Çünkü mahallenin çocukları Uysal Bakkaldan sadece kitap okuyarak alışveriş yapabiliyor.

Üsküdar Mimar Sinan Mahallesi’ndeki Uysal Bakkal’ı Kanber amca işletiyor.

Kitap okuyarak alışveriş yapma fikriyse geçtiğimiz yaz oğlu Fırat Bozan tarafından uygulanmaya başlamış.

Kanber amca ve Fırat’la Uysal Bakkal Kütüphanesi hakkında konuştuk.

Uysal Bakkal'ın önüne taburelerimizi çekiyoruz. “Nasıl oldu nerden aklına geldi bu fikir” diye soruyorum Fırat’a. Fırat başlıyor anlatmaya. “Ben küçüklüğümden beri dükkânda babama yardım ederim. Tabii mahallenin çocukları da alışverişe geliyor. Kimi istediğini satın alabiliyor kimisi alamıyor, kimisinin parası tam çıkışmıyor. Sonuçta gelir düzeyleri farklı. Ben de ilk başta mesela dükkâna mal geldiğinde dümenden onları çağırıp yardım ettiriyordum sonra istediğiniz bir şeyi alın diyordum. Sonra bu yaz birine bir kitap verdim. Oku gel bana anlat sonra ne istersen al dedim.

Tabii diğer çocuklar da öğrenmiş Uysal Bakkal kitap okuyana hediye veriyor diye bütün mahalle duymuş. Bir defasında dükkândayım daha önce hiç görmediğim bir çocuk geldi: ‘Fırat abi sen misin?’ dedi. Evet dedim. ‘Fırat abi sana Kristof Klomb’u anlatacağım’ dedi. Neden dedim. ‘E bir şeyler veriyormuşsun’ dedi.” Fırat bunları anlatırken gözlerinin içi gülüyor. Bu arada biri yanımıza yanaşıyor. “Kanber Amca, Ahmet anahtarı bıraktı mı?” diye soruyor. Kanber amca, “Ahmet geleli iki saat oldu” diyor genç adama. Kanber amcayla gülüşüyoruz. “semt esnafı olmanın sorumluluğu vardır” diye giriyor söze Kanber amca. “biz burada sokağın gözü kulağı gibiyiz. Mahalledeki bütün çocuklar bana emanettir. Biri koşarken düştü mü, ilk ben görürüm. İlk ben giderim yanına. Karınları mı acıktı, ekmek arası yaparım. Anahtar bırakanlar, hesap defteri tutturanlar… İnan defteri görsen şaşırırsın. Kimisi gelir bilirim durumu yok. E vermeyecek miyiz?

Nerede kaldı dostluk, komşuluk.

Vermezsek ne farkımız kalır diğerlerinden? Bilirim çok sonra verecek aldıklarını ya da hiç vermeyecek ama veririm. İnsansak insanlığımızı yapmak zorundayız. Ben insanları sevmeyi on dört yaşımdayken öğrendim: O zamanlar İstanbul’a yeni gelmişim. Ailem köyde, burada evim yok. Geceleri hanlarda kaçak kalıyorum. Hastalanmıştım bir öğretmen vardı bana bir battaniye vermişti.

Ondan öğrendim insanları sevmeyi. Sonra okuyamadık, okuyamadık ama çocuklarımı okutuyorum. Mahallenin çocukları okusun istiyorum. Bu kütüphaneyi de çocuklar okusun diye kurmak istiyoruz. İsteyen istediği kitabı alsın okusun. Fırat bana anlattığında olur oğlum dedim. Okumaktan zarar gelmez.” Fırat’a dönüyorum tekrar. “Peki” diyorum, ne oldu nasıl gelişti olaylar. Mesela çocuklar ne yaptı? “İşte bu Kristof Klomb olayından sonra çocuklar bana bize kitap alırsan okuruz dediler. Bana yüz sayfa al bana beş yüz sayfa al diye birbirleriyle yarış yapıyorlar. Ben de tamam dedim. Gittim çocuk kitapları aldım.

Gerçekten hepsi okumaya başladı. Okuma yazma bilmeyen küçükler var onlara da okuma yazma bilenler sesli olarak okuyor bir şey alabilsinler diye. Tabii şöyle kurnazlıklar da var: Mesela Turgay, Turgay Küçük Kara Balık'ı okumamış. Okuyan birine zorla anlattırmış. Çünkü okudukları hakkında sorular soruyorum onlara.

Anlattırıyorum ben de.

Geldi bana dedi ben Küçük Kara Balık'ı okudum anlatacağım. Anlat dedim. Anlatan çocuk nasıl anlatmışsa artık, bir de kendi cümlelerini ekleyerek anlattı masalı bana. Küçük Kara Balık'ı komşulara sormuşlar şeklinde anlattı. Ben de anladım tabii. Yukarı mahallenin çocukları sizden daha çok okuyor haberin olsun Turgay dedim. Bir de canın ne istiyorsa al, ama kitabı tekrar oku tekrar anlat bana. Nasıl bizden daha fazla okuyorlar Fırat abi dedi. Valla dedim Öyle. Beş dakika sonra bizim sokağın bütün çocuklarını toplayıp geldi.

Hepsine birer kitap verdi, ‘biz yukarı mahalleden daha fazla okuyacağız’ diye hırs yapmış. Önceden mahalle maçı rekabetleri olurdu, bizim sokakta artık kim daha fazla kitap okuyor rekabeti var. Bu da bizi çok mutlu ediyor.

Gece yatağa yattığımda böyle bir şeye vesile olduğum için mutlu oluyorum. Dükkândan aldıkları ürünler de öyle çok pahalı falan değil daha çok ailelerinin almadığı ama canlarının çektiği ürünler. Bu konuda da babamla küçük bir tartışma yaşadık. Bu işi ben başlattığım için çocukların aldığı ürünleri ben karşılayacağım dedim. Babam da olmaz sen öğrencisin ben hallederim dedi.

Benim de ona gönlüm razı gelmedi. Artık eğer dükkânda babam varsa alınan ürünü babam karşılıyor ben varsam ben. Böylece anlaştık.” Bir Fırat’a bir Kanber amcaya bakıyorum. Eski Türk filmlerindeki iyi adamlar geliyor aklıma. Böyle insanlar sadece filmlerde olur diyoruz ya hani. Fırat’la Kanber amca filmlerdeki gibiler, üstelik çok gerçekler.

Ne mutlu böyle insanlar var. Bu dünyayı böyle iyi insanlar kurtaracak. Bu dünyayı biz kurtaracağız. Bakkal Kanber amca kurtaracak. Bu dünyayı okuduğu kitapla aldığı gofretin tadını unutmayan çocuklar kurtaracak.

Eğitimci Yazar Ayla Ağabegüm sayfasından alıntıdır.

Editör: TE Bilişim