Yazıma rahmetli S. Demirel’in şu veciz sözüyle başlamak istiyorum: “ Köy okulları olmasaydı, ben bir çobandım.

Dünya neyle uğraşıyor? Yapay zekâyı, bilişim çağını, dijital dünyayı. Biz ne ile uğraşıyoruz? Deve sidiğini, organik hoşafı, imam-hatipli sayısını,cebe sığacak seccadeyi, Taksim meydanına camii!.

Eğitim sistemini bir türlü çözemedik. Hep şekilde kaldık. Bitişik dik yazı uygulamasını eğitimde başarı, 18 yılda yedi eğitim bakanı değiştirmeyi de reform sandık.

Zorunlu eğitimi, 12 yıla çıkarttık. Öğrenciyi okulda tutamıyoruz. Özel ya da devlet okulunda hiçbir öğrenciye okulu sevdiremedik. Kırsalımızda öğrencileri adeta unuttuk. Taşımalı eğitim diye bir ucube yarattık. Kime ne gibi yararı varsa?

Birilerinin “Türkiye artık 1923’lerin cüce ülkesi değil” dediği Cumhuriyetin ilk yıllarında bile Anadolu’nun en ücra köşelerine okullar açıp öğretmenler gönderdik. Ülke aydınlansın diye!

Her şeyin bolluğunu yaşadığımız, lüks ve israfın diz boyu olduğu dönemde sade ücra köy okullarını değil, köyleri de unuttuk. Bu, böyle gitmeli mi? Elbette hayır!

Güzel yurdun her yöresinde köy var. Biz demiyoruz ki, köye dayalı bir toplum olalım. Fakat köysüz bir ülkede düşünülemez değil mi? Cumhuriyetin ilk yıllarında, nüfus, köy ağırlıklıydı. Köylü şehirlere taşındıkça sevindik. Medeni ve kalkınmış bir toplum oluyoruz sandık.

Ne zamana kadar?

Buğdayı, domatesi, mercimeği, sarımsağı, pirinci, mısırı, eti, samanı ithal edinceye kadar!. Bilinçsizce köylümüzü, çiftçimizi özetle üretenimizi şehirlere özendirdik. Ardından ne zorluklarla açtığımız köy okullarını kapattık. Okulsuz köyler, şehirde olmayı tercih ettiler.

Yetmedi, hızımızı alamadık. Büyükşehir yasası ile o üretim odaklı köylerimizi şehirlere bağlayıp mahalle yaptık. B, Şehir yasasının acilen gözden geçirilmesi şart.

Şehre gidemeyenler için, Yatılı Bölge Okulları açarak eğitimi çözmek istedik. Fakat köylü, 7-10 yaşındaki yavrularını bu okullara göndermek istemedi. Aynı köylü, çocuğunu Köy Enstitülerine gönderebilmek için enstitülerin önünde kuyruklar oluşturmaktaydı.

Yasalara göre İlköğretim, mecburiydi ve devlet okullarında parasızdı. Bir yol bulmalıydık. Bunun üzerine Taşımalı Eğitim sistemini icat etik. Hava şartları uygun olduğunda, sabahın köründe bir minibüs yola çıkıyor, köy köy dolaşarak, topladığı uykulu çocukları daha merkezde olan bir okula götürüyor. Akşam da aynı şekilde eve getiriyor.

Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkardık. Sağlıklı işliyor mu? Takibi konusunda ciddi zaaflarımız olduğu söyleniyor. İlk, orta ve lise çağında kaç çocuğumuz var, kaçı sağlıklı eğitim alıyor? Bu konuda da net bir bilgi yok. Kırsaldaki çocukların ne kadarının nüfusa kayıtlı olduğu da sağlıklı değil.

Eğitimde çağı yakalamak, bu kayıt sorununu doğru çözmekle olur. Köy okulları, bu işi daha düzgün yapıyordu. Öğretmenler köyde doğanı da, öleni de biliyordu.

Öğretmenler köylerde, cumhuriyetin de temsilciliklerini yapıyordu. Ne yazık ki, köy okulları kapatıldı, öğretmenler köylerden alındı milli bayramlar, köylerde kutlanmaz oldu. İmam arkadaşlar bu işi asla yapmıyorlar. Sanki milli bayramları kutlamak sade öğretmenlerin görevi imiş gibi!.

2013’de 35 bin civarında köy vardı. Şimdi ne kadar kaldı bilemiyoruz. Fakat ithal ettiğimiz tarım ürünlerinin çeşidine bakınca köyü, köylüyü ve tarımı bitirdiğimizin resmini görüyoruz.

Onun için, köy okullarını derhal açmalıyız. Köylüyü şehre değil, köye dönmeye ve köyde kalmaya özendirmeliyiz. Vatan ve Cumhuriyet sonsuza dek yaşasın istiyorsak..