
Adnan Hazır
Türkiye üzerindeki tehditler
İsrail ve onu destekleyen küresel aktörler, uzun yıllardır Orta Doğu coğrafyasında şiddet, işgal ve istikrarsızlık politikaları yürütmektedir. Gazze'de sivil halkın üzerine bomba yağdırırken, uluslararası kamuoyunun tepkisini hafifletmek adına zaman zaman "geçici ateşkes" ilan etmektedir. Ancak bu ateşkesler, saldırı stratejisini başka cephelere kaydırmak için bir manevradan ibarettir.
Son dönemde İsrail, Gazze'de saldırılara ara verirken eş zamanlı olarak Lübnan’ın güneyine yönelik operasyonlar başlatmış, tarihsel olarak “vaat edilmiş topraklar” olarak gördüğü bu bölgenin bir kısmını fiilen işgal etmiştir. Ardından Yemen'e hava saldırıları düzenlemiş, Suriye'de ise hem rejim hedeflerini vurmuş hem de belirli alanları işgal etmiştir. Suriye topraklarının tamamı da, Siyonist ideolojinin hedeflediği coğrafyanın içindedir.
İsrail'in saldırgan politikaları, geçici ateşkes süreçleriyle taktiksel olarak yön değiştirmekte; hedefler değişmekte ancak niyet sabit kalmaktadır. Gazze ve Suriye'de tekrar ateşkes ilan edilmesinin hemen ardından bu kez İran hedef alınmıştır. Suriye'nin başkenti Şam'a kadar uzanan bombardımanlar, İsrail’in bölgesel hedeflerinin derinliğini göstermektedir.
Siyonist doktrinin nihai hedeflerinden biri de, Fırat Nehri'nin doğduğu yer olan Anadolu’dur. Bu bağlamda Türkiye, yalnızca coğrafi olarak değil, tarihsel ve kültürel bağlamda da bu tehdidin nihai hedefidir.
İsrail, Türkiye'nin huzur ve istikrar içinde yaşamasını, teknoloji üretmesinin ve özellikle yüksek teknolojiye dayalı savunma sistemleri geliştirmesinin önünde büyük bir tehdit olarak durmaktadır. ABD ve Batılı müttefikleriyle birlikte, PKK, YPG, PYD gibi terör örgütlerini açık ya da örtülü biçimde desteklemekte, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmayı hedefleyen bir cephe siyaseti izlemektedir.
Türkiye, yaklaşık 40 yıldır bölücü terörle mücadele etmekte; bu süreçte 50 binden fazla şehit ve gazi vermiş, ekonomik açıdan yaklaşık 3 trilyon dolar kayba uğramıştır. Bu durum, yalnızca bir iç güvenlik meselesi değil, aynı zamanda emperyal güçlerin Türkiye'yi zayıflatma stratejisinin parçasıdır.
Türkiye’nin hedef alınmasının temel sebepleri arasında; Türk kimliği, İslam inancı, coğrafi konumu ve tarihsel derinliği yer almaktadır. Bu ülke, sıradan bir ulus-devlet değildir. Kadim bir devlet geleneğine, binlerce yıllık arşiv ve diplomasi tecrübesine sahiptir. Sahip olduğu tarihsel birikim, yaşadığı coğrafyadaki tüm etnik, dini ve siyasi dinamikleri derinlemesine analiz edebilecek düzeydedir.
Ancak tehditler yalnızca İsrail’den ibaret değildir. Küresel dengelerde yer alan Ermenistan, Yunanistan, İran, Rusya, ABD, İngiltere, Fransa, Çin, İtalya gibi ülkeler; doğrudan ya da dolaylı olarak Türkiye'nin stratejik bütünlüğünü tehdit edebilecek potansiyele sahiptir. Bu ülkelerin desteklediği terör yapılanmaları PKK, KCK, PYD, SDG, DEAŞ ve benzeri yapılar Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit etmeye devam etmektedir.
Sonuç olarak, Türk milleti tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de tetikte olmak, güçlü kalmak, birlik ve beraberlik içinde hareket etmek zorundadır. Bu coğrafyada ayakta kalmak; ancak tarih bilinci, stratejik akıl ve milli duruşla mümkündür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.