Geçtiğimiz günlerde bir çalışma çerçevesinde AK Parti’nin programını yeniden incelemem gerekmişti. Nerede ise bütün bölümlerini yeniden okuma fırsatım oldu.

Özellikle “Temel Haklar ve Siyasi İlkeler” ile “Kamu Yönetimi” bölümlerine yoğunlaştığımı farkettim.

Yakınımda oturan kızımın “Dakikalardır niçin muzip bir şekilde bıyık altından gülüyorsun” sözü ile kendimi satırların arasından aldım. Sonra öğrendim ki dakikalarca yüzüme yansıyan garip hareketleri izlemiş.

AK Parti Programında gerçekten demokrasinin yerleşmesi için atılması gereken adımların hemen hepsi vardı. Bazıları şöyle belirlenmiş:

- Kuvvetler ayrımı ilkesi hassasiyetle uygulanacaktır. Yasama, yürütme ve yargı güçleri arasında ve denge denetim sağlanacaktır.

- Yargıç tarafsızlığı ve yargı bağımsızlığı tam olarak sağlanacak, yargıç güvenceleri korunacaktır.

- Kolluk kuvvetlerindeki uyum ve hiyerarşiyi bozmamak kaydıyla, adli kolluk kurulacaktır.

- Çağdaş demokrasinin en çok önemsenen niteliklerinden biri çoğunluğun hiçbir şart altında temel hak ve hürriyetleri tartışma konusu yapmaması ve azınlıkta bulunanların hak ve özgürlüklerine saygılı olmasıdır.

- Azınlıkta kalan görüşlerin ve muhalefet hakkının anayasa ile güvence altına alınması demokrasinin çoğulcu niteliğini pekiştiren bir unsur olarak kabul edilmektedir.

 - Kamu yönetiminde şeffaflık, hesap verme sorumluluğu ve öngörülebilirlik, yönetimin her alan ve kademesine yerleştirilmelidir.

Bu yazının amacı AK Parti’nin program incelemesi değil.

3 Kasım 2002 sonrasında iktidara gelen AK Parti, hakkını teslim etmek gerekir ki o dönemde çok ciddi adımlar attı.

İşte bu adımlar sayesinde Türkiye bölgesinde ve dünyada parlayan bir yıldız olmaya başladı.

- O döneme kadar Türkiye’nin adını hayırla anmayan ülkelerin liderleri, iktidarın yaptıklarından övgü ile söz etmeye başladılar.
- Türkiye yurt dışı yatırımların gözde ülkesi haline dönüştü.
- TC pasaportunun yurt dışında itibarı arttı.
- İşadamları, dünyanın farklı ülkelerinde hayalini kurmakta zorlandıkları işleri alır hale geldiler.
- Batı ve Doğu medyasında hemen her gün Türkiye ile övücü haberler yer alır oldu.

12 Eylül 2010 referandumu ile artık “muktedir” de olduklarına inanan iktidar sahipleri değişmeye başladı. İnsan hakları ve demokratikleşmede attıkları adımlarla hayranlığımız uyandıran hükumet mensupları, artık kimseye kulak vermez ve bildiğini okur hale dönüşmeye başladı.

Yapılan her eleştiri sahibi susturulma yoluna gidildi. Dostlarından gelen eleştirilere kulak tıkadılar. Dün yapılan övgüler birer belge gibi sunulurken, şimdi medyaya yansıyan eleştiriler, "Bizi çekemiyorlar" şeklinde içeri yansıtılır oldu.

Kurdukları havuz sistemi ile medyayı ele geçirme ve susturmayı başardıktan sonra toplumun duyduğu tek ses Erdoğan’ın sesi oldu. Medya, muhalif her sese kulak tıkadı.

Artık toplumun desteğini aldığını düşünenler, dün terazinin kefesinde pozitif ne varsa onları hoyratça savurdu.

Devlet kendilerinin ve istedikleri gibi tasarrufta bulunabileceklerini sandılar. Günümüz dünyasında aile şirketlerinin bile yönetilemediği yöntemlerle bu ülkeyi idare etmeye kalkıştılar.

Dün ak dediklerine kara, dost dediklerine düşman demeye başladılar. Gücün verdiği sarhoşluk ve nobranlıkla kendilerinden olmayana yaşama hakkını haram kıldılar.

Bulaştıkları yolsuzlukları örtmek için giriştikleri hukuksuzluk batağında her geçen gün daha büyük yanlışlar yapmaya başladılar. Bir yalanı örtmek için kırk yalan uydurmak gerektiği gibi, yaptıkları hırsızlığın ortaya çıkmaması için diktatörlüklerde bile görülmeyen hukuksuzluğa imza attılar.

Rejimin adı demokrasiden Erdoğan Rejimine dönüştü. Türkiye’yi, kendinden olmayanlar için açıkhava cezaevine çevirdiler.

Ülke, Erdoğan’ın etrafındaki kifayetsiz muhterislerin elinde her geçen gün kan kaybeder hale geldi.

Erdoğan’ın ülkede uygulamaya koyduğu rejim;
- Dünyanın Türkiye’ye bağladığı umutları kırdı,
- Bölge ülkelerinin dostluğunu düşmanlığa dönüştürdü,
- Türkiye’de yaşayan on milyonlarca insanın hayatını ve geleceğini tehlikeye attı.

Adalet terazisi ile ölçmeyen zalimlerin sonu ne oldu ise Erdoğan’ı da aynı sonun beklediğini artık herkesin görme vakti geldi. Demokratik temelli ülkelerde bu sonun daha kısa olduğunu hepimiz göreceğiz.

Ünal TANIK / Rotahaber

Editör: TE Bilişim