Daha önce de konu etmiştim galiba; fazla rüya görmem, gördüklerimi de unuturum. Ancak birkaç gün önce sabaha karşı gördüğüm tuhaf rüya unutulacak gibi değildi. Tuhaflığı şu: HES kodu almak için AKP’li milletvekillerinin kartviziti/referansı isteniyor, öyle bir torpil bulamayanlar oradan oraya koşuşturuyor, söylendikçe söyleniyorlar, ben de olup bitenleri şaşkınlıkla seyrediyordum.

O arada, milletvekili olduğunu öğrendiğim biri, bir tomar kartvizitle gelip dağıtmaya başlayınca durur muyum, hemen yanına gidip -rüyada da olsa- bir güzel fırçaladım:

“Sen milletvekili misin yoksa değnekçi mi? HES kodu vermek devletin görevi ise ve herkes kolayca alabiliyor ya da çocuğuna, torununa aldırabiliyorsa milletvekilinin aracılık yapmasına gerek var mı? Zavallı insanları kandırmaktan, ‘Milletvekilimiz olmasa HES kodu alamayacaktık’ dedirtip kendinize pay çıkarmaktan utanmıyor musun?”

Milletvekili ise aldırmadan kartvizit dağıtmaya devam ediyor, bana da “Sen onları külahıma anlat” dercesine sırıtıyordu. Arada bir “Helal olsun adama, ne güzel de söyledi” gibi cümleler duysam da millet “HES kodu torpili” için nerede ise birbirini eziyordu. Gayretimin boşa gideceğini anladıktan sonra kenara çekilip hayret içinde olup biteni seyrederken yanıma gelen tanımadığım biri,

-Arkadaş, dedi. Görüyorsun işte, insanlar buna layık. Milletvekillerinin de Meclis’te doğru dürüst fonksiyonları kalmadığı için böyle İbrikçibaşılık yaparak bir işe yaradıklarını sanmaları normal. Bırak ne halleri, varsa görsünler!

Sonra, şaşkınlık içinde uyandım ve rüya olduğunu anlayınca kendi kendime “Amma da saçma bir rüya idi. Hiç öyle şey olur mu” diye söylenerek kalktım. Hatırladıkça da acı acı gülüyorum.

Bundan tuhaf rüyalar elbette vardır ama kabul edelim ki Türkiye’de yaşadıklarımız da öylesi rüyalardan farksız. Rüyamda yanıma gelen adamın yakıştırması da enteresandı doğrusu. Ne demişti? İbrikçibaşı!

Hani eskiden şehirlerde günümüzde olduğu gibi muntazam su şebekeleri; evlerde, işyerlerinde ve camilerde su tesisatları, çeşmeler olmadığı için tuvalet ihtiyaçlarında ve abdest almalarda kullanılmak üzere sıra sıra ibrikler dizilir, büyük Selatin camilerde görevlendirilen İbrikçibaşılar da onların tanzimini yapar, boşalan ibrikleri doldururlarmış.

Öyle ibrik düzeni olan camiye giderek ihtiyacını görmek isteyen vatandaş sıra sıra duran ibriklerden birini alıp tuvalete doğru yönelirken az geride duran İbrikçibaşı, “O ibriği bırak, yanındakini al” diye seslenmiş. Adam “Ne fark eder ki o da aynı bu da” deyince de İbrikçibaşı böbürlenerek, “Bu güne bugün burada İbrikçibaşıyız be adam, o kadar da sözümüz geçmeyecek mi” demiş ya hani; “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nde Cumhurbaşkanlığı kadrosunun hazırlayıp gönderdiği işleri görüşüyormuş gibi yapan milletvekilleri de adeta İbrikçibaşı ya da rüyada aklıma geliverip söylediğim gibi “değnekçi” durumuna düşürüldüler. Yapılacak iş öncelikle bu sistemden dönülerek aksayan yönlerini tamir edip tekrar Parlamenter Sistem’e geçmektir. Muhalefet partilerinin sözünü ettikleri “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”in içi doldurulmalı ve “Göç yolda düzelir” anlayışının boş vermişliğine kapılmadan önceden şekillendirilerek tam bir mutabakat sağlanmalıdır.

