“…Haydi yiğit, haydi yiğit haydi yeni akına

Ülkümüzün, ülkümüzün cihan varsın farkına…”

Yukarıdaki mısralar 8 Haziran 1970 tarihinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde komünist katiller tarafından şehit edilen Ülkücü Yusuf İmamoğlu’nun Bursa Emir Sultan Kabristanındaki mezar taşında yazılıdır. Ne zaman o yılların ülkücü mücadelesine katılmış, bir yiğit dava adamının vefatını duysam, bu mısralar aklıma geliveriyor.

Bugün Ankara’da ebedi aleme uğurladığımız Bayburt’un yiğit ve fedakâr evlatlarından Yılmaz Saka Bey de ilk gençlik yıllarından, hayatının son anına kadar bu yüce ülküye inananlardandı.

O da benzerleri gibi; sadece yüce ülküye inanmakla kalmayıp, bu yüce ülkünün bütün cihan tarafından fark edilmesi için cansiperane mücadele verenlerdendi.

Sene 1973 Nisan ayı, genel merkezi Çankırı’da olan Türk Ülkücüler Teşkilatının büyük kurultayına gidiyoruz. O tarihte Çankırı Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğünü de yapan Merhum Şevket Barutcu Ağabey Türk Ülkücüler Teşkilatının Genel Başkanı olarak bizleri büyük bir sevinç ve gururla karşılıyor.

Bendeniz, Türk Ülkücüler Teşkilatının Bursa Şubesini temsilen oradayım. Türkiye’nin dört bir yanından gelen yüz elli kişiye yakın şube başkanı ve delegeyle Çankırı belki de ilk defa şehir dışından gelmiş ve büyük gayeler taşıyan böylesine kalabalık bir topluluğu ağırlıyor.

O yıllarda kalplerini Cenab-ı Allah’a sonsuz iman ve Türk milletine duydukları derin aşk ve muhabbetin doldurduğu Ülkücü-Milliyetçi Gençliğin her bir neferi gibi bizlerde yüreğimizde bütün dünyayla dövüşecek bir gücün varlığına inanıyoruz.

 

Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Türkiye’nin doğu illerinden bu coşkulu kurultaya katılan arkadaşlarımızdan hatırlayabildiklerim: Bayburt’dan Yılmaz Saka, Erzurum’dan Müeyyet Pirimoğlu, Erzincan’dan Pala Nizam ve Hasan Özaslan, Adıyaman’dan Burhanettin Özbilici, Divan Başkanı Merhum Şair-Yazar Göktürk Mehmet Uytun.

Sanki Çankırı’da değil, Altay Dağlarının eteklerinde Türklüğün mukadderatı üzerine bir kurultay yapmış gibi aynı coşku ve heyecanla geldiğimiz şehirlere dağılıyoruz.

Ve dillerimizde marşlar:

“Çankaya yokuşunda balam, Asya’nın Bozkurtları

Gönüllerde aynı ülkü, Tanrı korusun Türkü…”

“Emanet aldığımız davayı kucaklamışız, hiç arkamıza bakmadan yürüyoruz.” Yüz milyonluk Milliyetçi Büyük Türkiye’yi kurma gayesi ve onun ötesinde esaret altındaki Türk Dünyasının hürriyetine kavuşması mücadelesi…

Yine dillerimiz de marşlar:

“…Semerkantlar, Kerkükler, Semerkantlar Kerkükler,

Yaslı yaralı Türkler, yaslı yaralı Türkler,

Artık Alparslan kükrer, artık Alparslan kükrer,

Selam sana Başbuğum, selam sana Başbuğum…”

 

Aynı şevk ve heyecanla yıllarca verilen mücadeleler…

Bugün Türkiye’nin güneyinde ve doğusunda vatanın bütünlüğü, milletin birliği, devletin bekası için bölücü hainlere karşı mücadele ederken şehadet mertebesine ulaşan aziz şehitlerimizin al bayrağa sarılı tabutlarının gelişi gibi, Türkiye’nin dört bir yanında o yıllarda da komünist katiller ve bölücü eşkıyalar tarafından şehit edilen yüzlerce Ülküdaşlarımızın arka arkaya gelen şehadet haberleri…

Evet, “Bizim en iyilerimiz şehit oldular.”

Kim ne derse desin, Ülkücü-Milliyetçi gençliğin o yıllarda ki destanlık mücadeleleri bir gün tarihin şeref sahifelerine kaydedecektir.

Sonrası 12 Eylül… Bir işgal ordusunun dahi reva görmeyeceği zulüm ve işkenceleri kendi insanına reva gören 12 Eylül’ün cellâtlarının zulüm devri...

