Bu bir hüküm. Bu hükmü sorgulamanız da mümkün. Bazı insanî ölçülerde ilerlediğimizi, bazılarında yerinde saydığımızı hatta gerilediğimizi de söyleyebilirsiniz. Bu sorgulamaların ve eleştirilerin hepsi daha iyi bir toplumun kapısını zorlamak demektir. İyidir ve faydalıdır. Solu marjinalleştiren, toplumun, tarihin ve bütünüyle gerçekliğin dışına iten eleştirileri de dahil.

Dev gibi bir adım atılıyor. Başbakan Dersim için, devlet adına özür diliyor. Soldan gelen en makul eleştiri: 'Olmaz, Maraş için de, Çorum için de özür dilemeli.' Hepsi birden, toptan halledilmeyince olmuyor demek. Tüh ki ne tüh. 19 Mayıs törenleri iptal ediliyor. En akıllısı, en mantıklısı diyebileceğiniz Yıldırım Türker bu törenlerin iptali ile 'tutuklu gençlerin rahat bir nefes almaları' arasındaki ironik tarihî determinizmi bir çırpıda keşfediyor.

12 Eylül darbecileri savcılar tarafından sorgulandı, iddianame kabul edildi ve yargılama başladı. Bir 12 Eylül mağduru sıfatıyla bu davaya müdahil olarak başvuranlardan biri de benim. Bugünleri görebilmek için 12 Eylül 2010 referandumunda Anadolu'yu karış karış dolaştım. Referandumda 'evet' kampanyasına destek verdim. Referandumda feminen bir kampanya yürüten ve 'ne evet, ne de hayır' diyen 78'liler Hareketi sözcüsü Celalettin Can şimdi de '12 Eylül darbecilerinin yargılanma sürecini' kendilerinin başlattığını söylüyor. Referandumda 'hayır' kampanyası yürüten ÖDP'li Alper Taş ise 'evet ama yetmez' moduna geçmeyi başarıyor. Ona kalsa, kendi kaleminden çıkma bir iddianame hazırlanana kadar kimse yargılanmamalı.

'Nerden baksan tutarsızlık.' Sorun da bu tutarsızlıklarda. Bu tutarsızlıkların tek tutarlı açıklaması var: Solun fikri ile zikri aynı değil. Küçücük, minicik 'kadrolar'la bir bakla oda bir sofa örgütlerde göz göze, diz dize yaşamak onlara yetiyor. Demokrasi ve özgürlükler geliştiği zaman Ergenekon'un kuyruğuna takılıp ilerlemeye engel olmak için, demokrasi ve özgürlükler adına bağırıp-çağırmaları tutarsız mutluluklarına zarar vermiyor.

Tutarsızlık sol ile sınırlı değil. Pazar günü Adana'da, Kitap Fuarı'nda bir söyleşim vardı. Salonda BDP'liler, MHP'liler, ADD yöneticileri, İnsan Hakları savunucuları, Halk Evleri mensupları ağırlıktaydı. Hepsinin ortak paydası, bana muhalif olmalarıydı. Adanalıların her zaman hayranlık duyduğum kendilerine has özgüvenleriyle eleştirilerini sıralarken beni bırakıp kendi aralarında tartışmaya başladılar. Türkiye'de nispeten homojen bir iktidar var. Heterojen muhalefetin içinde ise giderek basınç birikiyor. Aslında muhalif olanların kendi aralarındaki anlaşmazlıkları, iktidarla olan uyumsuzluklarından daha fazla.

Yıllar önce Ecevit'in 'Gardrop Atatürkçülüğü' adını verdiği şekilciliği ve Atatürk simsarlığını eleştirdiğiniz zaman 'Atatürk düşmanı' ilan ediliyorsunuz. 19 Mayıs törenlerinin faşist İtalya'dan aşırma olduğunu dile getirdiğiniz zaman ise Millî Mücadele'ye karşı çıkmış oluyorsunuz. Kimsenin aklına 19 Mayıs'ta Bandırma Vapuru'nun Samsun'a gelişi ile Recep Peker'in 1937 İtalya seyahati sonrası taklidine giriştiği faşist kitle ritüelleri arasında, içinde mantık kırıntısı olan bir bağ kurmak gelmiyor. Atatürkçüler hiç olmazsa Hasan Rıza Soyak'ın anılarını okuyup, 30'lu yılların faşist özentilerini öğrensinler.

Tekrar sola gelelim: Sol, marjinalliğin küçük dünyasında mutlu olabilir. Ama bizler onların daha fazla mutlu olmasını ve bu mutlulukla Türkiye'ye katkıda bulunmalarını bekliyoruz. Hiç olmazsa diyalektiği yeniden öğrensinler. Tarihin ilerici ve gerici güçler arasındaki diyalektik gerilimle yürüdüğünü hatırlasınlar. 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasının, Dersim özrünün, Türkiye'de beş yıldır devlet içindeki çeteler marifetiyle cinayet işlenmemesinin ve faşist stadyum ritüellerinden kurtulmanın bir ilerleme olduğunu belki o zaman kavrayabilirler. Kavrayabildikleri zaman, işte o zaman kendileri olmayı da başarabilirler.

1969 yılının 19 Mayıs'ında Deniz Gezmiş ve arkadaşları ne yapmıştı? Hiç olmazsa kendi tarihleriyle tutarlı olmayı deneyebilirler.

Editör: TE Bilişim