“Memleket gündemini meşgul eden kumpas hikâyelerinden ve zehir zemberek beyanatlardan bunalıp, bu ‘yüksek’ siyaset dünyasını takip etmeye bir ara vereyim” diyorum ve evin kapısını gündemin üstüne kilitleyip kaçıyorum resmen. Sokakta olmakta hayır vardır. Rotam belli: Kadıköy Yeldeğirmeni’ndeki Don Kişot (İşgal) Evi. Birçok habere de konu olmuş bir yer burası. ‘Gezi Direnişi’yle birlikte faalleşen park forumlarından birinde, mahallede 15 yıldan uzun süredir sahipsiz bırakılmış bir binaya hayat verme fikri ortaya atılıyor. Binanın ihtilaflı hikâyesi ise bu yazıyı aşacak kadar uzun. Hani şu, aynı evi birden fazla kişiye satıp sırra kadem basan müteahhit hikâyelerinden ve bitmek bilmeyen bir mülk davası süreci. Gezi’den de doğan cesaretle, Yeldeğirmeni Dayanışması tarafından gerçeğe dönüştürülebiliyor bu fikir. Mahallelinin de desteğini, çayını, ikramını alarak binayı ihya ediyorlar ve böylece bir sosyal merkez kazanıyor Yeldeğirmeni. 
Benim Don Kişot’u bu seferki sebeb-i ziyaretim ise -tabiri caizse- hayırlı bir  . Mahalleden Zelal ile Barış evleniyorlar ve davullu zurnalı düğünlerini sokakta, Don Kişot’ta yapmaya karar vermişler. Bu mekânda ilk defa böyle bir şey tertip ediliyor. Erkek tarafını temsilen ben de davetliyim. Çeyrek altınımı alıp yola koyuluyorum. Sokağın ve evin düğün öncesi halini görmek için erkenden gidiyorum. Hava kararmak üzere. Etraf, rengârenk balonlar ve ampullerle donatılmış. İçeride henüz düğün eşrafından kimse yok. Mahallenin bitirim sakinlerinden Sihirbaz Giray, Hakan ve arkadaşları bir yandan balon şişirip eğleniyorlar. Düğün hazırlıkları tam gaz yani. Tam Giray bana iskambil kartlarıyla bir sihirbazlık numarası gösterecekken kalkmam gerektiğini fark ediyorum. Az sonra düğün evinden buraya yürünecek. İki sokak ötedeki düğün evine doğru koşturuyorum hemen. Köşedeki bakkala 2.5 lirelik kola almak için sepet uzatılıyor bir evden. Her şey bir mahallede olması gerektiği gibi anlayacağınız. Reklam seti değil yani, gerçek.

Davul zurna sesleri yavaştan gelmeye başladı. Düğün evine varıyorum. Salonda göbek atılıyor hep beraber. Merdivende ve camlarda komşular... Sonra hep birlikte sokağa çıkıyoruz ve Don Kişot’a gidiyoruz davullu zurnalı. Oraya vardığımızda, daha sokağın başında cümbüş başlıyor. İçerisi de dışarısı da kalabalık. Gelinle damat Don Kişot Evi’ne girerken Cengiz Kurtoğlu’ndan ‘Gelin olmuş gidiyorsun’ çalmasına ne demeli? Takı merasimi ve tebriklerin ardından tekrar kapı önüne çıkıp hep beraber halaya geçiyoruz. Don Kişot’a emek verenler, vermeyenler, çevreden komşular, esnaf ahalisi, başka ülkelerden misafirler, öğrenciler, çoluk çocuk... Kısacası sokakta görebileceğiniz herkes orada. 
Uzun süredir bir sokak düğününe hiç denk gelmediğimi fark ediyorum o an. Kimin, nerenin davetlisi olduğunuzun öneminin olmadığı, sadece oradan geçen biri olarak da katılabileceğiniz bir düğün. Otellerin balo salonlarında, kentin mühim restoranlarında, yalılarda ya da müzikhollerde tertip edilenler gibi değil; davetli listesinde isminizi arattırdığınız bir düğün değil bu. Tam da bu sebeple böyle bir yere neden ve ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzun farkına varıyorum. Bu mekân olmasaydı nerede yapılabilirdi bu merasim bu şekliyle? Toplanma, bir araya gelme mekânlarımız fazlasıyla ‘medeni’leşmiş, -sözde- ehlileşmiş demek ki. 
Merasim bitmeye yakın, çıkıp bakıyorum binaya. Bir pankart sarkıyor: ‘Emek bizim, İstanbul bizim.’ İçimden, “E oğlan da bizim, kız da bizim o zaman!” diyorum. İyi ki o buz gibi ekranlardan ‘yüksek’ siyaseti izlemeyi bırakıp sokağa çıkmışım, diyorum. Politikaysa da gündelik hayatın ve sokağın politik varlığı hepsinden çok daha hakikatli değil mi? Hem de düğün gibi bir hakikat. Kulaklarınızı tıkayarak duymazdan gelemeyeceğiniz kadar güçlü, davullu, zurnalı. Örgütlenmekse, o da var. Sözün kısasını Ece Ayhan söylesin: “Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler” ve de ablalar.

Editör: TE Bilişim