Yılmaz Saka, Türk Ülkücüler Teşkilatı Bayburt Şubesi Başkanlığından sonra Erzurum Yüksek İslam Enstitüsüne kaydolur. O Erzurum’da da Ülkücü-Milliyetçi mücadelelerin hep ön saflarındadır. Taa çocukluk yıllarından itibaren çok başarılı bir dini tahsil hayatı olmuştur. İslami meselelere son derece vukufiyeti vardır. Hafız-ı Kuran’dır.

12 Eylül öncesinde Erzurum Ülkü Ocakları eski başkanlarından Muammer Cindıllı Bey’le beraber Erzurum, Ağrı, Kars, Gümüşhane, Erzincan, Bingöl illerindeki Ülkücü-Milliyetçi Teşkilatların eşgüdümünden ve Ülkücü Gençliğin eğitiminden sorumludurlar. Bu bölgede ayaklarının basmadığı köy kasaba ilçe şehir kalmamıştır. Binlerce Ülkücü- Milliyetçi imanlı, vatansever gencin yetişmesini sağlarlar. Ülkücü hareketin uç beyleridirler.

12 Eylül Darbesi olur. Birçok gençlik lideri arkadaşımız gibi Yılmaz Saka Bey’de hakkında verilen gıyabi tevkif kararıyla aranmaktadır. Evlidir. O tarihte üç kız evladı vardır. Ankara’da saklanmaktadır. Kod adı “Sakazade Uzuni”dir. Yine kendisi gibi kaçak duruma düşen ve “Hurşit Bey” ismini kullanan rahmetli Süleyman Koçel Bey, “Beşir Ağa” ismini kullanan Lokman Abbasoğlu’nun Abidinpaşa’daki evinde bir araya gelirler: Faik İçmeli, Hakkı Şafakses gibi yine Ülkücü Teşkilat eğitimcilerinin de katılmasıyla dertleşirler, vazife taksimi yaparlar.

O zor şartlar altında ülküdaşlarına hizmet koşuşturmasına devam ederler. Hepside evli çoluk çocuk sahibidirler. 12 Eylül’ün cellâtları tarafından aranan bu arkadaşlarımız kendi dertleri yetmezmiş gibi Mamak Cezaevindeki zulüm zindanlarında çile çeken ülküdaşlarımız ve bir kısmının Ankara’daki aile ve yakınlarının, hastanelerin mahkûm koğuşlarında yatan Ülküdaşlarının ihtiyaçlarını temin için kollarını sıvayıp seferber olmuşlardır.

Hafta sonları o zamanlar Ankara İmam-Hatip Lisesine sürgün edilen Merhum Tuğman Ciranoğlu Ağabey ayağında şalvarı başında sekiz köşeli Elazığ kasketiyle aralarına katılır, gümrükten geçmemiş fıkraları, mizah edebiyatının en çarpıcı örnekleriyle bu “kaçaklar”ı gülmekten yerlere yatırarak;“Hadi bana eyvallah bu size bir hafta yeter.” deyip ayrılır.

Yine o günlerde yukarıda bahsi geçen arkadaşlarla birlikte elliye yakın Ülküdaşımız kimisi eşinin bileziklerini satarak, kimisi zor günler için kenara ayırdıkları üç beş kuruşu çıkararak, kimisi babalarından akrabalarından borç para alarak “MAYAŞ” isimli bir matbaacılık şirketinin kurulmasına öncülük ederler. Burada yapılacak basın yayın faaliyetleriyle Ülkücü-Milliyetçi hareketin toparlanmasına bir nebze olsun katkıda bulunacaklardır.

O günlerde Beşir Ağa bir ihbar üzerine evine yapılan bir baskınla tutuklanıp Mamak Cezaevine gönderilir. Birkaç ay sonra Yılmaz Saka Bey de sıkıyönetim makamlarına teslim

olur. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasının sanıklarından olmasına rağmen hakkında önemli bir iddia ve delil oluşturulamadığı için dört, beş aylık tutukluluktan sonra tahliye olur.

12 Eylül yılları, Ülkücü-Milliyetçi Hareketin üzerinden bir buldozer gibi geçen yazmakla, konuşmakla anlatılamayacak kadar bir büyük zulüm dönemi.

Merdin dayanıp namerdin kaçtığı, Ülkücü yiğitlerin idam sehpalarına cesaretle yürüdüğü, evlerin ocakların dağıtıldığı, bir zulüm dönemi.

“…Ey Ekmeği alınanlar! Selam sizlere!

Ey rütbesi çalınanlar! Selam sizlere!

Kardeş yahut arkadaştır diye evleri,

Ocakları dağıtılan ülkü devleri!

