Batı dünyası karşısında geriye düşmenin kompleksi hala atlatılamadı. Batı'ya karşı gösterilen böbürlenmenin, zaman zaman siyasi nutuklara yansıyan büyüklenmelerin arkasında hep bu kompleks yatıyor. Devletleri büyük yapan faktörlerle milletleri büyük yapan faktörler çoğu zaman farklıdır. Devletlerin büyüklüğü ekonomileri, milli gelirleri, güç kapasiteleri ile ölçülürken, milletlerin büyüklüğü tarihte bıraktıkları iz, insanlığa kazandırdıkları eserler ve değerlerle ölçülür. Lakin büyük milletlerin olduğu yerde çoğu zaman büyük devletler de vardır.

Bilim adamları millet ile halkları ayırırlar. Anayasa Hukukçusu Erdoğan Teziç'e göre, Halk, belli bir dönemde yaşamakta olan bireyleri, somut bir varlığı ifade ederken, millet, geçmiş ve gelecek nesilleri kapsayan manevi bir varlığı ifade eder. Halkı, millet şemsiyesi altında yaşayan farklı toplulukların tanımı için kullananlar da vardır. Büyük bir milletin tarihin herhangi bir döneminde küçük, tarihle bağını koparmış halkı olabilir. Böyle bir halk, arkasındaki tarihi birikimin çapı ne olursa olsun adını taşıdığı milletin büyüklüğüyle mütenasip işler beceremez.

Batı karşısında düşülen kompleksin en tahrip edici yanlarından biri değerlerimizi -yeniden anlamak ve yorumlamak- yerine, onlardan şüphe ederek sorgulama ve kendimize uydurma sonucunu doğurmuş olmasıdır. Bugün tedavülde olan din, aslında şüphelerimizin yeniden şekillendirdiği kendimize uydurduğumuz dindir. Bu dinin müntesipleri için mesela kaşığı sağ elle tutmak, toplumu kasıp kavuran rüşvetten daha önceliklidir. Ayakta bevletmek, adaletsizlikten daha büyük cürümdür. Sakal bırakmak, kul hakkından daha önemlidir.Bu gibi toplumlarda din veya dindarlığın ölçüsü şekilcilik ve bunun bireysel tutum ve davranışlardaki görünürlüğüdür.

Din, medeniyetlerin merkez gücüdür. Her birinin inşa edici ve ayıklayıcı bir yanı vardır. Hiç bir din neşv-ü nema bulduğu toplumun bütün değerlerini yıkıp atmamıştır. Bu kültürel malzemeyi ayıklayarak bazısını atmış, bazısını terbiye ederek yeni bir anlam üfleyerek devamını sağlamıştır. Bunun anlamı dinin girdiği her toplumda farklı kültürel değerlerle karşılaşıp, onları kendisiyle mayalayarak bırakmasıdır. Ancak dinler karşısında kültürler edilgen değildir. Tam tersine onları anlamak, yorumlamak gibi bir yetenekleri vardır. Güçlü kültürler dışarıdan gelen her değeri -bu din de olsa- yorumlayarak alırlar, güçsüz kültürler ise yorumlamaz, taklit ederler. Dinler de mutlaka onu tebliğ eden bir topluluk vasıtası ile, dolayısıyla bir kültürün yorumuna uğramış olarak gelirler. İşte güçsüz kültürler için sorun da buradan başlar, din diye o taşıyıcı kültür de ithal edilir.Din ile kültürlerin karşılıklı etkileşimleri aynı dini kodlara sahip olan farklı üsluplar çıkarır. Bu bir zaaf değil tam aksine büyük bir zenginliktir. Din böylece daha kuşatıcı hale gelir.

Başta belirttiğimiz komplekse, aşağılık duygusuna dönersek bunun günümüzdeki yansımalarını demokrasi- İslam tartışmalarında görmek mümkündür. Demokrasiyi bazıları yeni bir din inzal olmuş gibi İslam'a rakip görerek reddederken, diğer bazıları İslam'ın içinde zaten var olduğunu iddia ederek bu duygudan kurtulmaya çalışmaktadır. Oysa İslam bir din, demokrasi ise politik bir yönetim biçimidir. İkisini bir biriyle mukayese etmek ne kadar yanlışsa, İslam'a meşruiyet kazandırmak için demokrasiyi referans almak da o kadar yanlıştır. İslam meşruiyetini şu veya bu beşeri dayanaktan değil, Allah'tan alır.Bu tarz bir yaklaşım, " içinde demokrasi olmasa sanki İslam'da bir nakise olur" korkusu taşıdığından aslında ciddi bir iman zaafını ima eder. Demokrasiye illa İslami bir etiket yapıştırmaya da gerek yoktur.Çünkü İslam, herhangi bir yönetim modeli önermemiştir.Dolayısıyla demokrasi, iman/küfür zemininde ele alınarak, onu savunanlar çerçeve dışına atılamaz.

İslam danışmayı, adaleti, liyakati esas alır, yönetimlerden beklediği bunlardır. Bunları içselleştiren her model İslam'a uygundur. Önemli olan bir kavramın, bir siyasi modelin nerede ortaya çıktığı değil, önemli olan onun topluma ne vaat ettiği ve kendi kültür ve medeniyetiniz adına ondan nasıl yararlanabileceğinizdir. Zorla, baskıyla daha iyi Müslüman olunmaz. Müslümanlık bir gönül işidir ve dindarlıkla özgürlük arasında yakın bir ilişki vardır.İnsanı dindar yapan özgür tercihleridir. Bu da ancak özgürlükçü rejimlerde mümkündür. İslam dünyasından Batı'ya akan göçler sadece iş ve aş arayışı değildir, insanların nasıl bir toplum düzeni altında yaşamak istediklerinin de işaretidir. Onun için komplekslerimizi, korkularımızı bir tarafa bırakarak insanlığın ortak kazanımlarından faydalanmanın yollarını bulmalıyız. Aksi takdirde bu kompleks, bizi hem kendi değerlerimizden uzaklaştıracak, hem de dünyadan ve yaşadığımız zamandan koparacaktır. Tarihte büyük millet olmak yetmez, büyük olarak devam etmek için bugün o büyüklüğü taşıyacak bir halkın varlığı da gereklidir. Bunun yolu değerlerimizden, kutsallarımızdan şüphe etmek değil, onları doğru anlamak ve yeniden yorumlamaktır.