İstanbul ve Çanakkale boğazları, ülkemizin jeopolitik açıdan çok önemli doğal su yollarıdır. Asya ve Avrupa’nın deniz yolu ile birbirine bağlanmaları noktasında büyük öneme sahip olmakla beraber, Karadeniz-Akdeniz deniz ticareti yolunun da tek geçiş güzergâhıdır; böylelikle boğazlarımız ülkemiz için ne hayat derece önem arz etmektedir. Öyle ki, İstanbul boğazı için ünlü Fransız yazar Petrus Gyllius bakın ne demiş: ”İstanbul Boğazı, bütün diğer boğazlardan üstündür. Çünkü iki denizi ve iki dünyayı tek anahtarla açmaktadır.”

Yıl 1453… Boğazlar hakimiyet alanımıza girdi.

Yıl 1774… Rusya ile imzaladığımız Küçük Kaynarca Antlaşması… Ne yazık ki bu antlaşma ile Karadeniz Türk gölü olmaktan çıkmış ve Rus ticaret gemileri boğazlardan elini kolunu sallayarak geçme imkanına kavuşmuştur. Boğazlarda ki egemenliğimize ciddi bir vuruş olmuştur.

Fakat 20. yy da ise, Türkiye’nin çok akıllıca yürüttüğü bir dış politika sonrasında öyle bir sözleşme imzalanır ki, günümüzde belki çok dile gelmese de ülkemizin bağımsızlığının tescili noktasında ayrı bir yere, değere sahiptir.

Bu sözleşme Montrö’den başkası olamaz.

Halbuki… Son günlerde medyada bol bol yer bulan ‘Kanal İstanbul Projesi’ni yorumlamak için önce Montrö’nün iyi değerlendirilmesi, önemine varılması gerektiği kanaatindeyim.

20 Temmuz 1936… İsviçre’nin Montrö kentinde ‘Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ imza edilir.

Ülkemizin bağımsızlığı ve milli egemenliğimiz için çok değerli bir yere sahip olan bu sözleşme ile Türkiye, uzunca bir süredir cenderede kalan güvenlik sorununu ortadan kaldırmıştır. Boğazların her iki yakasının tüm kontrolünü Türkiye kendi elinde tutmuştur, tutmaktadır. Ayrıca savaş zamanlarında boğazların tasarrufu Türkiye’de olmuş; böylece, Türkiye savaşa girer veya savaş tehlikesi ile karşılaşırsa bu boğazları hukuka uygun şekilde kullanabilme imkanını elinde tutmuştur.

1 Kasım 1936 günü Atatürk’ün Meclisi açarken yaptığı konuşmayı burada not düşmek önemlidir: “Tarihte birçok kez tartışma ve tutku nedeni olan Boğazlar, artık tam anlamıyla Türk egemenliği altında, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yeri haline girmiştir. Bundan böyle savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır” diyerek önemine vurgu yapmıştır.

*20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan Montrö Sözleşmesi, Türk boğazlarından ticaret ve harp gemilerinin geçiş ilkelerini düzenleyen temel belge niteliğindedir. Bu sözleşme, imzalandığı tarihten bu yana önemini ve geçerliliğini koruyan az sayıdaki çok taraflı anlaşmalardan biridir. Bunun ardındaki belirleyici neden, sözleşmenin ülkemizin yanı sıra, Karadeniz'e kıyıdaş devletler ve üçüncü ülkeler için de makul ve uygulanabilir bir çıkar dengesi oluşturmasıdır. Eğer bu sözleşme olmasa idi, savaş zamanında boğazlardan geçecek savaş gemilerini Türkiye engelleyemezdi. Hatay’ın ana vatana katılması gibi, dönemin uluslararası camiası karşısında tek kurşun bile atmadan elde ettiğimiz büyük zaferlerden biri olduğunu ifade edebilirim.

Boğazlar, bu sözleşme ile kayıtsız şartsız Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakılmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün kabul edilmesi için büyük mücadeleler verdiği, hayati öneme sahip bu Sözleşmesi’nin önemine ne kadar değiniyoruz ki! Çoğu alanda  -en azından birçoğumuz için-  okumaktan uzak duran bir toplum olduğumuzdan sebep, bu sözleşmenin de önemine pekala varamadık!

Kısaca söylemek gerekirse boğazlar, halihazırda jeostratejik (siyasi ve askeri planlama, bu alanda akılcı strateji üretme) ve jeopolitik olarak Türk dış politikamızda elimizi güçlü tutan mihenk taşıdır.

Peki, Kanal İstanbul Projesi ile ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim… Bu projenin amaçlarından birisi, mevcut boğazlarımızdaki gemi ve tanker trafiğinin rahatlatılmasıdır. Ben bu projeyi uluslararası ilişkiler ve güvenliğimiz özelinde değerlendirmek ve bazı soruları sormak istiyorum. Diğer konularda (çevre, jeoloji, ekonomi, habitat, ticari, vs.) uzmanları, akademisyenleri olumlu ve olumsuz yanlarını zaten tartışmaktadır.

Dolayısıyla Kanal İstanbul faal olduktan sonra, Montrö’de kazanılan siyasi ve hukuki haklarımız bu proje için de geçerli olacak mıdır? Kanal İstanbul’dan savaş gemileri geçecek midir? Geçecek ise Montrö’de ki kazanımlarımız nasıl işletilecektir? Bu projenin işletme hakkı kimde olacaktır? Yine yap-işlet-devret modeli mi uygulanacaktır? Bunun gibi birçoğumuzun aklına nice soruların gelmesi gayet tabiidir.

Günden güne ısınan coğrafyamızda ilerde büyük ölçekli bir savaşın ortaya çıkması dahilinde, Batı tarafından bu boğazların savaş gemilerine açılması gerektiği hususları, gelecekte bizi rahatsız edecek konular olarak önümüze getirilebilir. Gözü sürekli üzerimizde ve coğrafyamızda olan Batı, Kanal İstanbul’u askeri anlamda kendi lehine olacak şekilde kullanabilmesi için yeni yaptırımlar ile ülkemizi tehdit edebilecek politika üretebilir, Kanal İstanbul’un hukuki ve siyasi pozisyonunu, ne amaçla kullanılması gerektiğini ileriki yıllarda tartışılır hale getirebilir.

Batı, kendi çıkarı için yaptırımlar yolu ile ülkemizi tehdit etmeye devam ettiği sürece, bu ihtimalleri bir kenara not düşüyorum! Dikkatli olmakta fayda var!

Devlet büyüklerimiz benim bu düşündüklerimi tabii ki de düşünmüşlerdir. Ben naçizane aklımdan geçen soruları ve endişelerimi dile getirmek istedim.

Elçi, Genel Müdür Yardımcısı, Denizcilik-Havacılık Genel Müdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı.