam iki yıl önce 450 sayfalık bir kitabı kâğıt ve baskı fiyatları dahil 1600 (Bin altı yüz) liraya mal etmiştim. Daha dün sordum, öyle bir kitabın kâğıt ve baskı maliyeti şimdi 60.000 (Altmış bin) lirayı buluyor! Tuvalet kâğıdı, çocuk bezi vs. fiyatları akıl almaz, güç yetmez fahiş fiyatlara çıktı. Hani diyorlar ya, “Efsane geri döndü!” Nedir o “efsane?” 60 – 70 yıl önce tuvaletlerde bezler asılıyor ve insanlar işlerini bitirdikten sonra kullanıyorlardı. Tabii ki hijyen, temizlik Hak getire! Şimdi yine bunun esprisi yapılır oldu. Tam kara mizahlık bir durum ve gülüyoruz ağlanacak halimize! SEKA elden çıkarılmasa ve işletilme becerisi gösterilebilseydi kesinlikle bu hallere düşmezdik; öyle değil mi? 

Hani Osmanlı dönemindeki Maarif Nazırlarından Emrullah Efendi’ye atfedilen “Mektepler olmasa maarifi çok güzel idare ederim” sözü var ya, tam da o kafa, o mantık. Zarar eden ya da işletilemeyen kurumu, fabrikayı çalışıp işler hale getirmek için gereğini yapmak yerine sat başından sav, ver kurtul; olacak iş mi bu? Ama oluyor işte; daha bu yazıyı tamamlamadan Tokat’tan bir haber: “İki hemşire tarafından engelli bir hastaya işkence görüntüleri ortaya çıkınca özel hastane Sağlık Bakanlığı tarafından kapatıldı!” Aynı kafa, aynı uygulama… Suç belli, suçlu iki kişi var. Hadi Hastane Müdürü ya da Baş Hekimi de dahil edilsin ve cezaları verilsin ama hastane niye kapatılıyor? Orada tedavi gören, yatan hastalara ve çalışan diğer sağlık görevlilerine yazık değil mi?

TOBB, TTK, TDK, TBB, TTB, TÜMOSAN gibi başında Türk ve Türkiye ibarelerini taşıyan   kurum ve kuruluşlarımız var. Her biri bir ihtiyaçtan doğmuş ve görevlerini icra ediyorlar. Amacı dışında çalışan varsa kanun ve yönetmelikler çerçevesinde gereği yapılır. Yöneticileri suç işlerse işten el çektirilir, hukuk önünde hesap sorulur.

Bir hukuk devletinde Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasının teklif edilmesi, hatta akıldan geçirilmesi bile son derece abestir. Kurumlar siyasallaştırılmışsa ya da oralarda aksayan bir şeyler varsa kabahat kurumlarda değil bu yolu açan siyasilerdedir ki öncelikle onlar “Biz ne yaptık da böyle oldu” diye kendilerini sorgulamalıdırlar.

Yakın geçmişte Türkiye Barolar Birliği ile iktidarın yıldızı barışmıyordu.  Günümüzde de Türk Tabipler Birliği ile husumet derecesinde sıkıntı var.  Türkiye Barolar Birliği’nin yöneticileri gibi Türk Tabipler Birliği’nin yöneticileri de üzerlerine vazife olmayan konularda demeçler verdiler. Bunları tasvip etmek mümkün değil. Hemen her fırsatta “Türkiye bir hukuk devletidir” dendiğine göre yapılacak iş bellidir. Nitekim Türk Tabipler Birliği’nin militanvari davranışlar içinde olan başkanı tutuklanmış ve gereği yapılmıştır. 

Türkiye’de doktorlar, Türk Tabipler Birliği’nin mevcut yönetiminde kümelenenlerden ibaret değildir. Mevcut yönetim, çokluk içinde iyi organize olarak kongre kazanan bir azınlıktır. Mesleki kaygıları ön planda tutan, bölücü, yıkıcı oluşumlarla içli dışlı olmayan doktorlarımız ise yazık ki birlik ve beraberlik içinde hareket edip organize olamamaktadırlar. Geçmişte rektör atamalarının öğretim üyesi tercihleri gözetilerek yapıldığı dönemde de bölünmüşlükten dolayı azınlıkta kalan grupların adaylarının seçilip atandığına şahit olmuşluğumuz vardır.  