Türkiye şartlarında 600 milletvekili gerçekten lükstür, israftır. İllere göre yeniden bir taban ve tavan belirlenmeli, çıkaracakları milletvekili sayısı yeniden tespit edilerek İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerimizde milletvekili yığılmasının önüne geçilmelidir. Zira nüfusa göre belirlenen milletvekili sayıları aslında hiç de adil olmayıp adaletsizliğe kaynaklık etmektedir. Kaldı ki siyasi partiler oralara daha çok hatır gönül alma babında adaylar belirlemekte, seçilen milletvekillerinin çoğu seçmenleriyle hemen hiç muhatap olmadan, TBMM’de konuşma bile yapmadan, hiç önerge vermeden dönemlerini bitirmekte, bir başka söyleyişle ceylan derisi koltukların sefasını sürüp havalarını atmaktadırlar. Dolayısıyla, istisnalar hariç özellikle büyük şehirlerden seçilen milletvekillerinin kuru kalabalık halinde sayı tamamlamaktan, parmak indirip kaldırmaktan başka bir işe yaradıkları söylenemez. Nüfusu az olan illerden seçilenlerin ise seçmene daha yakın ve ulaşılabilir oldukları için memleketlerinin dertleri ile daha yakından ilgilenme imkânına sahip oldukları bellidir.

Hazır sistem tartışmaları yapılıp Seçim ve Siyasi Partiler Kanunları ile ilgili düzenlemelerden söz edilirken Milletvekili sayıları da göz ardı edilmemelidir. Bunun için öncelikle yapılması gereken 600 sayısının mutlaka düşürülüp mesela 500’le sınırlandırılmasıdır. Nüfusu az olsa da bir ilde en az 2 Milletvekili olmalı, Büyük Şehirlerdeki Milletvekili sayıları makul seviyelere çekilmelidir.

Milletvekilleri, özlük hakları ve sosyal imkânlar bakımından milletimizin bütün kesimlerinden fersah fersah öndedirler. Bu konulardaki aşırılıklar giderilerek haksızlıklar önlenmeli, Milletvekilliği bir “Meslek” olarak değerlendirilmemeli, “Süper” ya da “Ballı emeklilik” gibi uygulamalara son verilmelidir. Sırf Milletvekillerinin sahip olduğu sosyal haklardan faydalanıp “Milletvekili emeklisi” olabilmek için siyasete atılanlardan söz ediliyor. Bu böyle olmamalı, şahsi menfaatler hiçbir zaman millet menfaatlerinin önüne geçmemeli, devlet bu sakat anlayışa yol açan düzenlemeleri gözden geçirmelidir.

Parlamenter Sistem’e geçildikten sonra elbette yine dışarıdan Bakan ataması yapılabilmelidir. Ancak aileden, yakın çevreden kimselere kesinlikle yer verilmemeli, konusuna hâkim, liyakatli kişilerin atanmasına özen gösterilmeli, bu konuda şehit Bakan Gün Sazak örneği ölçü olmalıdır.

Bakanlar ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hesap verebilmeli, başlarında icraatın sorumlusu olarak da mutlaka Başbakan bulunmalıdır. Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminde hak, hukuk, adalet, eşitlik kavramlarının yeterince uygulanmasının mümkün olmadığı, olamayacağı açıktır. Çünkü adı üstünde “Partili” bir Cumhurbaşkanı’nın tarafsız olması eşyanın tabiatına ve siyasi hayatın akışına uygun değildir. Düzenlemelerde, atamalarda bir tercih yapılması gerektiği zaman normalde “Öbür partilere ayıp olmasın, onların isteklerini de dikkate alalım” demesi gerekir ama diyemez. Nitekim mevcut durumda yapılan atamalarda iktidarı kayıtsız şartsız destekleyen MHP’nin bile dikkate alınmadığı ayan beyan ortadadır. Açıkçası, siyasi ayrılıklardan dolayı milletin bir bölümünün Cumhurbaşkanı’na, Cumhurbaşkanı’nın da kendi partisinden olmayanlara iyi gözle bakmaması doğru değildir. Onun içindir ki devleti, milleti temsil eden Cumhurbaşkanı siyasetten arınarak herkesi kucaklamalı, herkes de ona saygı göstermelidir. Özlenen ve olması gereken budur.

Bütün bunlar yapıldıktan sonra millet içinde yaşanan gerginlikler büyük ölçüde gidecek, siyasi partiler arasında daha rahat bir rekabet ortamı doğacak, Milletvekilleri de gerçek hüviyetlerine kavuşarak, “İbrikçibaşı” ya da “Değnekçi” yakıştırmalarından kurtulacaklardır.