Selam size! Üstünüzde bütün bakışlar,

Bir gün olur, tarih sizi elbet alkışlar!

İşte bu dönemi içeride de dışarıda da iliklerine kadar yaşayan bir mücadele adamı Yılmaz Saka.

Vakur, kendinden emin, her zaman kitabın ortasından konuşan, tavırlarıyla kendisini tanıyan herkesin ilk anda sevgi saygısını kazanan, gönlü, sofrası açık bir dost insan Yılmaz Saka.

Sonra rahmetli Süleyman Koçel Bey ile birlikte Kızılay Sümer Sokağında bir binanın bodrum katında Gökkuşağı Tekstil ismiyle eşofman ve spor malzemeleri imalatı yapan bir giyim şirketi kurdular. Ticarethanelerinin daracık mekânında çoğu zaman kendileri oturacak bir yer bulamazlardı. Mamak tutuklularını ziyarete gelen veya Mamak Mahkemelerini takibe gelen Ülkücü aileler, o yıllarda işlerinden, mesleklerinden atıldığı için boş gezen arkadaşlar… Esir kamplarından, sürgün hayatından teker teker dönen Birinci Cihan Harbi Gazileri gibi cezaevlerinden yeni yeni tahliye olan ve Ankara’ya gelen Ülkücüler –bendenizde dahil- dükkânlarının müdavimleriydiler.

Çaylar içilir, mütevazı sofralarda lokmalar paylaşılır, yazıhanenin telefonu ticari işlerden ziyade bu misafirlerin haberleşmeleri için kullanılırdı. Tabii ay sonunda gelen yüklü telefon faturalarını ödemekte bu fedakâr insanlara ve değerli ortakları Ahmet Bayanlı’ya düşerdi.

Daha sonra Keçiören’de Günışığı Tekstil ismiyle rahmetli Süleyman Koçel Beyle beraber ticari hayatlarına devam ettiler. 90’lı yılların başında elim bir trafik kazasında kaybettiğimiz merhum Süleyman Beyle bu ikilinin benzeri Ülkücüler gibi en bariz hususiyetleri dost canlısı, fedakâr, vefakâr insanlar oluşlarıdır.

Hayatları boyunca nerede bir hasta varsa onun ziyaretinde, nerede bir Ülküdaşımızın cenazesi varsa cenazesinin başında Kuran okuyup dua ederek hazır bulunmuşlardır. Ticari amaçla da olsa gittikleri her şehirde Ülkücü Şehitlerimizin ailelerini, Ülkücü Gazilerimizi ve 70’li yılların dostluklarını taze tutmak için Ülküdaşlarını hep ziyaret etmişler, arayıp sormuşlardır.

Yılmaz Saka Bey 1992-1996 arası iki dönemde Türk Ocakları Genel Merkezi’nde merkez heyet üyesi olarak çok hayırlı ve başarılı hizmetler vermiştir. İş hayatında ki tertip ve düzeninin, titizliğinin Türk Ocakları yıllarındaki hizmetlerinde de devam ettiğinin bizzat şahidiyim.

Baki olan Allah’tır.

Yılmaz Bey’i son iki seneye yakındır devam eden bir amansız hastalığın pençesinden kurtaramadık. 23 Mart, saat 02.00 sularında uzun zamandır tedavi olduğu Gazi Hastanesi’nde ruhunu teslim etti.

Tedavisi süresince onkoloji bölümü hocalarından değerli arkadaşımız Prof. Dr. Ahmet Özet Beyle Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sacit Turanlı Bey’in vicdan sahibi her hekim gibi hastalarıyla yakinen meşgul olmanın ötesinde, çok yakın dostane, kardeşane alakalarını burada zikretmeden geçemeyeceğim.

Milletimize ve Türk milliyetçiliği davasına çok hayırlı hizmetleri geçen Yılmaz Saka Bey’in bu hayır ve hizmetleri yetiştirdiği pırıl pırıl beş evladı ve torunlarıyla inşaallah nesilden nesile devam edecektir.

Dostluğunu arkadaşlığını daima özleyeceğimiz Ülküdaşımız, can dostumuz Yılmaz Saka Bey’e ve bu vesileyle andığımız Süleyman Koçel Bey’e Cenab-ı Haktan sonsuz rahmetler diliyoruz. Başta Saka ailesi olmak üzere camiamıza baş sağlığı diliyoruz. Birer kul olarak bu dünyada olmuş ve olabilecek olabilecek taksiratlarından dolayı Allah’ın affını niyaz ediyoruz.

Ruhları şad, mekânları cennet olsun.

 

Efendi Barutcu

Editör: TE Bilişim