Kısacası olup bitenlerden siyasi erk sahipleri kadar mesleki dayanışma içine girmeyen, genel kurullara katılıp oy vermeyen boş vermişlerin de payı vardır. “Bir musibet bin nasihatten yeğdir” kavlince İnşaallah büyük bir ders alınmıştır ve doktorlarımız vatanını milletini seven, bölücülere pirim vermeyen, mesleki dayanışmayı ön planda tutan ve haklarını koruyacak olan yönetimlerin oluşmasını sağlarlar. Yaşananlardan ders alan tıp doktorlarımızın bunu başaracaklardır.

O konuda geç de olsa bir uyanış olacağına, doktorlarımızda aklı selimin, sağduyunun üstün geleceğine inanıyorum. Bunda şüphe yok da siyaset kurumuna hiç ama hiç güvenim yok. Bir değil, iki değil, üç değil; en ufak bir yanlışta “Kapatalım”, “Türk adını, Türkiye ibaresini kaldıralım” diye ortalığı velveleye verenlere nasıl güvenebiliriz ki?

Siyaset için “Çözüm üretme sanatı” dense de bizde öyle değil. Bizde siyaset tam da bunun aksine “Çözümsüzlük üretme sanatı” gibi çalışıyor.

Türk Tabipler Birliği örneğine baktığımızda siyasetin kaş yapayım derken göz çıkarma niyetinde olduğu açıkça görülüyor. Türk Tabipler Birliği Başkanı’nın niyeti de zihniyeti de ortada. Üzerine vazife olmadığı halde terör örgütünün değirmenine su taşıyor ve üstelik Türk Ordusu’nu karalamaya, lekelemeye yeltenen laflar ediyor. Yönetim Kurulu da sahip çıktığına göre niyetleri belli. Kısacası bunların Türk’e, Türklüğe karşı alerjileri var. Dolayısıyla yönetiminde oldukları meslek birliğinin adından da rahatsızlar. Adıyla sanıyla ve geçmişteki namı ile bilinen Milliyetçi Hareket Partisi’ne mensup bir Milletvekili de çıkmış, “Türk Tabipler Birliği adındaki Türk ibaresi kaldırılsın” diye önerge veriyor. Bu önerge o kurumun yönetiminde bulunanları sevindirirken milliyetçi çevreleri de bir hayli üzdü, hatta öfkelendirdi.  Pire için yorgan yakmak deyimi başka nasıl izah edilebilir bilmiyorum!

Oysa o milletvekili ve arkadaşlarından beklenen, aklı selim sahibi doktorlara destek olup organize olmalarını sağlayarak Türk Tabipler Birliği’nin adına ve şanına yakışır bir yönetimin oluşmasına yardımcı olmalarıdır. Ancak ne var ki tıpkı iktidarın ana unsuru olan AKP gibi yegâne destekçisi olan MHP de işin kolayına kaçarak “Kaldırılsın, kapatılsın, satılsın” yolunu seçmiştir. Yazık ki ne yazık!

Yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi şeker ve kâğıt fabrikalarının büyük ölçüde elden çıkarılması geniş anlamda bakıldığında devlete kâr değil zarar ettirmiştir. TELEKOM ve TEKEL’e ait varlıkların satışı örneklerinde olduğu gibi özelleştirmeler alanları zengin ederken devlet adeta bakakalmıştır. 

Halk arasında, “Kedi ulaşamadığı ciğere pis dermiş” diye bir tabir vardır. Onun gibi, iktidar sahipleri de yönetemedikleri ya da verim alamadıkları şirketleri, kurum ve kuruluşları “Ver kurtul, sat rahatla” mantığı ile elden çıkarma yoluna gitmemelidir. Keza, yönetimlerini beğenmedikleri sivil toplum kuruluşlarını hukuka havale etmek varken ya da havale etmişken kabul görmüş isimlerini değiştirme yoluna gitmek doğru değildir. Hele de o kurum ve kuruluşun adında “Türk – Türkiye” ibareleri varsa, o ibareleri kaldırmak/kaldırtmak ancak ve ancak kötü niyetlilerin işine yarar. 

Örnekler çoğaltılabilir ama işin özü şudur: Siyasi erk sahipleri ellerindeki varlıkları iyi ve kârlı yönetmenin yollarını arayıp gerekli tedbirleri almak yerine satıp kurtulmayı düşünmemeli, kurum ve kuruluşları yönetenlere de kızıp onların isimlerini değiştirme ya da varlık sebeplerini ortadan kaldırma yoluna gidilmemelidir. Çünkü hata yapan, suç işleyen kurum ve kuruluşlar değil insanlardır.  Kişilerin suçu kurumlara yüklenemez.